0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
237
Okunma

“Nasıl yani?! Bilet mi aldınız oraya?”
Yüzündeki ve sesindeki coşkuya bakılırsa, dolu dolu veriyordu beklenen karşılığı. Teyzesi ve kuzeni ona hayal edemeyeceği kadar güzel bir jest yapmışlardı görünüşte. Hatta biletle de kalmayıp bir motelde yer de ayırtmışlardı. O büyülü yeri soluyacak, sıradanlığın duvarlarını yıkıp bulutsu bir diyarda gezinmenin neye benzediğini görecekti. Diğer kuzeni, yani teyzesinin diğer kızı Gizem’in; yaz tatilini geçirdiği o cennet misali yerden gönderdiği fotoğraflar başlatmıştı eline tutuşturulan bu bilete varan süreci: Daha doğrusu; “Nasıl bir yer burası böyle!” diye gözleri büyümüş, hayranlıktan donakalmış o hâli… Onları bu yönde harekete sevk eden kendisi olmuştu yani.
Şimdi yüzünün ve sesinin söyledikleriyle içinin söylediklerinin bu kadar tezat olmasından onları sorumlu tutamazdı bu yüzden. Onlara resimde gördükleri o yere hayran kaldığını ama bunun oraya gitmek istediği anlamına gelmediğini söylememişti ki!
Isınamazdı ki içi hemen; önceden hiç gitmediği bir yere!.. Orayı varlığından saçtığı ışıkla ısıtıp ait olduğu bir yere çeviremezdi. Bunu ancak olsa olsa Gizem yapabilirdi. Küçükken de öyleydi o… Biriyle tanıştığında ya da tanımadığı bir yere gittiğinde en ufak bir yabancılık çekmez, tıpkı bir aynada kendini seyreder gibi her şeyde kendinden bir parça; içini ısıtan, sıcacık bir yan bulurdu ille de.
O fotoğrafa baktığında gözlerindeki büyülenme ifadesinin sebepleri içinde; o yere bir an için de olsa ‘Gizem’in gözlerinden bakış’ı da vardı aslında. Onun çektiği fotoğraflardan ulaşmıştı ona sonuçta; büyülendiği o görüntü: Onun bakışının değdiği, dönüştürdüğü bir yer olarak yansıyan… Şimdi onun gözleri ve ışığı olmadan oraya gitmesi bekleniyordu kendisinden: Çırılçıplak bir gerçek olarak yüzleşmesi o yerle…
“Gitmek isterdim oraya… Ama Gizem olarak…” diyemezdi ki şimdi! Çocukken ‘yabani’ diye takılırlardı; dışarıya çıkarken kendisine birlikte gelmesini teklif ettikleri zaman reddettiğinde. Gittiği de çok olmuştu onlarla gerçi, o yüzden de o sıfat hep bir şaka olarak kaldı aralarında. Ama şimdi şaka gerçek olacaktı; eğer ki söylemeyi planladığı şeyleri söylerse… “Bu yaşta hâlâ mı ürküyorsun dünyadan bu kadar? Yanında birileri olmadan gidemeyecek misin evinden uzak bir yere hiç?!” demezler miydi?
“İznimin bitmesine fazla zaman kalmadı” gibi bir kılıf uydurabilirdi belki, gitmek istemeyişine. “İş başı yapınca bu rahatım kalmayacak.” diye devam ederdi. “Öğle üzeri yataktan kalkıp, bütün gün evde TV karşısında keyif yapamayacağım. Şimdi oraya gidersem; her dakikamı dolu dolu geçirmem, bir an’ımı bile heba etmemem gerekecek. Ben de bu kuralsız, amaçsız, rüzgâr nereye eserse oraya sürüklenme hâlinden sıyrılıp günümü anlamlı kılma gibi bir gayret içerisinde yeni bir işe girişmiş gibi hissedeceğim. Bu yüzden de en ihtiyacım olan şeyi yapamayacak, dinlenemeyeceğim yani.”
Bunları kafasında evirir çevirirken, oraya gitmemek için uydurduğu ‘bahane’ olmaktan çıkıp gerçeğin ta kendisine dönüştüklerini keşfetti birden. Evet, sorun tam da buydu aslında: Yorgun olması…
Eğer dinlenmeye bu kadar ihtiyaç duymasaydı; fotoğrafını görüp büyülendiği o yere gitmeyi bu kadar büyütmezdi belki de gözünde. Hatta hoş bir şey olarak bile nitelendirebilirdi. Tamam, hemen ısınamazdı belki, bir yabancı hissetme durumu olurdu başlarda. Ama en çok iki gün sonra yürüdüğü sokaklar, selamlaştığı insanlar daha bir tanıdık gelmeye başlar; çok sıcakkanlı bir yapısı olmasa da ister istemez erimeye başlardı buzulları onun da, o sıcacık yerde.
Gerçi yine de bir ‘Gizem bakışı’ katmak isterdi o görüntüye. ‘Onun gözlerinden bakmak nasıl bir şey, nasıl görünür onlardan bakılan bir dünya?’ diye düşündüğü çok olmuştu. Ama onun gözleri de görebiliyordu sonuçta, güzel şeyleri. Ve elindeki biletin üzerinde adı yazan yer de o şeylerden biriydi. Güzellik ve dinlenme… Hiç de bağdaşmayan kavramlar değildi aslında.
Ayrıca uzakta ve tanımadığı bir yer olması o güzel şeyin; dinlenmeye daha da yaklaştırıyordu onu. Kendinden de yorulabiliyordu çünkü insan sonuçta: Yorgunluğundan yoruluyordu.
O yüzden uzaklaşmalıydı ya buralardan! Kendini bulamayacağı
yabancı yüzlerde; ‘yorulmadan önceki gerçeği’ne dönmüş hâliyle yeniden buluncaya kadar kendini iyice bir dinlenmeli, uzaklaştığı o yerden kendine geri gelmeliydi.
Teşekkür etti bir kez daha, ikisine de ayrı ayrı sarılarak. Ama öncekinden çok farklı bir şekilde… Bu sefer tamamen gerçek bir duyguyla yüzünde…
5.0
100% (2)