2
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
628
Okunma

Uzun zamandır kapalı çarşı tarafına gitmiyordum.
Oysa Beyazıt girişlerinden birinden girip, dolana, baka etrafa Eminönü’nden çıkartım bir zamanlar. Büyük keyifti benim için bu.
En çok vakit geçirdiğim yer de bedesten olurdu. Eski eşyalar, takılar, renkli taşlar müthiş ilgimi çekerdi. Ufak tefek bir şeyler de ille ki alıp çıkardım oradan.
Artık eskisi gibi uzun uzun yürüyüşler yapamıyordum, o yüzden de arabamla gidip, bir otoparka bıraktım ve çarşının kapılarından birinden içeri girdim.
Kuyumcu dükkânları hiç ilgimi çekmezdi benim, zira mücevher seven biri değilim. O yüzden ara sokaklardaki hediyelik satan dükkânlar, daha çok ilgimi çekerdi.
Etrafa baka baka biraz dolandıktan sonra yine kendimi bedestende buldum.
Yan yana dizili dükkânların vitrinleri ve kapı önleri, her zamanki gibi, yıllanmış süsler, gümüşler, takılar ile doluydu. Ancak fiyatlara bakınca, benim için sadece bakılık olmuştu.
O yüzden sadece göz zevkimi yerine getirmekten öte gidemedim. Bu bile güzel vakit geçirmeye yetmişti diyeyim. Ancak, yorulmuştum, artık evin yolunu tutsam iyi olacaktı.
Çarsının kapısından çıktım, epey yürüdükten sonra, yanlış çıkışı kullandığımı fark ettim. Doru çıkışı bulmam şarttı, zira arabamı bıraktığım otopark o çıkışın sonundaydı.
Neresiydi, bulacağım diye dolanmaktansa, birine sorayım istedim ve karşımda duran bir dükkânın önüne geldim. Demirci atölyesi gibi bir yerdi sanki. Koca makaralara sarılı değişik kalınlıkta teller vardı etrafta. İçeri doğru girdim ve karşıma çıkan kişiye, bir adres sormak istediğimi söyledim. Allah’tan otoparkın adı kalmıştı aklımda. Adam beni cevaplamak yerine, içeri doğru seslendi.
-Hey, millet!!! Beklediğimiz kişi geldi.
Benden bahsetmiyordu herhalde.
Dönüp arkama bir baktım bu sesleniş üzerine. Ama benden gayrı kimseler yoktu.
“Buyurun şöyle içeri geçelim, bayan” dedi adam. “Maşallah talih size güldü. Şanslı gününüzdesiniz.”
Belli ki biriyle karıştırıyorlardı beni.
-Yok! Beklediğiniz kişi falan, değilim. Sadece falanca otoparkın yerini soracaktım ben size.
Birkaç kişi etrafta ellerinde cep telefonu bekleşirken, camekânla bölünmüş odada oturan bir şahıs da kapısı açıp çıktı dışarı.
“Lütfen buyurun hanımefendi” dedi. “Söyleyeceklerime şaşıracaksınız eminim, ama biz gerçekten de sizi bekliyorduk.”
Ona da aynı açıklamayı yapma ihtiyacını duydum haliyle.
-Siz karıştırdınız sanırım, ben dükkânınıza sadece adres sormaya girmiştim.
-Olabilir, ama buraya girecek ilk kadına ki burada onlara hitap edin bir ürün satılmaz. Ülkemizin önde gelen zenginlerinin birinden, büyük bir sürpriz olacak. O kişi de siz oldunuz.
Allah, Allah dedim içimden.
Dükkan hakikaten kadınların ihtiyaçlarına hitap eden bir yer değildi. Buraya hangi kadın girsindi. Ben de zaten anlattığım gibi adres sormak için girmiştim.
Hangi şans gülüyordu ki bana şimdi?
Adam ardından dükkânın sahibi olduğunu ve adını saklı tutacağı o ünlü iş adamının, bu dükkânına girecek ilk bayana yüklü bir miktarda para bağışlayacağını vadettiğini söyledi.
Etrafıma bakındım bir kamera falan var mı? Öyle ya ne alaka? Bu bir kamera şakası olabilirdi ancak. Ancak patron o bakınmalarımın neden olduğunu anlamıştı.
- Yok… Yok! Bakınmayın öyle boşuna, dedi. Bu bir kamera şakası değil gerçek.
-Peki, siz ne kadar paradan söz ediyorsunuz?
-Eh! Bayağı yüklü bir miktar!
-50 bin… 100 bin gibi mi? İyi bir miktardı durup dururken verilmek için.
Adam gülümsedi.
-Çok daha fazlası.
Şaka mı? Gerçek mi? Adamlar benimle dalga mı geçiyordu bilmiyorum ama içerinin bütün ışıkları yakılmıştı ve dükkânın iki elemanda ellerinde telefon çekim yapıyorlardı.
Patron masasının önündeki koltukları göstererek oturmamı rica etti. Zaten biraz daha ayakta kalsam, bacaklarımın titremesinden yere yapışabilirdim.
Her türlü ihtimal de geçiyordu aklımdan. Ancak dükkânın giriş kapısı oldukça geniş ve açıktı. Gelip geçenleri rahatlıkla görebiliyordum. İçerdeki insanlar da bana aşırı saygılı davranıyordu.
O yüzden burada bana bir şey yapılır gibi bir endişeye pek kapılmamıştım. Ancak hala bu söyledikleri doğru mu değil mi işte onu anlayamamıştım.
-Size, armağan edilecek para 3 Milyon lira hanımefendi.
Bu cümle söylendiğinde kulağımda bir uğultu oldu ve kalbim ağzıma geldi sanki.
-3 Milyon TL mi?
-Evet, hanımefendi 3 Milyon lira. Üstelik de…
-Üstelik de ne? Dahası mı var yani!
-Şöyle ki hanımefendi. Bu paradan yaptığınız her harcama, doğru yerlere gittiğinde, harcadığınız kadar miktar yine üzerine ilave olacak.
Mantıklı harcama ne olabilirdi ki. Aklıma ilk gelen kiracı olduğumdu ve kendime güzel bir ev almak olabilirdi.
İkinci olarak belki gereksiz sayılabilirdi ama arabamı yenilemek isterdim. Üçüncü olarak da ihtiyaç sahibi bir iki genç kız bulup, ben de onların destekçisi olurdum mutlaka.
Kafamdan bu hesapları yapıyordum ki, kulağımda çınlayan, telefonumun alarm sesiyle gözlerimi açtım. İlaç saatimin geldiğini hatırlatıyordu bana.
Tüm bunların bir rüya değil miymiş meğer.
Bunu anlayınca büyük bir hayal kırıklığı yaşamadım desem yalan olur. Durup dururken hesabıma yatacak bir 3 Milyon TL. Az para mıydı yani.
*