- 501 Okunma
- 6 Yorum
- 17 Beğeni
Sûr
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kadim Olan Aşk
Öyle sararıp solmuş, yapraklarını dökmeye yüz tutmuş ağaçlar gibi durma karşımda. Ölümü çağırma, yangın yangın bakma gözlerime. Ölürüm, boyun eğip gözlerinin kederine.
Gözlerinle, ellerinle, dudaklarınla, sesinle yandım, kül ol git diyorsun. Dallarıma yuva kurmuş kuşlar, uçtu gitti bak.
Ölecekmiş gibi durma karşımda, aynı toprağa gömmeyecekler bizi.
Ah nasıl çağırıyorsun, susa susa, susaya susaya, susuzluğuna, yani bana nasıl da öl artık diyorsun.
Allah da görüyor, sen evrenin ayaklanması gibi, kıyamet kopmuş gibi ölümü çağırıyorsun.
Ayazına, düşüne, cennetine, cehhennemine razıyken, İsrâfil’in Sûr’a
üflemesi gibi ölüme çağırıyorsun. Bir tek ben duyuyorum seni, yıkıla yıkıla, yedi kat yerin dibine çağırıyorsun. Sen beni en sessiz çığlığınla mezarına çağırıyorsun.
Halini hatrını soruyorum, iyimisin diye merak ediyorum. Ah sen, nasıl olduğumu bilmek istemiyor, sormuyorsun? "En emin olana emanetsin" dediğimde, “Allaha’a emanet ol” demiyor, diyemiyorsun.
İyi değilim, değilsin, bundan mı hal hatır sormuyorsun. Gözlerini, sözlerini benden esirgiyorsun. Yana yana bizi öldürüyorsun.
Öyle masum durma karşımda, bir kanadı da benim bu mazlum aşkın?
Öyle, türkü türkü, şarkı şarkı, şiir şiir kaçırma gözlerini. Kucak aç kavuşalım da demiyorum. Mezarımızı kazıp durmasan ya karşımda.
Azrail’im değilsen, öldürme kalbinin elleriyle bu aşkı.
Deli ol divane ol, derviş ol, düş çölüme çıplak ayaklarınla yürü kızgın kumlarımda.
Ölmüş gibi bakma gözlerime, kafesini yumrukluyor ruhum, yapma.
Etme, öldürecek bizi şu gözlerinle okuduğun vakitsiz Selalar.
Dilsizsem düştüğüm ateşinden, sesize çektiysem acımı kırk asır hattrına o güzel gözlerinin. Duymuyor musun ruhum hâlâ çığlık çığlığa, göğsümü yırtarcasına kopmuş kıyametim.
Okuduğum onca dua, göğüne kuş olup ferahlatmadı mı göğsünü, olmadı mı bir nefes.
Şükür dediğim, Allah’a yakınlığım, diz çöktüğüm rahlede okunanım, yıkılıp da bu sevdayı çaresiz küllere bırakma.
Şimdi; bitsin kıyamet, üflesin İsrâfil ikinci Sûr’u da dirilelim.
Lütfen, beni öldüren sen olma!
Sude Nur Haylazca
(Vaha Sahra)
YORUMLAR
Efendim Rabbini bilen haddini de bilir
Allah'ın verdiği günleri müsaadeyi boşuna değil hoşuna gidecek şekilde kullanan haddi aşmamış olur
Evet ölüm gelecek bizi dünyadan silecek
Sur üflenince kul her şeyi görecek
Tebrikler
-Sude Nur Haylazca-
Amenna,.
Mazlum dört gözle bekler durur o günü...
Eyvallah
bu dünya, âşk âğyâr misali bir zindan, karanlık bir mahzen; içinde bir mum misali titreyen benim.insan, bu zindanda müebbet hapis, gönül ise hicran içinde mahpus. ruhun kirlenmesi, bu mahzende biriken tozların, karanlıkları daha da koyulaştıran pasların hikayesidir. âh ile başlayan bir devrin sonu, vaveyla ile yanan bir feryadın başladığı yerdir. uz ile harap olmuş gönüller, gurbetin bağrında savrulan yapraklar gibidir.
kirlenme, şeb-i yeldâ gibi uzar da uzar, bir türlü sabaha ermez. içinde mey olan sevda ise bu karanlık gecede âyyaş, perîşan olmuş bir gül gibi solmuştur. visalino hayaliyle yanıp tutuşan gönül, şimdi firak ateşinde şem misali yanıp kül olmaya mahkûmdur. her gece bir hazan rüzgarı gibi eser, mey dolu kadehlerin sarhoş ettiği aşklar, birer birer firakın karanlığına çekilir.
aşk hicranın derin izlerini taşır. kader, sanki sahrâda kaybolmuş bir yusufcuk gibi, hicrânın ateşinde yanmıştır. hüznün ağında kalan felek, artık ferahın yüzüne bakamaz. gönül, muhabbet dolu bir şehriyar idi; şimdi ise garîb bir derdin pençesinde, gözyaşı döken bir miskin midir?
mecnun’un çöllerde leyla’yı aradığı gibi, insan ruhu da bir zamanlar sevdâ ile aydınlanan meşk dünyasını arar. fakat o dünya artık gurbet’e dönüşmüştür. gönül, âh ile titrer, firâk ateşiyle kavrulmuş, muhabbetin lezzetini unutmuştur. gözyaşı döken mecnûn, muhabbet dolu bir şebte dilrubasını arar, fakat hasretin derinliğinde kaybolur.
âlem, nağmelerin sustuğu, bülbüllerin firak içinde hapsolduğu gülzârdır. zühre’nin yüzü kararmış, âsuman ise artık ziya vermez olmuştur. şeb bir türlü şafaka ermez, seher vakti bir şeb-i yeldâ gibi uzar da uzar. güller artık âşiyânda değil, mezarlarda şebnem döker. mey kadehleri boştur, sarhoşluk bir rüyada kaybolmuş gibidir artık.
muhabbet, bir zamanlar şairlerin dilinde şiir olup dökülürdü; şimdi ise firakın karanlığı, mısraların içinde vaveylaya dönüşmüş. divan edebiyatının gözyaşı döktüğü, sahrâda mecnûn gibi kaybolduğu bu dönem, muhabbetin yitip gittiği bir hasret çağının başlangıcıdır. şairler, firak ateşinde yanan gönüllerini, feryat ile haykıran şiirler yazmışlardır.
hicran, perişan bir gönülün ayrılık içinde kaybolduğu bir matem gecesidir. mâh(ay) ile güneş, birbirinden uzak, birbirine hasret kalmıştır. gönül ise bu hasretin pençesinde, ferahı unutmuş, keder içinde bir bülbül misali ayrılık ile titremektedir. gözler ziyâdan yoksun kalmış, kâseler meysiz, gönüller sevdâsız kalmıştır. nefes almak bir elem, yaşamak ise bir feryata dönüşmüştür.
karanlık gece, ancak seher vaktiyle sona erer. gönülde saklı olan ziya, tekrar parladığında, şairler yeniden sevdâ dolu şiirler yazacak, gülşende bülbüller muhabbetle nağmeler dökecektir. muhabbetin ışığı, şairin kaleminde yeniden hayat bulacak, gönüller ayrılığın karanlığından seherin aydınlığına kavuşacaktır. hasret sona erecek, gönüllerdeki uz ateşi, muhabbetin berrak sularında sönecektir. gözler, ziyânın nuru ile yeniden aydınlanacak, gönüller sevdâ ile dolup taşacaktır.
tebrikler 🙏🙏🙏
-Sude Nur Haylazca-
Kim Helal Kıldı isimli şiirimde şöyle demiş idim, metropolün ortasında işveli işveli gezerken, herkes Mecnun herkes Leyla kim Helal Kıldı bize bu rolü Yarab! Sanki severken haddimizi aşıyoruz, benim haddini aştığım kesin... Kendime diyorum bunu yanlış anlaşılmasın.
Sevgiler, eyvallah
CaNMaYBuL
bu seher vakti kadar uzayan ve yıldızları dahi solgun bırakan firak türküsüne, mecnun’un çölünden ve leyla’nın göğsünden savrulan bir hüzün yağmuru ekleyeyim. bak her kelime birer damla, her damla âlemin narin kalbine işleyen bir iz bıraksın. bu âlem, sanki sadece firak için yaratılmış, her şey ayrılığın soğuk gölgesine bürünmüş. hasretin karanlığında büyüyen bir mumun ışığında, yürekler birbirine dönük ama uzak. uzak ve yorgun; işte bu, kim bilir kaçıncı baharın hayal kırıklığıdır.
ya sen eyy metropolün kaybolan yüzü, “herkes mecnun, herkes leyla” diye bir feryat yükselttiğin o an, aşkın sonsuz kayıtsızlığında mı buldun kendini? yüzyıllar öncesinden y bir nağme gibi, varoluşun içindeki o kadim şiire dönüşürken mi hissettin bu rolü üzerimize kim koydu diye? aşk, sanki üstünde hak iddia edemeyeceğimiz, ama yine de boyun eğdiğimiz bir ferman gibi. onun karşısında, haddini aşmak nedir ki, haddimizi aşmasaydık nasıl mecnun olurduk, nasıl leyla. severken kaybolmak haddine dair değil yokluğa doğru bir teslimiyettir.
gönlün ayrılıktan usandığında, yeniden seher vaktine dönmek umuduyla titrer. ama bil ki, o seher vaktinde dahi kadehler meysiz, gözler ziyâsız, sözler eksik. her feryat bir öncekinin aynısı, her aşk bir öncekine selam gönderen bir hasret nişanı. biz bu zindanda bu mahzene mahpus, gönlümüzü hicranla yoğurduk; çünkü aşk, her yüreğe kısmet olan bir oyun değil, yalnızca bazılarına öğretilen bir yasak gibi.
işte böyle metropolüm ortasında, işveli işveli gezerken yine fısıldayacaksın içinden: kim helal kıldı bu aşkı bu ayrılığı, bu hicranı. belki kimse, belki de hepimizin kaderinde vardı bu yanıp kül olma, bu vaveyla. ve biz haddimizi aşarak değil, o hadsizlikten aşkı bulduk; sevdaya adanan her bakış, firakı onurlandıran bir selam, hasreti kutsayan bir özlem, ve her şairin kaleminde yeniden can bulan o kadim aşk masalı….
âşk haddini aşmaktır…