Selefi olan Sultan bilekleri kesilerek katlediliyordu. Cellatlarının omuzuna dirseklerini yaslayarak fotoğraf çekilmenin şehvetiyle başı dönerken, bir avuç Batı menşeili çapulcu tarafından koca imparatorluk hürriyet nidaları altında uçuruma sürükleniyordu. Yerine kendini yönetebilecek kadar bile akıl sağlığı yerinde olmayan bir taht varisi layık görülmüşe de, yönetilebilecek kadar dahi akli melekeleri yerinde değildi.
Kısa süre sonra tahta O otursa da sanki taht onun omuzlarına oturmuştu. Geldiğinde imparatorluk koca bir kaosun içindeydi. Kapıda olan Osmanlı-Rus
savaşı, maceraperest paşalar tarafından tetikleniyor, şovenist bürokratlarca elleri şişercesine alkışlanıyordu. Oysa Kıbrıs’tan Mısır’a kadar her taraf uçurumun ucundaydı. Çok geçmeden tarihe bir kara leke olarak geçen, Anadolu insanının 93 harbi diye anacakları büyük soykırım Anadolu’yu kasıp kavuracak, vebali sultanın boynuna yüklenecekti.
Kızıl Sultan diye andıkları sözde istibdat döneminin müstebiti Ulu Hakan ise, bir yandan uçuruma doğru hızla giden İmparatorluğu durdurmaya çalışırken, bir yandan da tabuları yıkıyor, meclisi açıyor, meşrutiyeti ilan ediyor, eğitim seferberliği başlatıp, kız okulları açıyor, yargıyı bağımsız tutmaya çalışıyordu. Siyası idam kararlarını veto ediyordu. Saltanatı boyunca sadece 11 adi suçlunun idamına onay vermişti.
Ama Neyzen’in kaleminden şu mısralar dökülüyordu.
Kal’a-i âsâr-ı zulme verdim istihkâm-ı tam
Ettim istibdad ile tarihe ibka-ı nâm,
Sonraki yıllarda yağmalanmasıyla hafızalarda kalacak olan Yıldız Sarayının sakini en dindarının ‘Yıldızdaki baykuş’ ithamlarına maruz kalırken, İstiklal şairinin şu mısralarla gazabına uğruyordu.
Yıkıldın, gittin amma ey mülevves devr-i istibdâd
Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir mülevves yâd!
Sultan tahtan düşürülürken altında aslında koca imparatorluk kalmıştı. Sultan muhafazasına memur edilen Debreli Zinnur’a “Bana en çok dokunan, bu mason taslağını bir Yahudi’nin tebliğ edişi olmuştur” diyordu. Çünkü tahttan indirmekle Yahudi Emanuel Karaso, Ermeni Aram Efendi vs. görevlendirilmişti. Türk Yurdunu savunmak için Sultanı tahtan indirenlerin tebliğ heyetinde ne acı bir hakikattir ki Türk yoktu.
Sultanın gidişiyle birkaç yıl içinde Balkan
savaşları ve 1.
dünya savaşı başlamıştı. Kendi döneminde yaşanan toprak kayıplarının hiçte benzeri olmayan bir şekilde altı asırlık koca İmparatorluk buz dağından kopan buz parçaları gibi paramparça olurken, Sultanın dilinden; Beni evhamlı sanıyordular. Oysa ben sadece gafil değildim, diye ağır sitemler dökülüyordu.
Sultan gittikten sonra tarih hayalperestlerin düşledikleri gibi yazılmayınca, günah çıkarmalar da başlamıştı.
Rıza Tevfik;
Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz, derken
Fethi Okyar şöyle itiraf ediyordu.
Ne
vatanı idare edebilecek kadromuz, ne de kadroyu terkip edebileceğimiz felsefemiz vardı.
Süleyman Nazif;
Pâdişâhım gelmemişken yâda biz,
Hasret olduk eski istibdada biz, diye mısralar diziyordu.
Akif ise pişmanlığını boz kağıtların kirli yüzüne şu mısralarla döküyordu:
Nasılda kadrini vaktiyle bilmedik, tuhaf iş
Semer değil o rahmetlininki devletmiş
Enver Paşa’nın dilinden Mersinli Cemal Paşa’ya;
Biz Turan yapmak istedik, viran olduk. Asıl mesuliyetimiz Sultanı anlamamamız, siyonizme alet olmamızdır. Acıdır lakin hakikat budur, sözleri dökülüyordu.
Sultanın indirilmesinde katkısı olan yetkililerden birini bir İngiliz yetkili Lord Kamarasında şöyle aşağılıyordu:
Biz sizi yönetebileceğimiz kadar ahmak sanmıştık. Lakin siz yönetemeyeceğimiz kadar ahmakmışsınız.
Ronald Storrs sadece Arap isyanının, İngiltere vergi mükelleflerine maliyeti 11 milyon sterlin olarak bildiriyordu.
Rıza Tevfik’in şu mısraları sonraki dönemlerde hakikat olarak önümüze gelecekti.
Tarihler ismini andığı
zaman Sana hak verecek ey koca sultan.
Nitekim Sultan hayattayken genç bir subay olan Mustafa Kemal Cumhurb
aşkanlığı döneminde Sultanı acımasızca eleştiren genç bir gazeteciye şunları söyleyerek en üst perdeden hakkını teslim ediyordu.
Bak
çocuk! Tecrübem göstermiştir ki toprakları üzerinde yaşayan insanların ahvali meşkuk ve hudutları düşmanla çevrili büyük bir devlette Abdülhamid’in idare tarzı azami müsamahadır.
Yıllar sonra Sultanın ardından Necip Fazıl tarihe şöyle bir şerh düşüyordu.
Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır.
Bu
dünyadan ilmi, siyaseti, ahlakı, adaleti, erdemli duruşu ve devlet adamlığıyla bir Sultan geçmişti.
İlber Ortaylı’nın deyimiyle; Dünyanın son hükümdarı, son evrensel imparatoru Sultan ll. Abdulhamid Han geçmişti.
Rahmet ve minnetle.
31 Mart olayı- Rumi 13 Nisan 1909
27 Nisan Sultanın hal edilmesi.
10 Şubat 1918 Sultan’ın vefatı.