- 141 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İNSAN DİNOZORA DÖNÜŞÜNCE
Evrende hiçbir şey yokken, hatta Evrenin kendisi bile yokken bir ışık parçası vardı.
Bu ışık nur gibi parlamıyordu, çünkü o nurun ta kendisiydi.
Bu ışık parçası gittikçe büyüdü, büyüdükçe parladı.
Karanlık olan her taraf yavaş yavaş aydınlanmaya başladı.
Büyüyen ışık zamanla Evrene dönüştü.
Önce düşünceyi keşfetti sonra da aklı.
Düşünce akıldan daha önceydi.
Düşünce ve aklı keşfeden Evren zamanla öyle büyüdü ki başının ve sonunun olmadığını gördü. Çünkü baş ve son birleşmişti.
Yani Evren oydu her şey oydu. Ondan başka ne bir canlı ne de cansız vardı, sadece o vardı.
İşe önce kendisini tanımakla başladı.
Milyarlarca yıl geçti aradan.
Aradan hiçbir şey geçmedi.
Çünkü zaman diye bir kavram yoktu.
Düşünüp aklından geçirdiği her şeyin elle tutulur, gözle görülür hale geldiğini gördü.
Ondan sonra fazla söze gerek yoktu.
Sadece ol dedi.
İnsan oğlunun tanıyıp tanımadığı tüm meslekleri öğrendi.
Her mesleğin incelikli sırlarını öğrendi.
Sonunda dünyayı yaratmaya karar verdi ve “ol” dedi.
Dünya oldu ve bir kez daha ol dedi.
Kendisini o yarattığı Dünyanın içinde gördü.
O zaman yürü dedi ve ikinci sözcüğü kullandı.
O hâlâ yürüyordu.
Başından başlayıp sonunu bulmaya çalıştı.
Peki son dediğin neydi ki?
Son diye bir şey var mıydı?
O da bunların cevabını aramaya başladı.
Demekki ol demenin de, her şeyi bilmenin de ötesinde bir şeyler vardı.
Peki o her şeyin ötesinde olan neydi?
İşte herkes onun peşindeydi.
Cenabı Allah insanı yarattığında dünyayı henüz yaratmamıştı.
İnsanın planlamasını dünyaya göre yapmıştı, ama ortada henüz yaratılmış bir dünya yoktu. İnsan denilen canlıyı yıllarca izledikten sonra kararını verip, ona uygun olan dünyayı yarattı. Fakat bu yaratılış ne hokus pokusla, ne de bir büyüyle oldu.
Bir mühendis gibi onu en ince ayrıntısına kadar hesaplayarak yarattı.
Dünyanın yaratılışında dört ayrı malzeme kullandı.
Bunlar ateş, su, hava ve topraktı.
Dünya ilk yaratıldığında her tarafı yumuşak olup sanki bir bataklığı andırıyordu.
Bu bataklık zeminin çiğnenip dış kabuğun sertleşmesi gerekiyordu.
Bunu da en iyi kimin yapacağını düşünüp dinozorları yarattı.
Ve dinozorlar dünyada ilk yaratılanlardı.
Yine bu dinozorlar küçük olmayıp çok büyüktüler.
Bunların içerisinde kocaman bir gökdeleni ayakları altında sinek gibi ezecek kadar olanları vardı.
Bunlar süs olsun diye yaratılmamışlardı.
Hepsi de bir görev için gelmişlerdi dünyaya.
Bunlar dünyaya indirildikleri andan itibaren yiyip içip çoğaldılar.
Seviştiler, seviştikçe çoğaldılar.
Çoğaldıkça dünyayı çiğneyip basmadık yer bırakmadılar.
Dağlar ve dere yatakları oluştu.
Çok sert basılan yerlerde zamanla kayalar oluştu.
Henüz denizler olmayıp, her taraf kara parçasıydı.
Çünkü yumuşak bir zemini suyla doldurmak yaratılışın mantığına aykırıydı.
Bu dinozorlar dünyayı milyarlarca yıl olmayıp milyonun altında bir süre çiğnediler.
Dış kısımları çiğnenip kabuk bağlayan dünya tüm sıvı maddeleri iç kısmında topladı.
Zamanla bu sıvı maddeler kendi içinde ayrışıma uğrayıp birbirinden ayrıldılar.
Herkes kendi oluşum kanallarını seçmişti.
Dünyanın iç kısımlarına sıkışan sıvı maddeler yukarıdan gelen basınçla dış kısımlara doğru yayıldı.
Su gözeleri ve petrol yatakları oluştu.
Petrol ve suyu gereği gibi kullanan olmadığı için, dışarıya fışkıran kısımlar bir biçimde toprakta yeniden kayboldu.
Ve ilk insanlar dünyaya geldi.
Bu ilk gelenler çok şey biliyorlardı ama hiçbirşey bilmiyormuş gibi yaşadılar.
Çünkü her şeyin bir zamanı vardı.
Her oluşum ve her olay ayrı bir zaman dilimine yerleştirildi.
Zamanı gelmiyen hiçbir şey diğerinin önüne geçemedi.
Zamanı gelenler teker teker devreye girerken, zamanı gelmeyenler sırasının gelmesini sabırla bekledi.
Zamanı geldi ve dünya sulara boğuldu.
Denizler ve okyanuslar oluştu.
Zaman onun zamanıydı.
İnsan denilen nesne yine çoğaldı.
Yaşayıp gelişti.
Bu arada yaşanılan bir zaman dilimi geride kaldı.
Bir gün geldi insanlar petrolü keşfetti.
Yaşayıp ona bağımlı hale geldi.
Yeryüzünde artık sudan çok petrol tüketiliyordu.
Fakat petrol su gibi ucuza alınıp satılmadığından, uğruna kelleler koparılıyordu.
Bazen açıktan bazen de gizli acımasız bir savaş sergileniyordu.
Petrolü olmayanların petrolü olanlara bağımlı olması gerekirken, tam tersi bir süreç yaşanıyordu.
Petrolü olanlar petrolsüzlere bağımlı hale gelmişlerdi.
Bu da böylesi bir süreçti.
Fakat bu işleyen mekanizmanın ne fizikte ne de matematikte bir karşılığı vardı.
Yani hesapsız vede kitapsız bir mekanizmaydı işleyen.
Bu bir nevi doğa kanunlarına da aykırıydı.
Fakat insan denilen varlık işi kitabına uydurmakta epey yol katettiği için bu işi de kitabına uydurmakta herhangi bir zorlukla karşılaşmadı.
Fakat unutulan birşey vardı.
Dünyanın dış kısmına kadar ulaşabilen rezervler tükenmeye yüz tutmuştu.
Açıktan olmasa da gizliden bir korku insanı esir almıştı.
Ya rezervler tükenirse ne olacaktı?
Gökdelen büyüklüğünde dinozorları nereden bulupta çiğneteceklerdi dünyayı?
Bunu birisi sezinledi ve birdenbire söz dinlemez bir dinozora dönüştü.
Yani insanoğlu dinozorlar dönemine geri dönüyordu.
Bu dinozor özünde bir insandı.
Fakat önceki dinozorlar da insandılar.
Onlar da şimdiki dinozor gibi ne yaptıklarını bilenlerdi.
Yeryüzünde dinozora dönüşen insan önüne gelen yeri rastgele çiğnedikçe, dinozorlaşamayanlar şaşkına döndüler.
Dinozorun ne yaptığını anlamadılar ama anlamaya çalıştılar.
Yeryüzündeki dinozor yaşadığı bölgeden iyice uzaklaşıp başka bölgeleri çiğnedi.
Kendi bulunduğu bölgeyse her zaman elinin altındaydı, orayı ne zaman olsa çiğnerdi.
Bu dinozor dünyanın rastgele bölgelerini rastgele bir şekilde çiğneyip dokuz yahut on ton basıncında ayak izleri bıraktı.
On tonluk basıncın basma hızı basıldığında birkaç kat birden artıyordu.
Yani dinozor her bastığı yeri içine geçirip, içi boşalmış olan dünyayı iç kısımlara doğru sıkıştırıyordu.
İç kısma doğru bastıran dış kabuk, orta kısımlarda bulunan sıvı maddeleri dışarı doğru zorluyordu.
Bunun anlamıda sıkıştırılan sıvı maddeler bir gün dayanamayıp dışarıya fışkıracaktı.
İşte o zaman anlayacaktı dinozorlaşamayanlar dinozorun neden dinozorlaştığını.
Asıl kıyamette o zaman kopacaktı.
Peki bu dinozor dünyanın dış kabuğuna bu basıncı uyguladığında hiç mi bir şey olmayacaktı? İlk dinozorlar dünyayı eşit bir şekilde çiğnemişlerdi.
Ayrıca şimdiki gibi beton yığınına dönüşmüş kentler yoktu.
Şimdi ise dengesiz bir basınç birçok kentin yerle bir olmasını beraberinde getirebilir.
Ama petrole de ihtiyaç var, her şey ona bağımlı hale gelmiş, insanlar aç mı ölecekti o zaman?
Bu da gösteriyordu ki insanlık artık depremler dönemine giriyordu.
Yani insanlık tümden yok olmaktansa, depremlerde kaybettiği canlarla yetinecekti.
Tümden yok oluş değilde bölgesel yıkımlarla durumun üstesinden gelinecekti.
Bölgesel yıkımlarsa bölgesel ağlayıp sızlamaları beraberinde getirecek.
Bu kabağında kimin başına patlayacağını kimse tahmin edemezdi.
Hiç kimsenin ummadığı bir anda umulmadık birisinin başına patlayabilirdi.
İki gün görmüş baba karşılıklı oturup uygarca tartıştılar.
Bunlardan birisi insanların babası olup, diğeriyse dinozorların babasıydı.
Dinozorların babası dediki:Bunca yıldır sizin çocuklar yaşadı, artık onları al ve geriye ver dünyayı bana.
-Daha öncede sizin çocuklar yaşamıştı.
-Onlar bir görev için gelmişlerdi. Doğru dürüst yaşamadan zamanı doldurup gittiler.
Ama sizin çocuklar fazla yaşadılar.
-Benim çocukların sayısı fazla, ayrıca verilen zamanı sonuna kadar kullanmadılar henüz.
-Zamanı tam kullanmadılar ama her olumsuz olayda benim ve çocukların gücünü kullanıyorsunuz.Artık dayanacak gücümüz kalmadı.
-Ne kadar daha idare edebilirsiniz?
-Gücümüzün sıfır noktasına ulaştık. Artık hasta sayılırız.
-Sizin ölümünüze razı olamam.
-O zaman bu işe bir çözüm bulun.
-Artık gücünüzü kullanmanıza gerek yok.
-Peki insanlar delik deşik olmuş dünyanın üstesinden nasıl gelecekler?
-Bırakalım ona artık dünyanın kendisi karar versin.
-Yani?
-Yanisi bırakalım insanlar kendi güçleriyle gidebildikleri yere kadar gitsinler.
-Hiç bir şeye karışmayacak mısınız?
-Karışmıyor ve her şeyi kendi oluşumuna bırakıyorum.
-O zaman benim çocuklara haber vereyim, gerekli hazırlıkları yapsınlar.
-Orası sizin bileceğiniz bir iş.
Dinozorların babası bir borudan üfleyince, Evrenin dört bir yanına dağılmış bütün dinozorlar dikkat kesildi.
Bunun anlamı yakın bir zamanda dünyaya yeniden inileceğiydi.
İnsanların babası dinozora dönüşen insanın da babasıydı.
Çocuklarının bir gün insanlığı tümden bırakıp, tam anlamıyla dinozora dönüşmesinden korkuyordu.
Halbuki insanı insan olarak yaratıp insanlığında tutmak için ne emekler sarfetmişti. “İnsanın dinozorlaşmasına ne hacet, insan insanlığıyla dinozorda dinozorluğuyla kalmalı.
İnsanın dinozorluğa soyunması gereksiz bir şey” dedi.
Kararını verdi.
Her şey doğal seyrinde işlemeliydi.
Eğer insanlar kendi kendilerini yok edeceklerse edecekler, ömürlerini uzatacaklarsa uzatacaklardı.
Yani her şey insanın elindeydi.
Eskisi gibi yıkılanı yapmak gibi bir sıkıntıya girmeyecekti.
Uygarca tartışmanın sonunu uygarca bitirip kararlarını verdiler.
Her şey insanın ellerine bırakılacaktı.
O idi her şeyi yapacak olan.
İşte insanın değeri bu derece büyüktü.
Çünkü insan olmak zordu ve onun ötesinde bir şey yoktu.
Herkes insan olmak için uğraşıyordu.
Dinozorların babası ise işareti vermişti.
Kim bilir onun da bir bildiği vardı.
Bölgesinden uzaklaşıp rastgele yerleri çiğneyen dinozorsa yanlış adresteydi.
Çünkü onun çiğnediği yerlerde aradığı yoktu.
Fakat onun da bir bildiği vardı.
O da yanlış yerleri bile bile çiğneyip diğerlerine yanlış adres verebilirdi.
Asıl çiğnemesi gereken yere iyice yaklaşmışta olabilirdi.
Dünyada herkes bu dinozorun rastgele yere on tonluk basınç uyguladığını yazıp çizdi de, neden o on tonluk basıncı yaptığını kimse akıl edip tartışmadı.
Kimse bu on tonluk basınca gerek yoktu demedi ve herkes onun gücünden bahsetti.
Yani asıl hedeflenen olayla on tonluk basınç arasında bir bağ yoktu, ama o on tona kadar bastı.
Bu da gösteriyordu ki bu dinozor asıl görülenin, yahut gösterdiğinin değil de başka bir şeyin peşindeydi.
Bunu görenlerin hiç birisi de işin sırrını bilmiyordu.
Çünkü o bir dinozordu ve ne yaptığını biliyordu.
Diğerleriyse seyirci olmaktan öteye gidemiyordu.
İlginç olansa bu işte herkesin ona yardımcı olmasıydı.
Yani o şimdi kalın bir sicim örüyordu.
Bu sicimin ne işe yarayacağını ise zaman gösterecekti.
Üflenen borudan beklenen sinyali alan dinozorlar savaşa giden atlı arabalar gibi donanımlarını tamamlayıp yola çıktılar.
Bunlar aynen askerlerde olduğu gibi gruplar oluşturup, başlarınada bir komutan atadılar. Komutanın vereceği kararlar doğrultusunda disiplinli bir şekilde dünyaya ineceklerdi.
Hiç bir yeri yakıp yıkıp, zarar vermeden istedikleri yere ulaşacaklardı.
Amaçları önce belirli bir bölgeye topluca inip, oradanda yer yüzüne dağılmaktı.
Bunlar süratli bir şekilde dünyaya yaklaşırken, insanlar çoktan tedbirlerini almışlardı. Dünyanın diğer gezegenlere bakan dış kısımlarını yürüyen merdivenler gibi, yürüyen kalın surlarla çevirmişlerdi.
Bu kalın surları fark edemeyen dinozorlar son hızla surlara yaklaştığında, fren mesafesi çoktan kaybolup gitmişti.
Artık isteseler de duramazlardı.
Nitekim de öyle oldu.
İlk öncüler kazıklama fren yapmaya kalkınca, arkadan gelenlerin bastırmasına dayanamayıp o hızla surlara çarptılar.
Çarpmanın şiddetine dayanamayan surlar parçalar halinde boşluğa yayıldı.
Manzara aynen biri birine girmiş iki düşman ordusunu andırıyordu.
Çıkan sesten dünya sarsıldı ve insanlar panik halinde sığınaklara saklandı.
Boşluğa yayılmış olan kocaman parçalar dengesiz bir şekilde dünyaya doğru yola çıktı. Dinozorlarsa orada bir mola verip sonucu ve olacakları merakla beklemeye başladılar.
İnsanlarsa sığınaklarda olacakları bekliyordu.
Ve insanın bin bir emekle yapmış olduğu el emeği sonuçta başına bela olmuştu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.