1
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
578
Okunma

Ünlü bayrak şairimiz Arif Nihat Asya merhum bin dokuz yüz elli seçimlerinde Adana’dan mebus adayıdır. Kazanır da. Seçim çalışmaları sırasında bazı dostları, sen bir işe girdinde Kasım Gülek, Kemal Satır gibi dev isimler var karşında derler kendisine. Seçim öncesi üstat miting yapacaktır ahaliye karşı. Konuşmasını planlar, kürsüye çıkar ve söze başlar: Sevgili Adanalılar! Benim can kardeşlerim! Seçim çalışmalarım sırasında kimi dostlar bana Kasım Gülek, Kemal Satır gibi devler karşısında şansın ne ola ki diye sordu. Yurttaşlarım, bu tip yaklaşımlar açıkça bana daha ziyade cesaret verdi. Öyle ya, siyasette bugüne kadar hep devlerle karşılaştık, biraz da insan görün istedim demektedir. Yıllar sonra bu hususa değindiğinde, o gün bu girizgâhtan sonra kopan alkıştan meydan çökecek sandım diyecektir.
Gerçekten de, 14 Mayıs 1950 bir inkılap günüdür yakın tarihimizin sunduğu gelişme dinamikleri platformunda. Tek partili dönemden çok partili döneme geçiş bin dokuz yüz kırk altı olsa da, asıl neticesini bin dokuz yüz elli seçimlerini takiben verecektir. Halk katmanları genelinde ise tek parti dönemi baskısından kurtuluş anlamını verir siyasal toplumsal tarihimizde.
Kuşkusuz 29 Ekim 1923 tarihli Cumhuriyetimizin ilanı temel ve büyük bir inkılap olmaktadır tarihimizde. Büyük Atatürk’ün liderliğinde Monarşik sistemden kopmanın taşları döşenmektedir o vakit. Her ne kadar Cumhuriyet demokrasiyi getirdi mi eleştirileri hep yapılsa da, yeryüzünde de cumhuriyetle demokrasinin koşut geliştiğini örneklemek oldukça zor olmalı. Fransa 1789 devriminden sonra en az yüz elli yıl kendini bulamaz mesela. İngiliz her ne kadar Meşruti idareyle demokrasisini taçlandırsa dahi, on yedinci asırda bir Cromvell dönemini yaşamaktadır. Hani derim ki, ülkelerin tarihinde safhalar hiç de safra atar misali anlık gelişmemektedir.
Bizde de asırların Monarşik çizgisinde kodlanmış toplumsal, siyasal genetiğimizin bir gecede ya da birkaç sene içerisinde, yahut bir iki nesilde değişmesi beklenmezdi elbette. Şu kadar ki, anın yaşanırken yüklediği olumsuzluklarda vardır, bireyler ve kuşaklar üzerinde. Demem şu ki, devirler müspet ya da menfi yönde yekpare bütünsellik arz etmemektedir.
Şöyle ki, kimi vakit yirmi yedi yıllık tek parti devri formatlamasının aksine olarak bin dokuz yüz yirmi üç otuz sekiz ve otuz sekiz elli arasını ayrı değerlendirmek taraftarıyım. İnkılapların yorumlanmasındaki Pragmatik, dogmatik perspektif ayrımı ya da dış politikada atılganlık, temkinlilik yaklaşım farklılığı, öte yandan iç siyasette halka inebilme, bürokrasiyi aşabilme gücü bağlamında tatbikat Atatürk döneminin lehine dikkat çekebilir de.
Şu kadar ki, bin dokuz yüz ellide Bayar, Menderes yönetiminde hamle üstünlüğünü yakalayan Demokrat Parti’nin “yeter söz milletindir” söylemiyle de ifadesini bulduğu biçimde büyük bir atılımı gerçekleştirdiği şüphesizdir. Sosyal ve politik alanda muazzam bir enerjinin açığa çıktığı ve ülkemizi dönüştürmenin yepyeni ilk adımlarının atıldığı aşikârdır. O dönemde sosyal psikoloji üzerinden okunduğunda yirmi yedi yıllık bir tek parti sultasına son verildiği açıktır. Dolayısıyla bu dahi on dört mayıs bin dokuz yüz elli tarihinde yaşananın bir seçim zaferinden ibaret olmayıp başlı başına bir devrim niteliği kazandığıdır. Düşen bir takvim yaprağı değildir açıktır ki.
O gün bugündür farklı çevrelerde kabaca devrim düşmanlığı, kibarca karşı devrim nitelendirmeleri temelsiz ve bilimsellikten uzaktır kanımca. Öyle ki, devrimcilik adı altında sergilenen tutum Anadolu’nun ahalisini rençber ya da asker görmek noktasında o denli eleştirdiğimiz Osmanlı yönetimsel zihniyetinden farksızdır işin ilginç yanı. Dedim ya üstte, asırların yüklediği genetik kodlar. Yassıada sürecinin hazin neticesiyle başbakan ve bakan idamlarının dahi Osmanlı’da sadrazam idamlarından, infazlarından farkı ne ola ki? Siyasi rejim üzerinden şekli fark bulabiliriz ancak. Sadrazamlarda o çağın başbakanları değil mi nihai noktada?
Ne çare ki, Yirmi Yedi Mayıs ve Yassıada süreçlerinin ülkemiz toplumsallığına ve politik işleyişe armağan ettiği travmatik psikolojik neticelere bağlı olumsuzluklar bulunmakta. Demokrat Parti döneminin farklı görüş açıları etrafında sağlıklı biçimde sorgulanmasını, muhasebe edilmesini ve dahi eleştirilmesini hayli müşküllü kılmaktadır mesela. Yine son yarım asrı aşkın merkez sağ siyasetin rant, duygu sömürüsü, oy deposu alanını teşkil etmektedir bu tarih evresi.
Söz gelimi iki binlerin Demokrat parti kurulumu da bunun bir parçasıdır bana göre. Kuranların ellilerin DP evresine sevgi, muhabbet, bağlılık duyduğu kuşkusuzdur. Ne var ki, devir değiştiğine göre, bambaşka koşullarda, zaman diliminde anakronik durmuyor mu acaba böylesi tavır almalar? Dolaylı neticesi maziyi sömürmek değil de nedir? Ola ki maksat bu olmasın.
Şimdi de Sayın Cumhurbaşkanımızın iki bin yirmi üç seçimlerinde takvimi on dört mayıs olarak belirlemesi karşımızda. Burada gayem iktidar muhalefet dedikodusu yapmak değil kesinlikle. İktidar bilakis, yirmi yıllık başarılara da sahip, karşılığında milletimizin kararlı teveccühünü kazanmış bir siyasi istikrar modeli olmaktadır. Muhalefet çevrelerinin ise bu süreçlerde aymazlıkla, lafazanlıkla, beceriksizlikle, öz güven yoksunu ve itimat uyandırmayan bir çizgide yürüdüğü muhakkaktır. Bugün dahi “Bremen Mızıkası” nı ancak andıran tutarsız bir ittifak modeli kel alaka parantezde önümüzdedir açıkça. Bir heyecan, bir panik, bir savrukluk gidiyor hani.
Efendim, haddi be! Diyeceklere inat iktidarında, muhalefetinde dostuyum oysa. İktidar yirmi yılın başarılarına sahip, muhalefet ise demokrasinin olmazsa olmazıdır çünkü.
Amma velakin, Reisicumhur büyüğümüz gaf yapmıyor mu burada? Yaptığı açıklamada, milletimiz bunlara yine yeni yeniden “yeter söz milletin” diyecek dese de doğru bir yaklaşım değil bence. Nedeni basit aslında… On dört mayıs bin dokuz yüz ellide olan bu hükûmetinde karşı olduğu ya da en azından sıcak bakmadığı, mesafe duyduğu bir yapının tahakkümüne karşıdır. Oysa bugün aynı hükumet modeli yirmi yıldır işlemekte, yürürlükte. E Sayın Cumhurbaşkanımız yeter söz milletindir demekle kendisine ve AKP hükumetine baraj koymayı düşünmediğine, düşünmeyeceğine göre. Bu yaklaşım Formel düzlemde zorlamalı bir hal almıyor mu?
Tek imkân noktası ise altı yedi yılda denk geldiği düşünülürse, on dört mayısın bu sene de pazara gelmesi. Ne çare ki, Allah tarafından zannı uyandıran avantajın dezavantaja da kapı araladığını unutmamalı bence. 🙂
L.T.