2
Yorum
7
Beğeni
0,0
Puan
471
Okunma
Doğru Bildiklerimiz...
Ölümlü dünya! Adı üstünde fani; geçici ve eğlencelik dünya. Ve bu dünya insan-oğlunun ekim alanıdır. İnsan bu dünyada ne ektiyse öteki dünyada ektiğini biçecektir. Bu dünyadan öteki dünyaya zırnık götüremeyecek. Kefenin cebi yok!
Dünya-insan ve ölüm ilişkilerine ait Kuran’da ayetler mevcuttur. Gerçek inananlar, Kuran’ı rehber olarak görür, İslam Peygamberi Hz. Muhammed’i de elçi olarak görür; O’nun Kuran kaynaklı öğütlerini hayatının merkezine koyarak yaşarlar. Ne Kuran’da, ne de Hz. Muhammed’in hayatında hurafelere asla yer yoktur.
Hz. Muhammed’in Hakka yürüyüşünden sonra dört halife dönemi başladı. Halifeler dönemi de sona erdiğinde Muaviye dönemi başladı. İslami inançlarda bozulmalar kimi âlimlere göre 30-40 yıl, kimi âlimlere göre ise 200 yıl sonra başlamıştır. Yığınla hurafeler üretilip, İslami bilgiler diye inananlara anlatıldı. Ve adına İslami bilgiler diye kitaplardan okuyup, nefeslendiğimiz bilgilerin çoğunun hurafe olduğu din âlimleri tarafından ortaya konuldu.
İslami bilgiler diye inanıp, uyguladığımız bir takım ritüeller söz konusudur. Söz konusu bu ritüeller üzerine biraz düşündüğümde ne aklıma, ne inancıma uymadığını, aklımda yığınla soru işareti oluşturduğunu söyleyebilirim.
Uydurma olduğuna inandığım bazı inançlar ve uygulamalar:
a-) Vefat eden kişinin namaz borcu varsa nasıl ödenir?
Söylenceye göre Hz. Muhammed, sahabelerine vefat eden yakınları için oruç, haç, zekât, adak borçlarını onlar adına yapmaya ya da onlar adına fidye vermeye izin vermiştir. Bazıları bu ibadetlere namazları da ekleyip, vefat edenin namaz borçlarını da fidye ile ödemeyi ihdas etmiştir. Şimdi bu noktada düşünüyorum kendimce! Hz. Muhammed, hem bu dünya için hem de ahiret için Kuran dışında din adına hiçbir hüküm koymamıştır. Zira İslam Peygamberi, böyle bir davranışın şirk olacağını biliyordu. Peki, nasıl oluyor da Kuran’da olmayan bir hükmü koyabilmiş?
Bu rivayetler, pek çok âlimin ittifak ettiği üzere uydurulan hadislere dayanmaktadır. Yani Kuran’da karşılığı olmayan ve Hz. Muhammed’in de söylemediği bir batıl inanıştır.
b-) Şu ıskat konusuna dikkat edelim:
Bütün namazlarının iskatı için vasiyet edenin hiç malı yoksa veya üçte biri vasiyete yetişmiyorsa veya hiç vasiyet et-memişse; veli, kendi malı ile iskat yapmak isterse devir yapabilir. Fakat veli, devir yapmaya mecbur değildir! Bir aylık namaz iskatı için beş altın lira veya 36 gram bilezik verilir. Böylece bu dünyada namaz kılmak istemeyen Müslü-manlar şöyle düşünebilir: Nasılsa İslam’da “iskat” diye bir şey var, ben ölmeden önce vasiyet ederim, yeterince para da bırakırım ve böylece namaz kılmış sayılarak Yüce Allah’ın huzuruna alnı ak olarak çıkarım…” Oysa Kuran’ı yeterince okuyanlar bilirler ki; Kuran’da böyle bir hüküm yoktur. Dolayısıyla Kuran’da olmayan dini bir hükmü Hz. Muhammed Müslümanlara asla söylemez. Bu sebeple; her insan kendi amellerinin hesabını verecektir. Bu konu ile ilgili çok sayıda ayet mevcut. O ayetlerden bazıları; el-İsrâ-17/13, Yâsin-36/54, et-Tûr-52/16, el-Müdessir, 74/38. Ayetlerle sabit olduğu üzere vefat eden kişi için yakınları ölenleri adına farz namazları kılamazlar.
c-) Şuna inancım ve aklım onay veriyor:
Şayet, bir kişinin durumu iyi ise ölmeden evvel yakınlarına bir miktar para bırakır ve kendisinin ölümünden sonra kendi adına yol, köprü, cami, okul, çeşme ya da bir veya daha fazla fakire-fukaraya sadaka verilmesini isteyebilir. Bu uygulamaya aklım ve inancın onay veriyor zira bu sadaka-i cariyeler sürekli olarak insanlara fayda sağlayacak ve karşılığında da sevap yazılacaktır. Bu tür insanların amel defterlerinin sevap devam ettiği müddetçe açık kalacağını düşünüyorum.
d-) Bir uygulama daha var ki bu makalede yer açmak istedim:
Ölüye talkın vermek:
Telkin, ölmek üzere olan kişiye Kelime-i tevhidi hatırlatmaktır. Mevta defnedildikten sonra ise kabri başında ölüye Kelime-i tevhidi tekrar hatırlatılır. Zaten kişi henüz son nefesini vermemişken Kelime-i Tevhid hatırlatılmıştı! Hz. Muhammed yakınlarına; ölmek üzere olanlara Kelime-i Tevlidin telkin edilmesini tavsiye ettiği rivayet edilmektedir.
Bu tür dini bilgiler arasında dileyen kişilerin ölülerine telkin verip vermemekte serbest bırakıldığı yazılıdır. Ölüye telkinde bulunulmasını yanlış ve gereksiz olduğunu ileri süren Müslümanlar da delil olarak Rum Suresi 30/50 ayetini delil olarak gösteriyorlar. Surede şöyle buyrulur; “Ey Resulüm, sen ölülere duyuramazsın…” Bu ayet üzerinde de bazı tartışmalar yapılmaktadır. Şöyle ki; bazı alimler, ayetlere yüz çeviren, akletmeyen, anlamak istemeyenleri ölülere benzetmiştir. Bu açıklamalara karşılık, ölmüş kişilere ne söylenirse söylensin duymazlar. Biraz düşünürsek eğer hangi açıklama yapılırsa yapılsın neticede ölenlerin tüm duyularını kaybettiğini, bu dünya ile olan ilişkilerinin sona erdiğini anlaya-biliriz. Şahsen ben, ölenlere talkın verilmesinin bir dini emir olduğuna inanmıyorum. Olsaydı Yüce Kuran’da açık ayetlerle bildirilirdi.
Toparlayacak olursak; İslam; Kuran ışığında ve Hz. Muhammed’in o mümtaz hayatı örnek alınarak yaşanmalıdır. Hurafelerden, uydurulan hadislerden ve ne olduğu belirsiz ahlaksız dinbazların istismarından kurtarılmalıdır, diye dü-şünüyorum.