- 88 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Handan’nın Hediyesi
Handan’ın Hediyesi
Gün batımına az kaldı. Sonbahar güneşinin gelişi gibi gidişi de nazlı. Bu aylarda güneşi gören insanlar kendini sokağa veya balkona atarak güneşin tadına varırlardı. Ekimde güneş çok sevecen, şefkatli ve değerli.
Yaz sıcaklığında olsa insanların güneşten şikayeti bitmezdi. Alınları ter içinde yanaktan aşağı boncuk boncuk süzerdi. O ter kokusu hiç çekilmiyor, insanın midesini bulandırırdı. Güneşin faydalarını aşırı sıcaklar böyle unuttururdu.
Mevsimlerden güzdü. Ağaçlar, sokaklar ve yollar sarı yapraklarla süslü. Garib bir hüzün verirdi bu manzara insana. Günlerden pazardı. Pazar günlerini çok insan neden sevmezdi.
Her sabah belediye işçileri ellerindeki aletlerle yaprakları topluyordu. Her düşen yaprak neler anlatmıyor ki. Turuncunun, sarının karışımı o cümbüş renkler ne hoştu. Koca bir yılın yaşanmışlığı var o sessizlikte. İnsanoğluna hatırlaması gereken dersini verir sessizce giderdi.
Bir kadın var sokağın girişinde. Elinde tuttuğu küçük beyaz kağıdı, ince parmakları arasında sıkıyordu. Belli ki önemli bir şeydi. Yanından geçen elinde bastonu olan yaşlı adama adres soruyordu. Adamdan bir cevap alamadı. O adamın gözü görmez, kulağı duymazdı. Üstü başı temiz pak, midesi sıcak yemek görürdü. Hayırsever mahalle sahipleri bu yaşlı adama hep birlikte bakarlardı. Sevim nereden Veli amcanın bilsin konuşmadığını.
Bu mahalle de uzun boylu kadın pek yoktu. Bu uzun boylu kadın avare avare geliyordu. Kimlerdendi. Yabancı olduğunu ilk gören hemen anlardı.
Sevim etrafa merakla aval aval bakıyordu. Kır düşen saçlarını kemik bir tokayla toplamıştı. Orta yaşını geçmiş ve buğday benizliydi. Ceviz yeşili örgülü ceketi kendini daha uzun göstermişti. Ayağında eski spor ayakkabı ve geniş tipli bej pantolonu, zayıflığını bir nebze örtbas etmişti.
Göz altları torbalanmıştı. Yosun renkli gözleri uykusuzdu. Alnındaki çizgiler haraşo örgüsüne benzemiş. Her çizgide hayatın yazılmış defteri vardı.
Sevim bu sokaklardan ayrılıp gideli çok olmuştu. Tek katlı o ahşap evini hayal etti. Neredeydi o sıcak yuvası. Anneliğini ilk tattığı o evi. Bu mahalle topyekun yenilenmişti. Sevim evini nasıl bulsun apartmanların içinde. Apartmanlar başını kaldırınca üzerine üzerine geliyordu. Gençliğinin geçtiği o sakaktan sanki yeller esiyordu.
Sevim o kaderini çizdiği günü hatırlamak istemese de kalbinin derin bir yerinde duruyordu. Yürümekten yorulan Sevim önüne çıkan bir banka oturdu. Üşüyen kulaklarını çantasından çıkardığı mor şalıyla örttü.
Binbir düşünce aklında cirit atarken kızının doğumunu hatırladı. Doğum yaptıran ebenin “Bir kızın oldu pamuk prenses gibi” deyişi üşüyen kulağını tırmaladı.
Sevim kızının adının Handan olmasını eşinden rica etmişti. Yaşamı boyunca mutlu ve neşeli olsun istedi. Şevket gönül rahatlığı ile kabul edip hiç eşini kırar mı? Kucağına alıp kulağına ismini Handan olarak çağırmıştı. Handan mutluluklarına mutluluk katmıştı o zaman.
Ah o kaderlerini çizdiği gün yok mu!
Sevimin kalbi gümbür gümbür atıyordu. Evlat hasreti çekilir gibi değildi. Bunca yıl yüreğine taş basmış, kavuşurum umuduyla yaşamıştı.
“Beni nasıl karşılayacak?
Tanıyacak mı? Yoksa korkup kaçar mı?
Kızım bana benziyor mu”? düşünceler Sevim’in zihninde ayrık otları gibi dağılmıştı.
Akşamın karanlığı çökmeden elindeki kağıdı tutup ayağa kalktı. Bugün bitmeyen özleminin doğum günüydü. On altı yaşına basıyordu. Annelik duygusu tüm engelleri bertaraf ederdi.
“Hele bir kavuşayım, ona sıkıca sarılayım. O evlat kokusunu içime çekeyim” düşüncesi en büyük isteğiydi.
Annesiz geçen günlerine kim şemsiye tuttu. Onu yağmurdan, doludan, fırtınadan koruya bildi mi? Şevket evlendi mi?
Bunların hiç birine Sevim’in cevap bulması mümkün değildi. Derin derin içini çekti Sevim. Sakin olup paniğe kapılmaması lazımdı. Hedefine yaklaştığını içten hissediyordu.
İki kadın başları türbanlı Sevim’e yaklaştı. Elindeki kağıtı gösterecek oldu, hiç oralı olmadılar. Köz köz bakıp yaptığı sohbetlere gülüyorlardı. Alaycı gülüşlerinde kimin dedikodusunu yapıyorlardı? Bu türbanlı kadınların makyajları hiç eksik değil. Baş örtüyle güzelliklerini gizlediğini düşünseler de daha alımlı ve gösterişli oluyorlar. Dar pantolon ve yüzde yığınla makyaj insanı düşündürüyordu. Kadınlar genelde çenesi düşük bir yapıya sahipti. Bir araya geldi mi hangi dedikodunun belini kırmazlar ki. Herkes aynı huydan olmaya bilirdi.
Ayfer hanım elinde yine değnekle Tarçını kovalıyordu. Site yönetiminde görevini bu şekilde kendi aklınca sürdürüyordu. Tarçın bu mahallenin koruma polisiydi sanki. Mahalleye kuş uçurtmaz, kötü niyetle gelen insanı tanır, hisseder ve havlayarak bildirirdi. Geçen ay bir hırsızı yakalattırdı. Hırsız emeline kavuşamamıştı. Handan’ların apartmanlarının giriş kapısının. yanında su ve yiyeceğini mahalle hep beraber üstelenirdi. Ayfer hanıma aldırış etmeden yaparlardı. Hayvan sevgisi olmayanın sevmesi zordu.
Asiye hanımın afacan torunu Mert eline futbol topunu almış, arkasına çocukları toplamış, yan taraftaki arsaya gidiyorlardı. Bugün kimin camı kırılacak?
Akşam olmadan bir çocuk kavgası başlar. Asiye hanım yetim kalan torununa bakıp büyütüyordu. Mahalle bu afacana her daim göz yumuyordu. Asiye hanımın bu çocuktan çekeceği vardı anlaşılan.
Bunlar günün bu mahallede rutin olan şeylerdi.
Handan boş saatlerinde balkona oturur güneşin tadını çıkarırdı. Babasının gelme saati yaklaşmıştı. Odaya geçip balkonun kapısı kapattı. Annesini hiç tanımamıştı Handan. Başını okşayan, saçlarını tarayan bir annesi olmamıştı. Babasına annesini sorduğunda “ Sen üç yaşındayken öldü” cevabını almıştı. Mezarını sorduğunda gösterecek bir taş yoktu. İlk okula gittiği zamanda annesiyle gelen çocuklara gıpta ile bakardı. Garib bir kıskançlık duygusuda hissederdi. Okullarda dersleri iyiydi. Handan hedefini koymuştu. Hukuk okuyacaktı. Haklıyı savunup haksızlığa karşı çıkacaktı. İçinde her daim koruma kollama duygusu gün geçtikçe artıyordu.
Babası Şevketle ilişkisi çok güzeldi. Bu yaşına kadar hem anne hem baba olmuştu. Handan adını da annesinin kurduğunu Şevket masal anlatırken çakır gözlerini uzaklara dikip söylemişti. O bakışının perde arkasında gizli bir sır olduğu kesindi.
Tıknaz vücudlu, orta boylu Şevket ağzından bazen sır içeren kelimeler dökülse de Handan’ın saf yüreği anlamazdı. Babasına güveni sonsuzdu.
Şevket’in akraba ve komşuları “Evlen sana uygun bir kadın bulalım” diyenlere keskin dille “Hayır bu sözü duymamış olayım” derdi. Kendi hayatını kızına adamıştı Şevket.
Oturduğu bu binanın arsasını Şevket tanıdık bir müteahhit’e vermişti. Karşılığında kendine üç daire iade ettiler. Birinde oturup ikisini kiraya bıraktı. Sanayide araba tamirciliği yaptığından Şevket kir pas içinde eve dönerdi. Ustalığına diyecek yoktu. Yalnız cimri ve eli sıkı olarak tanınırdı. Oysa kızına çok bonkördü.
Kızına “ Benimle ilgili kim ne derse desin kızım. Aldırma. Parasız günlerimi hiç unutmadım” dedi. Dilin kemiğimi vardı herkes diline geleni konuşuyordu.
Kızına bazen uzun nasihatlarda bulunurdu. “At izi it izine karıştı. Bu dünyada kimin ne olduğu belirsiz” derdi.
Handan duvardaki saate baktı. Babasının gelmesi andı. Bugün doğumgünüydü Handan’ın. Her doğum gününde hediyesini babası unutmazdı. Bugün ne alacak babam diye düşünürken dolaptaki pembe çiçekli masa örtüsünü çıkardı. Masayı hazırlamaya baktı. Mavi çizgili porselen tabakları ve iki de kristal kuş mumluklarını yerleştirdi. Babasının sevdiği yemekleri sabahtan hazırlamış, sıra ısıtmaya gelmişti.
Bugün özel gündü. Uzun kumral saçlarını taradı. Üzerine pembe jile bezli, kolları fırfırlı elbisesini giyindi. Ayağına yeni aldığı kadife terliklerini geçirdi. Çok narin ve güzel ruhu yüzüne de yansımıştı. Ay parçası gibi olmuştu yine Handan.
Şevket anahtarı ile usulca kapıyı açtı. Düşünceli ve hüzünlü bakışlarıyla kızının yanına geçip oturdu. Ve ellerini tutup öptü.
“Gel kızım önce seninle biraz konuşalım“ derken boğazı kurumuş sesi boğuk ve titrekti. Nereden başlayacak bilmiyordu.
“Beni beş dakika dinle canım. Sonra ister suçla bağır, istersen döv. Ne yapsan kabulüm. Ben sana yalan söyledim. Annen ölmedi. Yaşıyor. Yıllarca üzerimde küfe gibi taşıdığım yükü boşaltıyorum. Senden binlerce defa özür dilerim. Beni affet yavrum” derken Şevket’in göz pınarları sicim gibi akıyordu.
“Bugün sana hediye alırken, yan sokaktaki kuyumcunun önünde anneni gördüm. Elinde küçük bir kağıtla adres soruyordu. Dönüp baktığımda annen karşımdaydı. Bizim evi soruyordu. Bu doğum gününde sana hediye olarak anneni getirdim. İzin verirsen kapıda seni bekliyor” Şevket’in duman renkli saçları karışmış, iri çakır gözleri Handan’dan medet umuyordu.
Handan “Baba bunu bana neden yaptın” diye bağırmasıyla kapıya koşması bir oldu. Açtığında ne görsün. Balkondan o adres soran çam boyunda kadın vardı. Sarılıp kucaklaşırken, hıçkıra hıçkıra ağlarken Handan bayılıp yere yığılmıştı. Uyandığında bir elinde kolonya şişesi, diğer eliyle bezi kızının burnuna tutuyordu. Sevim “Hiç konuşma kızım. Önümüzde konuşacak çok günler var. Beraber acısını çıkartacağız” derken yanağını öptü. Handan’ın önce hiç tatmadığı sıcaklıktı bu. Dönüp babasına yavaş bir sesle “Doğum günü hediyen çok özel ve güzel. Teşekkürler babacığım. Seninle hesaplaşmayı sonraya bırakıyorum. Mahkemen uzun süreceğe benziyor” derken Handan annesine dönüp dudaklarında çeyrek bir gülümsemeyle göz kırptı.
Feride
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.