1
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
391
Okunma

Her şeyden önce Cumhuriyet kadını Osmanlı tokadı atar mı? Atar. Voleybolcuysa eğer atabilir. Yaptığı sporun kimyası buna müsait açıkça.
Siz bakmayın, Cumhuriyet düşüncesi Osmanlı’ya nasıl bakar, olumlu bakar mı ki, bu sistematikte Osmanlı tokadının yeri olsun diye soracak, sorabilecek zevata.
Efendim, dayanaksız şahsi bir şey söylüyor değilim. Tarihsel hadiseleri değerlendirirken şarkın duygusallığıyla değil de, garbın bilimsel çizgisinde bakmalıyız. Bu da, olguları, devirlerin koşullarını kollamayı gerektirir. Yok efendim, yüce Atatürk şunu dedi bunu dedi, ya da içimizdeki Sabetayistler öyle yaptı böyle yaptı değil. Yüzyıl öncesinde dünya konjonktürü nedir, tüm yeryüzünü kasıp kavuran siyasi, felsefi, kültürel, iktisadi akımlar nasıl bir yapılanma peyda etmekte, bunların önem arz ettiği kuşkusuzdur. Bunlara topluca koşulların gücü diyebiliriz de. Aksi yaklaşımlar ise Kemalizm ile Osmanlıcılık arasında bir asırdır meydana gelen met cezir manzaralarını ancak ortaya koyacaktır.
Öyle ki, Cumhuriyeti kuran nesil Osmanlı’nın kuruluş ya da yükselme devrinin değil çöküş döneminin mirasçısı idiler, tarih gelenek algıları buna göre şekillenir bir. İkincisi 19’uncu asırda Fransız ihtilali ve sanayi devriminin uzantısı olarak önce Avrupa’yı tasallutu altına alan, giderek Osmanlı aydınlarına da sirayet eden siyasi, ideolojik, felsefi cereyanlara dikkatle eğilmek gerekecektir. Ki devamında 20’inci asrın ilk yarısı nasıl bir insanlık tablosuna uyanmakta? Bin dokuz yüz kırk beşe kadar yeryüzünü ablukaya alan siyasi atmosfer faşizm ve komünizm arasında yaşanan gelgitleri, tsunamileri önümüze koymaktadır. Arka planda Siyonizm’in, emperyalizmin oynadığı roller ise kuşkusuzdur. Bu tablonun yansıması olan sanatsal, felsefi cereyanlar ise Tanrıtanımaz bir sürrealizmin, irrasyonalizmin tezahürleriyle dopdoludur. Bir bunalım çağına uyanacaktır insanlık açıktır ki.
Bu argümanlara dikkat ettiğimizde tarihimizin yakın uzak her evresine yapıcı, serinkanlı bir gözle bakmak beraberinde gelecektir zaten. Çocuksu yaklaşımlara kaynaklık eden duygusal tarafımızdan arınacağız her şeyden önce.
Baştaki anlatıma dönecek olursak, Cumhuriyet kadını Osmanlı tokadı atar. Dediğim gibi, Voleybol mesela buna çok müsait bir spor dalı. Ellerin, avuç içlerinin, omuz, bacak kaslarının gelişimini düşünsenize. Sportif branşlar içerisinde bir voleybolcunun tokadını düşünmek bile istemem şahsen ben.
Burada temel itiraz Cumhuriyet kadınının ulusalcı bir çizgide bir Asena damarı oluşturmaya daha müsait olduğu, Nizamı alemci yönelimlere kapalı olabileceği noktasında gelecektir. Ne ki, tarih boyunca nasıl ki, milletlerin, ülkelerin bir gelişim çizgisi bulunmakta, tokadın sosyal tarihinde de erken göçebelik, yarı göçerlik, yerleşiklik hallerini izlemek mümkün olmaz mı? Açıktır ki, dünya tokat tarihi bu konuda en yüksek seciyede Osmanlı tokadını kaydetmektedir. Yerküre yuvarlağında geliştirilen tüm tokat türleri içinde zirve şaheseri derim de; yok artık! Sen benim aklıma mukayyet ol diyeceklere bir küçük müjdem de yok değil hani.
Şöyle ki, bizim burada arz ettiğimiz bireylerin birbirini birincil anlamıyla tokatlaması elbette değil. Türk voleybolunun kadınımız kulvarında uluslararası sularda, semalarda nasıl yankılandığından, düne kadar bu sporun birincil ülkelerine nasıl kök söktürdüğünden bahsediyorum bilakis. Bu süreçte tokatlamadığımız seçkin, saygın takım kaldı mı acaba? Ne mümkün efendim, tablo ortada. Hiç kuşkusuz bu kutlu mücadelenin sonu yok. Gerçekleştirilecek başarılar henüz bulunmakta. Türk kadınının, kadınımızın neleri başaracağının, başarabileceğinin ucu bucağı da gözükmüyor. Kızlarımız enerjik, dinamik, coşkulu temelde öyle bir sinerji ağı oluşturuyor ki sormayın gitsin.
Nihayet, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın” sözü ne kadar da manidar durmaktadır, değil mi?
L.T.