0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
271
Okunma

Yağmura, kara, doluya rağmen mi akar; çay, ırmak
Yapraklarının yeşilinden bulmaz mı rengi orman
Ve olmasaydı içimizdeki sevgi, merhamet, şükür
Fark edebilir miydik görmelerin ötesinde saklananı
Ve kavradıkça bizi çepeçevre içte içen kuşatan hayatı
Dilersek çevirebiliriz masala, beklemeksizin de hemen
Bataklıkça açmıyor mu en nadide çiçeklerden lotus
Zemininin onca kokuşmuşluğuna, balçığına rağmen….
Etrafımızı kuşatan ve bizimle birlikte bir anlam bulan varlık aleminin her zerresinin kendine mahsus bir değeri olmalıdır. Öyle olmasaydı, yenilip içilmemesine ve hatta günlük yaşamın elzem varlıkları olmamalarına da rağmen altının, gümüşün, kuvars kökenli madenlerin de bir önemi olmazdı. Minicik bir elmas tanesinin ne denli pahasız olduğunu ve buna mukabil onlarca tonluk demirin ise bu değeri ancak karşılayabildiğini matematikle aramızdaki dostluğun başladığı ilk yıllardan beri biliriz.
Bizlere yeni sayfalar açtıran, hayat merdivenlerinde bir üst basamağa taşıyan değerler de var elbette. Bir okulu bitirerek üst öğrenimin öznesi olmak, sınavlarda üstün performans göstererek elit bir açılımın fırsatını yakalamak, sanatsal bir eserin müellifi olarak beğenilerin, alkışların ve ödüllerin muhatabı olabilmek de güzeldir, iyi hissettirendir de. Ortaya çıkan maddi ve manevi değerlerin karşılığında bu değeri anlamlı kılabilecek bir şeylerin olması da gerekir ki, bizim ve bizim dışımızdaki insanlar için de bu farklılık gerçek anlamda değer kazanmayı hak etmiş olsun.
Bir futbol müsabakasında en centilmen tavırlarla ve yüksek ve estetik hareketlerden oluşan konfirügürasyonlorla izleyicilerinin büyük beğenilerini alan takım oyuncuları, bir şekilde skor tabelasına beklenen sayıları yazdıramayabilir. Bu durum üzücü olsa da ortaya konulan futbolun niteliği ve sahadaki her bir takım öznesinin elinden gelenin en iyisini yaptığına olan ortak inanç, sayılara takılmaksızın var olan takdire bir gölge düşürmez elbette. Her türlü iki yüzlülük, hakeme yakınlık ve bu durumlara da tarafsız kalmayı başaramayan bir saha yönetiminin de katkılarıyla üstünlüğü bir şekilde le geçiren diğer takım kendi lehine bir sayıyı tabelaya yansıtmış olsa da gerçek anlamda değer katmış olmaz ortaya. İçten içe tüm gayretlere ve spora dair en güzel örneklere rağmen, taraftarı olduğumuz takım bir yenilginin de öznesi olabilir. Burada ortaya çıkan sonuçtan ziyade süreçteki performansı ve duruşu daha önde bir durum olarak değerlendirme yanlısı oluruz. Zira, içimizdeki değerler silsilesinde de bir hakkaniyet olduğu düşüncesi yadsınamaz. Biraz daha gerçekçi konuşmak gerekirse, karşı takım oyunları dahi olsa, gerçek anlamda yüksek performansla ve estetik hareketlerle geliştirilen atağın gol ile sonuçlanmasında birim takım bir geriye düşse de içimizden bir ses “Adamlar bu gölü gerçekten de hak etti.” Demekten kendini alamaz sanırım. Burada tartışmamız gereken şey, ortaya gelen veya konulan sonuçların, verilen hükümlerin bir önceki duruma göre olan göreceliği ile gerçek anlamda bir değerin ortaya çıkp çıkamadığı gerçeğidir.
Üniversiteli yıllarda mazimizdeki ilim sisteminin de zamanla nasıl da erozyona uğratıldığını ve akademik olarak üst seviyedeki sıfatların içlerinin de boşaltıldığını ya duymuş yahut okumuşuzdur. Bilime, insanlığa ve meslek olarak da o disipline bir ihanet anlamına da bu durum, maalesef günümüzde daha da ciddi vaziyette kendini göstermektedir. Akademik kariyerin ortaya koyduğu şeyi bir görev bilinci, gidilecek istikamette yeni değerler üretmek adına bir referans gibi olumlu yanlarıyla görmemiz gerekirken, onu bir baskı, ego tatmini aracı olarak gören anlayış nasıl olur da değerler ile yan yana gelebilir? Yakınmakta olduğumuz gerçekliğin daha ziyade bizim toplumumuza dair bir patolojik durum olduğunu da üzülerek söylemek gerekir. Bu unvanı veya başka bir sıfatı kazanmış olmanın bizim insanlığımıza doğrudan bir değer katmadığı gibi, bizi diğerlerinden üstün kılan ekzantrik bir sonuca da götürmesi düşüncesi ne kadar da karamsarlık uyandıran bir şeydir. Okulumuza bir ağır ceza hakimi veli sıfatıyla geldiğince kendisine gösterilen aşırı ilgiden oldukça müteessir olduğumu da hiç unutmuyorum. Zira, hâkimliğin bir meslek kavramı olarak öncelikle hayat bulması gereken yer mahkeme salonlarıdır. Oysa, eğitimin hâkimleri ise öğretmenlerdir. Bu kadar basit durumlarda bile değerleri derdest edercesine gösterilen tuhaf yaklaşımların nereye konulacağını ve bu duruşla nereye varılabileceğini varın siz düşünün. Elbette her veli değerlidir. Hâkim sıfatlı bir veliye sahip olmak da doğru bakış ve duruşla bir değerler vesile olabilir. Şükür ki, hâkim beyle diyaloğumuzda bize üstten bakışı hissetmemiş olmama da seviniyorum. Aksi bir durum olsay, burada hangi sıfatla bulunduklarını da kendilerine son derece nezaketle hatırlatmaktan da geri kalmayacaktım, kalmamalıydım da.
Bir gün kiralık ev araken bir silahlı kuvvetler mensubu ile müşerref olabiliriz. Bu kişi bir eniyet mensubu da olabilir. Ta ötelerden gelen bir tutumla kendi cephemizin beklenen duruşunu göstermek yerine, karşı tarafın kollarına kendimizi bırakarak yapacağımız bir kira kontratının bizim için çok anlamlı olamayacağı da açıktır. Etiketlerin üzerine çıkamadığımız sürece, “Ben kimim biliyor musun?” saçmalıklarını duyacak, toplumsal katmanları olmadığını düşündüğümüz ve yazılı olarak da hiçbir yerde var olmayan bu durumu besleyen saplantılı tavırlarımızla yine onu güçlendirmeye devam edeceğiz. Bu kısır çelişki, vatandaş tanımının içi yeterince doldurulmadan yapıldığından ve aynı zamanda adalet sisteminde de hakların mukayesesinin görüldüğü davalardaki adaletli bakışın bir kenara itilmiş olduğundan sürüp gidecek gibi de görünmektedir. Kendini yeteri kadar tanıyan, sağlam dayanakları olan ve haklarının da farkındalığındaki nadir sayıda birey, hukukun ortaya koyduğu hakları doğru şekilde hayata koşabilmektedir. Değerler, bir toplumun bütün bireylerini şu ya da bu şekilde ilgilendiren, omurgasından yakalayan ve kaçınılmaz gerçeklerdir. Onları doğru yerlere koymayı ve onları doğru şekilde anlama, yorumlama ve uygulamayı başardığımızda daha güçlü, katılımcı bir toplum olabileceğimiz de gün gibi ortadadır.
Sırındaki çanta ile okulun vazgeçilmez öznelerinden biri olarak ortalama bir öğrencinin, çantasının, onun içindekilerinin. Okul kıyafetlerinin kendisine yüklediği değerleri doğru okuması beklenir. Hangi hak ve sorumluluklarıyla bu okulun bir öznesi olduğu farkındalığı, bu öğrencinin hem kendine, sınıfına, ailesine ve nefeslendiği topluma karşı elbette asil bir duruşu olması beklenir.
Bazen türlü olanaksızlıklardan ötürü aynı çatı altında çok daha zor koşullarda devam eder hayat dediğimiz. Bu zorlu şartları birebir her an yaşamakta olan insanlar, hayatın kendilerine vakfettiği şeylerin farkındalığında daha başka bir yerdedirler. Odasında kütüphanesi, internet bağlantısı, teknolojik erişim cihazlarının silsilesi olduğu halde, kendisine bir hedef belirlemeden gününü sadece eğlence ile tüketen bir öğrencinin değer algısı ile tersi bir durumdaki öğrencinin en meşakkatli bir hayatın öznesi olarak adeta kendini hırpalayarak bir yerlere varabilme amacı güden gayretleri çarpıcı bir mukayese olur sanırım. Aynı sınıfta olduklarını kabul ettiğimiz bu öğrencilerden dönem sonunda benzer performanslar ortaya çıksa da, zorlu koşulların öznesi olan öğrencinin türlü eşitsizliklere rağmen ortaya koyduğu şey “değer” adını vermek gerekir. Diğeri ise sadece klişe bir sorumluluk ile bu sonuca ulamış olandır. Çok sert bir toprağı işleyerek tarım yapmak zorunda kalan çiftçi ile son derece verimli ve daha işlenilebilir bir toprağın sahibi olan çiftçinin mukayesesi de benzer sonuçları çağrıştırır. Değeri ortaya koyan belki de en kritik şey, onun hangi koşulların ve hangi süreçlerin sonunda bir anlam kazandığıdır.
Her bir duruma ve zemine göre türlü özellikte ayakkabılara, elbiselere sahip bir bireyin, sahip olduğu lükslere yaklaşımıyla, günün her zemininde aynı ayakkabı ve elbiseleri giymek mecburiyetinde kalanların sahip olduklarına verdikleri değer ne de farlıdır değil mi? Her gün özene bezen ayakkabısını boyayan, onu ıslaktan çamurdan esirgeyen, sahip olduğu eski model de olsa aracının bakımını ihmal etmeksizin onu imtina ile kullanmaya gayret edenle “babam sağ olsun” şeklindeki argümanlarla hayat sürenlerin değerlere bakış şekilleri elbette aynı olmayacaktır. Mesele çok şeye, niteliğe, sayısal çokluğa haiz olup olmamak da değil sadece. Burada asıl mevzuu; bir kağıdın da, bir avuç toprağın da ve yerinde bir yudum suyun da, müzmin hastalıktan ötürü ölmeden önceki ve kat-iliği de şüpheli o san altı aylık hayatın da, uçağı kaçırmadan önce hava limanına ulaşılan o son dakikaların da sıradan bir zaman, paraya, toprağa, suya göre pahasız değerler kazanabileceği şuurunda olabilmektir.
Silahlı kuvvetlerin vatandaşlık görevi gereği dikte ettiği askerlik görevini icra etmekte olanların söylemlerine bir kulak verdiğimizde, sivil hayattaki onca serbestinin ne de kıymetli bir şey olduğunu duyarız çoğunlukla. O zeminde en ciddi disiplinle yaşamayı öğrenmek misyonu olduğundan, sizil hayattaki çokça seçeneğe sahip olunan ve kendini daha bir özgür hissedişe vesile olan bu durumda da yine nelerin sahibi olunduğunun farkındalığına dair sorgulamalar vardır. Kendini ifade de onca zorluk çeken ve bu durumu da geçirdiği bir ciddi rahatsızlıktan ötürü yaşamakta olan bir değerli büyüğümün, şimdilerde ne de büyük zorluklarla cümleler kurmaya çalıştığını gördükçe konuşma melekesini sonuna değin kullanabilmenin verdiği özgürlüğü daha iyi anlıyorum, anlamalıyım da. Aynı şeyi görme yetisini sonradan kaybedenler için de düşünmek gerekir. Zira, hayat derinlik, anlam katan renkler, estetik, hareket unsurları gibi görsel içerikler, ancak görebilenler için bir anlam, değer kazanır. Gözlerimizin daha az görmesi dahi bu durumda hiçbir şeyi görememekten daha sevindirici olmalıdır, diye düşünüyorum.
Okulunuzu derece ile bitirmiş, ve hatta birkaç önlisans ve veya lisans mezunu olabilirsiniz. Kariyerinizi görmüş olduğunuz eğitimin zemini ile bir araya getiremediğiniz sürece, rüzgârın nasıl da serinleten bir şekilde esmekte olduğunu, tane tane yağan karın yeryüzünü beyaza büründürüşünün ortaya koyduğu güzelliği, bir afacanın yaramazlıklarından gülmeye olan nasibi alamayacaksınız sanırım. Önceliklerimizden biri ve veya bazıları yerine gelmediği durumlarda hayatın bahşettiği ve her zaman da orda tezahür eden çok şeyi görmeyiz, görmek istemeyiz de. Belki de burada bu değerlerin varlığına rağmen onları yadsıyor olmamızn özünde beklentilerimizin karşılık bulamayışı vardır. Beklentiler ve onların asgari şartlarda karşılık bulması durumunda bir önceki anda yüzünden düşenin bin parça olduğumuz biz, bambaşka, yerinde duramayn , enerji patlaması yaşayan bize veriliriz her nasılsa. Bu durum, değerler silsilesinde bir başka boyurun da önem kazandığını gösteriyor bize. Hayatımız daha işlevsal hale gelmeye başlatınca, bizi kuşatan Vanlı cansız ne varsa onlara karşı farkındalığımız da artıyor bir şekilde.
Annemin daha çok küçük yaşlardayken bana anlattığı bir öyküde, uzunca yıllardır hayatın zorluklarıyla geçinmeye çabalayan bir çiftin ilginç hikâyesinde de yine şu değerler ve onlara olan farkındalık mevzuu nasıl da bariz bir gerçeklik olarak ortaya çıkmaktadır. Her iş dönüşünde eşinin elindeki poşetleri alarak, önüne akşam yemeğini servis etmekte olan ve hayatları da bu meyanda süregelen bu çift, günün birinde daha iyi bir maddi pozisyona geldiklerinde birbirlerini yüzüne, eline, yürüyüşüne, tavırlarına da dikkat kesilmeye başlarlar. Öncesinde aynı olan bu duruş, tavırlar pek dikkat çekmese de önceliklerin yerine gelmesiyle birlikte daha bir dikkatle hayata odaklanışın sonucu olarak farklı bir değerlendirme, değerleme yaşanır burada. Evin onca yıllık hanımı eşinin o yıllardır daha az görmekte olan gözünü fark edebilömiştir nihayet. Ve ilginç bir diyalog ortaya çıkmıştır. Tam da Anadolu ağzıyla “Herif, senin gözünün biri de kör müydü?” Evin erkeğinin gözü kör değildi belki ve fakat daha az görmüş olduğu gerçeği yıllar sonrasında fark edilebilmişti. Bizlerin de şu an var olmalarına rağmen bir türlü farkındalığına erişemediğimiz detaylar muhakkak vardır. Hayat, var olanların gerçekte nelerin karşılığında ve veya nelerin sunumunda bizlere katkı sağladığını anlayabilmemiz ölçüsünde bambaşka; hissedilebilir, anlaşılabilir ve yönlendirilebilir olacaktır kuşkusuz.
Eskidiği için gözden çıkarılan bir halı, otomobil, bisiklet, her yanı yazılıp çizilmiş bir kitap bir başka penceren farklı bir hayatın kapının aralanmasında ilk adım olarak farklı bir değer, anlam kazanır. Eski kitapları toplayarak günlük nafakasını çıkaran bir adam için kitabın niteliğinin, hurdacılık işiyle uğraşan serbest esnaf için bozulmuş çamaşır makinesinin, eski kumaş ve elbiseleri işleyerek ip haline getiren bir müteşebbis için de yıpranmış, hali ve giysilerin kazandığı anlam ve değer bambaşkadır. Yıllar öncesinde şu anda gözden çıkmakta olan çokça eşyaya ve veya araca bakışımızdaki değer ile de sonrasında daha üst seviyelerde bir maddiyata erişmemizden ötürü meydana gelen değer birbiriyle ötüşmez çoğunlukla. Büyük bedeller ödeyerek ve beğeniyle de elde ettiğimiz şeylerin yeri geldiğinde de acımasızca gözden çıkarılması üzücü bir durumdur aslında. Hiç olmazsa, daha önceki zamanlardaki hissiyatla ve onlara atfedilen değerle bu tür eşya ve araçların ihtiyaç sahipleriyle buluşturulması durumu ise, son derece mantıklı, ekonomik ve vicdani de bir tercihtir kanımca.
Tercihlerimizi, kanaatlarimizi doğru yeer ve zamnda kullandığımızda sayısız değerler de ortaya çıkabiliyor. Ekonomi dünyasının verdiği bu fırsatlar silsilesinde doğru yerde doğru yatırımı tercih edenlerin şaşkınlık içinde nasıl da büyük kazançların sahibi olduklarını duymuş görmüş okumuşuzdur. İyi de bir de sadece şans ile bu tür fırsatları yakalayan ve altında da hiçbir emeği, amacı olmaksızın halihazırda bu potansiyellere erişenler de var. Onların bu kazanımların değerini anlamalarını doğrusu pek rasyonel bulmuyorum. İnsanlar bir şeylere karşın elde ettiklerinin kıymetini daha farklı biçiyorlar. Kendimizden bir şeyler katmaksızn bizim olnların daha az değerli olması belki de bundandır. Ne de olsa bizim aracımızın arkasında “Babam sağ olsun yamıyor.” Yazsaydı bir şeyler her halde “Emek var olsun.” yazardı veya yazmalıydı düşüncesindeyim.
İster bir kariyer gücü, isterse de maddi bir başka kazanım olsun, nelerin karşılığında bizim hayatımızın bir tamamlayıcı unsuru noktasında pek bir önelidir sonucuna ulaşabiliriz. Binlerce saatlik çalışmadan sonra ortaya çıkan başarının hazzı, arka planda yoğun istek, sabır, kararlılık ve büyük gayeler olduğundan ötürü daha bir anlamlıdır elbette. Kolay kazanılanların kolayca da gözden çıkarılmasının bir nedeni de budur belki de. Her şeyin sahibi de olabilirz ve öylesine büyük şeyler olabilir ki bunlar, onlardan sadece birinin fazileti ile çokça şey başkaları için daha büyük anlam ife edebilir. Sadece bir eliyle, bir ayağıyla, gözüyle ve kısacası daha az olanakla çok daha büyük özveriler gösteren insanlar daima ilham kaynağıdır. Bizler yeri gelince bazı mukayeseleri de yaparak, nimetlerin farkındalığı noktasındaki asil duruşun özneleri olabiliriz. Yaşça ileride bulunanların gençlerdeki neşeye, azme, güce öykündüğü yerde, gençler de onlardaki tecrübelere, duruşa gıpta edebilirler. Değerlerin farklı hayat evrelerindeki anlamı da bambaşka o halde. Bizler için çoğunun kendisinin ne olduğunu belki de bilmediği “topaç, çember, çizi oyunu” ve bunlara özgü araçlar zamanın değerler silsilesinde büyük kavgalar edilebilecek kadar pahasızdır kuşkusuz.
Hayatı bir bütün olarak görebilmek, kendiyle barışık olabilmek, bizi kuşatmakta olan her şeye doğru bakışla, görüşle, hissiyatla, düşünüşle mümkün olabilir. Mazimizin de bir eseriyken, bizlerin ne de büyük bir mirasın sahipleri olduğumuz farkındalık bile çokça şeye daha bir iyimser bakar olmamız için yeterli değil midir? Günü bazı zorlukları üstümüze üstümüze gelse de rüzgâr daima aynı yönden esmeyecek, karanlıklar yerini aydınlık şafaklara bırakacaktır bir gün. O gün belki de bugündür. İyimserliklerimize rağmen daha kötü hissetmeyeceğimizi, şu rağmenlerin altını da; inançla, azimle, tebessümle, şükürle doldurmaya başladığımızda; gece bir başka görünecek, güneş bir başka parıldayacak, yeryüzüne düşen her kar tanesinin, yağmur damlasının şükrü derinden hissedilecektir. Tercihlerimizle renk almakta olan hayatın şu “rağmenleri” ni yeniden gözden geçirelim derim. Ne dersiniz?
Oğuzhan KÜLTE
5.0
100% (1)