3
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
353
Okunma

Kendin olmak Kezban olmak mı?.. Neden o adı kullanılırlar, onu da anlamam ya: Aptallık derecesinde saflığı, köyden şehre inmişliğin şaşkınlığını anlatmak için… Öylesine bir ad oysa... Neden Ayşe, Özlem değil de Kezban?.. Neyse, konu o değil… Sonuçta öyle yerleşmiş günlük dile… İşte o Kezban’lardan olmama savaşımı veren ne çok genç kızımız var kim bilir bu rengârenk çiçekler gibi hemcinsleri içinde?!..
‘Mahalle baskısı’ değildir de nedir bu dayatma; “şunu şunu yapman gerek” diyen o listeyi öne sürerek… Yazılı olmasa da yazıdan da beter zihinlere kazarak harflerini, o yasaların… “Üniversitelisin artık, öyleyse… Şunları şunları yapacaksın!.. diyen.
“Erkek arkadaşın olacak bir kere, Kezbanlık yapmanın âlemi yok.
Her gece barlara gidecek, kafayı parlatacaksın. Medeni dünyanın kızı değil misin? Hanım hamımcık oturmak yok öyle evinde. Her adımınla, her hareketinle Kezban olmadığını, bizden olduğunu göstermek zorundasın bize…”
Dindar insanların mahallelerindekini aratmayan bir baskıyla; ayrı bir dini hüküm sürdürmek, yazıya dökülmeyen o yasalar aracılığıyla…
“Başını ört, namaz vaktini kaçırma, yan gözle bir erkeğe bakma… Okul biter bitmez başın önde, sağa sola aklın, gözün kaymadan eve dön. Evde de işlerin bir ucundan tut, ileride evinin kadını olacaksın madem, şimdiden öğreneceksin kadınlığın vazifelerini…” türünden kurallarla, ‘dindar bir ailenin kızı’ olarak; koca bir hayatı sadece o dinin mensubu olmakta ifade eden bir ‘dindar genç kız modeli’nin içini doldurmaya zorlanan o gencecik kızlar gibi…
İşte aynen o kızların başka bir versiyonu değil mi öbür yakanın genç kızları da; en azından bir kısmı?!.. ‘Medeni dünya’ denen o karşı yakanın…
Onlar da başka bir kalıba dökmeye zorlanmıyorlar mı hamurlarını? İstedikleri şekli verme özgürlükleri olmayan o hamur… “İsteyen o belirlediğiniz şekilde var olsun… Medeniyeti öyle yaşasın… Ama ben farklı bir şekilde medeni olmak istiyorsam ya..?” demiyorlar mı içlerinden arasıra da olsa?!..
“İçmesem olmaz mı mesela gecenin bir körü o barlarda? Evde otursam, ailemle vakit geçirsem… Bütün gün çok özlüyorum onları. Kalbim çok çarpmadan, içim ısınmadan, sadece siz dayattınız diye bir erkeği yaşantıma almasam, o en değerli duyguyu daha başka bir şekilde, daha anlamlı kılacak bir özenle, usul usul yaşasam… Atlı koşturmuyor ya… Daha gencim, her duyguyu yaşayacağım zaten bir şekilde… Akıp gidiyor zaman, dönüştürerek her şeyi…
Daha dönüşmeden yeterince, hazır hissetmeden kendimi; Kezban olup da güldürmeyeyim kendime diye… İçimden gelmeyen şeylerle mi doldurayım hayatımı yani? Hoşlanmadığım bir kitabı yarıda bırakıp çok sevdiğim bir yazarın kitabına yönelir gibi, öylesine doğal bir şekilde bu oyunu da bırakamaz mıyım yarıda? Siz oynamaktan hoşlanıyorsunuz diye ben de mi oynamalıyım ille de? Sevmediğim bir oyunu ille de zorla mı oynamalıyım Kezban olmamak için?!” demiyorlar mıdır?!
Dolu dolu yaşanan bir hayatın, istenmeden okunan bir kitaba dönüşebileceğini kimileri için, “zevkler renkler tartışılmaz” sözünü hayata geçiren bir örnek teşkil edebileceğini göremiyorlar mı, o hayatı tercih etmeyenlere ‘Kezban’ diyerek onları ille de kendilerine benzetmeye çalışanlar?.. Onların ‘yaşamak’ olarak gördüğünü diğerlerinin ‘sevmedikleri bir oyun’ olarak gördüğünü..?