2
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
668
Okunma
Evimden onbeş bin km uzakta okyanusun kenarında çok yüksek bir kayanın tepesinde tek başıma oturuyordum. Güneş aynı tüm umutlarım gibi battı batacaktı.
Akşamın serin rüzgarı, görebileceğim en sert öğretmen gibi ardarda tokatlayıp duruyor, ben onu görmezden geldikçe daha şiddetli vuruyordu. Sanki canımı yakarsa beni ayaklandırabileceğine dair büyük bir inanca sahipti. Bir ara gözümden akan yaşları, benim silmeme bile müsade etmeden kendi hiddetiyle kayalara savurdu. Çok inançlı, istikrarlı ve güçlüydü. Ona odaklanmamı başarmıştı. Dünyanın yükünü sırtımdan almış ve aklımı ona kilitlemişti. Sanki zulmüne ne kadar tahammül edebileceğimi sınıyor, ben sabır gösterdikçe kendi gücünden şüphe edip hiddetleniyor, hatta bu sabrımın sebebini anlayamadığı için nedenini merak edip, dört bir yandan saldırıyordu.
Oysa herşeyin açıklaması ne kadar basitti.
Ben onun için orada değildim, o beni istese de istemese de birazdan çekip gidecektim, insanın bir süreliğine uğradığı yaşam gibiydim..
Sonra düşündüm "ya öyle değil de, bana başka birşey anlatmak istiyorsa" diye ve başka bir açıklama daha keşfettim.
"Kalk" diyordu "benim doğam bu, durmayı bilmem yıkarım, sabır gücün var diye sabır göstermek zorunda değilsin haydi kalk git".
İnanın bu çok fena bir kalkış yani uyanıştı.
Belki bir gün o konuyu da uzun uzadıya anlatırım ama kurban verdiğiniz "var" larınıza lütfen tekrar bakın, üzerinde bir daha düşünün.
Aslında "yok" olan şeylerin, gerçekte "var" olan şeyleri tüketmesine izin vermeyin. Geç kalmadan harekete geçip varlarınıza sarılın.
Serpil Çavuşoğlu
Nam-ı diğer: Serp