3
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
620
Okunma

Bir tatil yöresine gittiğim zaman çevresindeki köyleri dolanmayı da çok severim.
Yine böyle çevre köylerden birini dolanıyorken, tek katlı kireç boyalı bir evin önünden geçerken, yeşil elmalarla dolu dalları bahçe dışına taşmış o ağaç gözüme takıldı.
Canım nasıl da çekmişti bir tane koparıp yemeyi.
Göğsüme yakın yüksekteki bahçe duvarına yanaştım ve içeri bir bakındım. Kimseyi görememiştim. Usulen de “Kimse yok mu?” diye seslendim.
Ona da cevap gelmeyince, cüzdanımdan iki lira bozukluk bulup, kâğıt mendil üzerinde duvarın üzerine bıraktım.
Sonrasında göz kirası diye yakaladığım dallardan birinden, irice bir yeşil elma kopardım. Mis gibi de kokuyordu mübarek.
Tam bir diş ısırmış, yürüyüp gidiyordum ki, “Al bu da benden olsun!” diye bir ses duydum ve arkasından küt diye bir şey çarptı tam ense köküme.
Taş atıldı sandım önce, sonra baktım bir başka yeşil elmaydı bu yuvarlandı düştü önüme.
Fena yakmıştı canımı.
Arkamı dönünce bahçe duvarının ardında kızgın gözlerle bana bakan ihtiyarı gördüm.
-Oldu mu yaptığın amca bey?
-Senin yaptığın oldu mu peki dedi. Sordun mu elma alabilir miyim diye?
Geri döndüm ve duvara yanaştım.
-Haklısınız ama ben kimseyi görmemiştim içerde. Seslendim de üstelik. Bir cevap alamayınca bir tane koparttım. Bakın ayrıca duvarın üzerine 2 lira bıraktım. Az geldi ise söyleyin, üzerini tamamlayayım.”
İhtiyar soluna bakınca kâğıt peçete ile duvarın üzerine bırakılmış bozuklukları görünce, yüzü fena bir düştü.
Başımdaki şişliği ovalayarak geri döndüm gidiyordum ki, ihtiyar arkamdan seslendi.
“Dur hele dur evlat… Böyle gitme!”
Geri dönüp baktım, el ediyor bana “Lütfen gel” diye.
Sıcaktan bunalmış, dolanıp durmaktan da aslında yorulmuştum İhtiyar ne söyleyecek onu da merak edince, teklifini kabul edip bahçenin tahta kapısını itip içeri girdim.
Koca bir kuyu vardı orta yerde üzerinde çıkrığı, hemen yakınında bir çardak, altında köşe bir sedir ve ortasında ahşap bir masa.
Haydin dedi İhtiyar hele geç otur şöyle. Ardından sordu.
-Çok mu acıdı başın?
-E acıdı tabi. Tam ense köküme geldi attığın elma.
İhtiyar pişmanlık içinde başını iki yana sallarken, “Acaba bir bardak su istesem mümkün mü, dedim.
”Elbet” deyip, eve koşturdu.
Az sonra da elinde bir toprak testi, iki alüminyum kupa geri döndü. Bir elinde de buz peti vardı. Bana uzattı.
-Koy bunu evlat acıyan yerin üzerine… Şişini indirsin.
Ardından toprak testiden kupalara ayran doldurdu ve birini bana uzattı.
-Haydi, buyur afiyet olsun.
Arka arkaya iki kupa ayran içtim, buz gibiydi. Bu sıcak havada çok iyi gelmiş, susuzluğumu gidermişti.
İhtiyar “İster inan, ister inanma evlat dedi. ilk kez birine bunu yaptım, o da sana rastladı” dedi. Üzgünüm gerçekten, hak etmemiştin bunu sen.
Bir elimle de buz petini bastırıyordum başımın arka tarafına.
-Üzülme dedim. Sinir herkese her şeyi yaptırır böyle. Ardından, amca bey yalnız mı yaşıyorsun, evin hanımı yok mu?” diye sordum.
“Yüzü yine düşmüştü. Vardı elbet evlat, dedi. Ama akıl gitti teyzende. Bilmedi o kimdir, ben kimim birkaç yıl. Geçen sene de beni yalnız başıma bırakıp göçtü gitti.
Anlamıştım elbet sıkıntıyı “E dedim, yok mu çoluk çocuk, torun torba falan?
-Onlar da var elbet de başka şehirlerde yaşarlar, dedi. Önce okumak için gittiler. Sonra eşlerini bulup, yuvalarını oralarda kurdular. Tatil zamanları gelirler ancak beni ziyarete.
-Haklısın… Hayat şartları böyle gerektiriyor bazen amca bey dedim. En azından arayıp soruyorlarmış, o da bir şeydir, dedim.
-He ya! Yok, bir şikâyetim evlat.
-Peki, özel olmazsa sorum amca bey, dedim. Geçimini nasıl sağlıyorsun, onlar para gönderiyor mu sana?
İhtiyar tahminen 75 yaşlarında vardı. Köy insanıydı neticede, belki de daha gençti ama güneşten kararmış elleri yüzü kırışıklarla doluydu, yıpranmıştı.
-Benim iki üç tarlam var, ancak kendim ilgilenemiyorum artık, kiraya veriyorum, dedi. Oradan gelirim var. Eh ev kendimin. Arka bahçede bir ineğim iki üç koyunum, birkaç tavuğum var.
Yumurtamı alırım her sabah, sütümü sağarım, kendi yoğurdumu peynirimi, yağımı yaparım. Yani kendime yetiyorum be evlat. Ama haklarını yemeyeyim çocuklar da gönderir üç beş ara sıra.
-Ne güzel, böyle kendine yetebilmek. Çok memnun oldum, dedim buna.
İhtiyar… E oldu mu ama dedi. Hep ben konuştum sen dinledin. Hele de bakem, sen köyümüzde ne arıyordun?
-Biz yıllık tatile geldik bir gurup arkadaşımla amca bey. Ben çevre köyleri gezmeyi görmeyi de çok severim. Onlar denize gitti, ben bu gün buraları gezmeyi tercih etmiştim dedim. Kısmette sizi tanımak varmış.
Eh artık ben müsaade isteyeyim, dedim. Arkadaşlarım merak etmesin. “Hele dur iki dakika daha,” deyip, yeniden eve koşturdu ve elinde bir plastik poşet geri döndü.
Bahçesinde elma dışında, şeftali kırmızı erik ağacı vardı. Bir naylon poşete birkaç yeşil elma, şeftali, erik ve çardağın üzerinden iki üç salkım siyah üzüm topladıktan sonra;
-Bak evlat öncelikle senden özür dilerim. Bu konuda öyle doluyum ki sana patladım. Her geçen yerli turist, elmaları koparacağız diye asılırlar dallara. Hem de öyle senin gibi kibarlık yapıp göz hakkı bir elma falan da almazlar, yolarlar ağacı. Hâlbuki sorsalar ben veririm seve seve.
Ne yapacağım o kadar meyveyi? Gelseler bahçeye ara sıra, senin gibi iki laf etsek karşılıklı ne de güzel olurdu.
E peki düşünmedin mi yeni bir hayat arkadaşı yanına. Yalnızlık zor neticede.
-Yok be evlat, koyamam kimseyi, benim kaşık düşmanının yerine.
-Kaşık düşmanı mı?
İhtiyar güldü.
-He ya! Sen gençsin tabi… Bilmezsin bu deyimleri demi! Eşlere böyle denir buralarda, tabi o da laf olsun deyi.
Ben ayaklanınca, naylon poşeti elime tutuşturdu. “Buyur dedi, yersiniz arkadaşlarında beraber afiyete.”
Ardından sordu. “De bakayım, affettin mi bu ihtiyarı?”
“Elbette, dedim. Çoktan unuttum gitti. İçin müsterih olsun.
O kısacık sohbet bile ihtiyara iyi gelmişti. Kendini affettirmiş olmanın mutluluğu ile kapıya kadar bana eşlik etti.
Elimde bir torba meyve, kafamın arkasında minik bir şiş ama mutlu, tuttum otelin yolunu.
*