4
Yorum
10
Beğeni
0,0
Puan
896
Okunma
Babamın yine iş seyahatleri. Şehir dışına çıkması gerekiyor. Akrabaların yanına bırakacak beni.. Hazırlıklarımızı tamamlayıp arabaya bindik. Hava o gün çok yağmurlu. Silecekler, öfkeli kedi kuyruğu gibi bir sağa bir sola sallanıyor, adeta gözlerimde hipnoz etkisi yaratıyor. Ha uyudum ha uyuyacağım derken ileride yol kenarında bir kadın, dört çocuk sırılsıklam olmuşlar. Sanırım uzun zamandır gelmeyen otobüsü bekliyorlar.
- Baba, alalım mı onları? Üşümüştür çocuklar.
Babam istekli olmasada arabayı durdurdu. Ben henüz "gelin gelin" diye sevinçle el işareti yapıp seslenecektim ki anneleri çocuklarını bir bavula elbise tıkıştırır gibi atıp arka koltuğa, kapıyı "çat" diye kapatırken en son kocaman bir torbayı da oturtuverdi kucağına.
Babam:
- Nereye bırakalım sizi?
Kadın:
-Görümcemlere gideceğim ben. Götürün bir zahmet.
- Görümcen nerede oturuyor hanım?
-Şey var ya hani. Bizim bu çocukları habire yolluyor benim bey. Aslında çocuklarda gitmek istemiyor hiç. Ama o benim herif var ya o benim herif, hay boynu altında kalasıca!. Ne güzel oturuyor çocuklar evde, hem hayaletlerde dolaşıyormuş oranın koridorlarında, ne gerek var kalabalık yer, tutturuyor illa da neymiş efendim "ağaç yaşken eğilirmiş" haberi yok eğilecek kırılacak kolları bacakları. Her gittiklerinde zaten, yara bere içinde geliyorlar eve dizleri dirsekleri.
Kadın, tarifini sadece kendi bildiği lezzetli bir yemeğin püf noktalarını ağzından kaçırmaktan sakınır gibi lafı döndürüp dolaştırıp görümcesine nasıl gidebileceğini uzun uzun anlatırken babamın telefonu çalıyor... Arayan amcam. Ne zaman geleceğimizi soruyor. "Fazlalıklar var" diyor babam arabada, geleceğiz şunları bir atalımda.
Ailecek muhteşem bir kahvaltı yapıyoruz, eve varınca. Babamı uğurladıktan sonra ben odama yerleşiyorum. Tam da o an radyoda bir şair kadın vedalar üzerine ağlamaklı bir şiir seslendiriyor. Amcamın küçük oğlu Erhan geliyor yanıma. On altı on yedi yaşlarında, ufaktan gizli saklı başlamış sigaraya.
- Ebru, babamın sigarasından bir tane kapıp getirsene bana.
Amcam oturuyor balkonda; dudaklarından dumanlar püskürtüyor, paketi ise masada... Erhan kapı aralığından bana bakıyor. Çaktırmadan paketi yokluyorum elimle, paket boş diye karşılık veriyorum hadi çabuk hadi hareketlerine. İşaretleşiyoruz işaretleşiyoruz anlaşamıyoruz bir türlü kuzenimle...
En son "hadi bir dal sigara getir" deyince zıvanadan çıkıyorum "ne yapayım ya, ağzındaki sigarayı mı alıp getireyim" diye bağırıp kendimi sokağa atıyorum.
Arkadaşlarım, oyunlarım...
Küçücük başımın derdini tasasını unutturanlarım ...
Mahalledeki iki katlı eve birileri taşınmış, oldukça kalabalık bir aile. Sekiz-on kadar çocuk. Çoğu da kız. Bende bir sevinç. Ne güzel diyorum içimden; hep birlikte top oynar, ip atlar, sekeriz.
Bakkal Süleyman ben görmeyeli işleri daha da bir büyütmüş. Dükkanın önüne iki masa atmış, bir de elektrikli tost makinesi almış, meyve suyu ve çayla servis yapıyor incecik incecik çıkarttığı kızarmış ekmekleri, mahallenin çocukları da baş müşterileri.
Bizim evimizde o zamanlar ocak üstünde kullanılan tahta saplı, alt ve üstünü bir arada tutacak klips kırılmış, içi simsiyah yanmış, yediğimiz her tostun dış kabuğunu kazımak zorunda kaldığımız kalın ve sem sert tostlar yapan, halam için ise üzerine dantel örtülecek kadar kutsal sayılan özelikle kış aylarında mutfakların vazgeçilmeziydi bu makine.
Yeni kahvaltı yaptığım halde tostun kokusundan mest olmuş, halama ihanet etsem mi etmesem mi diye nefs mücadelesi verirken beni gören arkadaşlar birer ikişer geldi yanıma. Hepsine birer tane çokokrem ısmarladım bakkal Süleyman’dan. Arka sokağa doğru ilerleyip bizi hiç kimsenin görmeyeceğini, duymayacağını sandığımız, her iki tarafında yeni yeni apartmanlar inşa edilen sürekli buluşup toplandığımız o çok gizli mekanımızda oturduk yıkık dökük merdiven basamağına.
Öyle tatlı ve küçücük ki o krem çikolatalar bitecek diye üzülüyordum. İncecik plastik beyaz çubuğuyla kabın dikdörtgen dibininin köşelerinde birikmişleri iyice sıyırıp yerken aklıma dahiyane bir fikir geldi birden:
- Hey arkadaşlar!.. Şimdi kutuların içine toprak dolduralım, ağzını kapatıp geri götürelim. Diyelim ki
"Bakkal bakkal!.. Ya bize paramızı geri ver, ya da bunların yenisini al".
Oy birliğiyle karar verildi. Güzelce doldurduk boş çikolata kaplarına ıslattığımız toprağı. Jelatinini de büyük bir özenle kapatırken azıcık ucunu aralık bıraktık. O ara mahallenin zengin, şımarık ve tarafımızdan hiç sevilmeyen çocuğu Gürkanın bizi izlediğini fark ettik. Arkasında bir şey saklıyor gibi hali vardı. Ona yüz vermeyip doğruca bakkala gittik, meramımızı anlattık. Bakkal Süleyman ellerimizdekini alıp çöpe atarken:
- Sizler akıllı çocuklarsınız. Bu hep o yeni taşınan veletlerin işi. Onların kabahati de yok ki aslında. Anne babalarının bütün suç, yumurtadan çıkanı salıyorlar sokağa.
Yeni çokokremlerimize nefessiz saldırıp büyük bir iş başarmışçasına bakkalı nasıl kazıkladığımızı konuşup gülüşürken "çırrkkk" diye bir ses, karşımızda Gürkan.
- Ne yaptığınızı biliyorum, yakaladım sizi!
- Eyvah!.. Şimdi yandık, gösterecek bakkal Süleyman’a resmimizi.
Birden ağzımın kuruduğunu, çok susadığımı hissettim. Arkadaşım Nurettin ve onun kız kardeşi Asya "hadi bize gidelim" dediler. Hem ne yapacağımızı kararlaştırırız, hem de su içeriz. Üçümüz el ele tutuşup, arkamızdan atlılar kovalıyormuşçasına koşa koşa evlerine gittik. Kapının önünde sıra sıra dizili çokça ayakkabı gözüme çarptı, misafir vardı belli ki. Nurettin önden biz arkadan içeriye girdik, doğru mutfağa. Asya masaya bırakırken cam şişeye doldurduğu musluk suyunu, yapışmıştı şişenin üzerine elinin tozu çamuru. Nurettin temiz elleriyle suyu tazelerken ben de içerden gelen seslere kulak kabartıyordum.
Komşular toplaşmış çay kurabiye sohbet ediyor. İçlerinden bir kadın anlatıyor, yeni aldığı difrizi.
-Vallahi komşular bunu icat edenden Allah razı olsun. Artık konserveyle uğraşmak yok. Üç ay beş ay korunuyor yiyecekler hiç bozulmuyor. Son günlerde üşenir oldum her gün dışarı çıkıp ekmek almaya. Fırına gittiğimde fazla fazla alıp poşetleyip bırakıyorum dondurucuya. Lazım oldukça tek tek çıkarıyorum. Buzu açıldıktan sonra ilk günkü gibi tazecik mis gibi oluyor.
Başka bir kadın atılıyor söze.
-Nasıl yani, biz şimdi sıcak ekmek koysak üç ay sonra sıcacık mı çıkıyor?
Kahkaha sesinden difrizli kadının Gürkan’ın annesi olduğunu anladığımda eteklerim tutuştu birden. Nurettin’in getirdiği suyu kafama dikmiş lıkır lıkır içerken, düşünüyordum.
Biz çok kötü şeyler yapmıştık, üstelikte bunu gülerek, eğlenerek, isteyerek yapmıştık. Gürkan da suç üstü yakalayıp bizim fotoğrafımızı çekmişti. Bakkal Süleyman bize "sizler akıllı çocuklarsınız" demişti. Bakalım aklımızı kullanarak nasıl sıyrılacaktık bu işten.
EbRuAsya //