1
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
362
Okunma

“Dünya dediğimiz rüyalar âlemi, bir uykuda gezerin şaşkınlığı içinde kapısından giriverdiğimiz bir evse eğer, edebiyatlar da, alışmak istediğimiz bu evin odalarına asılmış duvar saatlerine benzerler,” diyor, Orhan Pamuk Kara Kitap adlı eserinde. Bende o şaşkın uykuda gezerlerden biri olduğumu fark ettim. O an yönümü duvarımda asılı edebiyatlara çevirdim. Bir baktım ki vakit vedayı gösteriyor. İçimde hafif bir rüzgâr esmeye başladı. Gözlerimdeki perdeler aralandı. Kaburgalarımın arasında sıkışan ruhuma hüzün doldu. Vedanın tadını hissettim. Önlenemez bir çaresizlikle büyüyordu ve sözcükler… ‘’(Alıntı)
Bir kentin ışıklarında saklıyım aslında karanlığın sergüzeşt v/edasında bir kımıltı misali belki de o ölü tespih böceği kaç bin tespih tanesine b/ölünmüşse artık ve atıl sevgilerin da çoktan miadının dolduğu bir coğrafya misali, kıtalar aştığım kentler gezdiğim yol yordam bilip de yarı yolda bırakılmışlığım kadar da buruk iken içim içimi hoş delicesine bir muradı dillendirdiğim.
Nakkaşıyım rüzgârın aslında rüzgârın ta kendisi.
Isısı düşmüş o ölü beden misali.
İsyan sonrası bir af, sözcüklerde saf tutan bir sarraf ve işte ikbalini önceden kestiremeyen yaralı beyitlerin gizeminde tek yürek tek nefes, yanan İlahi Ateşin parlayan çehresinde sır dolu sonsuz kıvılcımla hemhal ve işte umudun tarhında sevginin tarlasında deryalara tekabül eden bir derviş misali içine sığındığım tek kişilik tekkem ve de öncesinde bir ömrü geçirdiğim dibi delik teknem…
Hem özgürüm hem de özgün…
İkbalinde saklı dün ihsan yüklü gönlün tükenmediği kadar da sevginin külünden yeniden doğabilmenin mizacı ve mihrabı ile adımladığım ömür…
Nerede değilsen orada mutlu olacakmışsın hissi; Zaman-mekân mefhumundan çok daha fazlası.
Hiçbir gölgeye sahip olamamak ve hiçbir gönlün gölgesine sığınamamak…
‘’Hiçbir yere ait olamamak, yine zaman ve mekân şikâyetinden azade bir mağlubiyetin teselli cümlesidir. Ve bir sıkışmışlık, bir boğulma hissi.
Bu tükenmişlikte yeni insanlar tanımak şöyle dursun, tanıdıklarını da unutmuştur.
İnsanın en ağır yükü yine kendi oluyor bu yolda. Gariptir çoğu kimse kendine verdiği zararın sadece fiziksel müdahale ile olabileceğine inanıyor. İnsan, kendine verdiği ruhsal acının derinliğini görebilseydi… Nereye ait olduğunu bilir miydi ya da nereye ait olmadığını…’’(Alıntı)
Önce karanlıktı içime çektiğim ve çekinesi değilken mevcudiyetim karıştırdığım ruhun karmaşık ve kilitli tüm çekmeceleri.
Renkler ve de akabinde karanlığı deldiğim kadar mahcubiyetin gizeminde saklı bir sırrı ve işte unutulmuş silik bir yazı, düşlerin gerçeklerle muhaberesinde saf tutan af ettiğim kadar tüm insanlığı ve işte soyağacım ve işte solumda nükseden o devrik ve devingen sızı.
Naif.
Nazik ve de…
En nazlısından bir buket güle burun kıvıran hangi dikense izimden gizime ifşa ettiğim renklerden gök kubbeye yüreğimle serptiğim kâh bir kıvılcım kâh bir kıvanca meylettiğim…
Günsüz bir gecede asılı:
Gecenin de ansızın verilmişken fetvası.
Hızına yetişemediğim döngünün tek rüyası…
Hazzın eşiği değil bilhassa haiz olduklarımla eşleşen yetinme duygusu ve mermer mezar başlığıma da nüksedecekken iken o tek cümlelik yazı:
Ben miydim cihana fazla yoksa cihan mıydı yüreğimden taşan isyanın deminde af dilediğim Rabbin nezdinde pimimi çekip de prim vermeden ölüme ölümsüzlük iken şiarım ve işte pekişen acım dinmez nazım niyazım…
Temkinle yaşadığım.
Tevazu yüklü tek mirasım gönlümden taşana biat gönülsüz bir hayata inat tüm gönlümü verdiğim Sonsuzluğun Mızrabı elbet Rabbim tek sırdaşım ve o tek kırık dalda büyüyen bir sevda masalı misali coşkun goncaların raksında tutuklu dilimin nakşında ve her ölü şiir asılı iken na’şıma…
Hiçbir hissi tam manasıyla hissedememek.
Bu hiçbir yere, hiçbir şeye ait olamama hissi, belki de hissedilenin en samimisi.
Ve belki de bu hiçlik; ait olunan tek yurt.