20
Yorum
23
Beğeni
0,0
Puan
2131
Okunma


Takım elbisesini giyinmiş, elinden ufak şemsiyesiyle merdivenlerde ayak seslerini duyuyorum.
Annemin, ineklerimizi sağar sağmaz sobanın üstünde pişirdiği sütün mis kokusu etrafı sarmış. Elimde su bardağıyla kepçeyi tencereye daldırışım sonra da bir dilim kaymaklı kurabiye almak için tabağa uzanışım daha dün gibi hafızamı zorluyor.
Bu muhabbete diğer sekiz kardeşimin katılmasıyla mutfaktaki sesler dolup dışarıya taşıyor.
Babamın yaş itibariyle bizim için ender rastlanabilecek torunları olması gereken görüntüsüyle ‘‘ benim kıymetli çiçeklerim ” derken o baba gülüşleriyle pozitif enerjisi, sevgisindeki şekillendirici gücü belli etmesi, gönlümüzde tahtını çoktan kurmuştu.
“Ah.” diye içimden geçirerek bir an çocukluğuma gittim. Yaz tatilinden sonra ablamı yatılı okula gönderirken peşine verdiğimiz kekle kapıdan uğurlayışımız, annemin yaşmağının ucuyla gözlerini silişini görür gibi oldum, sızı düştü yüreğime.
Babam, senden sonra teknoloji çok değişti. Telefonun cızırtılı sesinden bir türlü sağlıklı konuşamazdık. Şimdi tüm kardeşler aynı anda dünyanın bir ucunda olsak da sanki bir aradaymışız gibi sohbet ediyoruz. Her konuşmamızda olduğu gibi dün gece yine seni andık.
Başında hep taşıdığın şapkanla ’’yapma babacım, kendine eziyet etme’’ dediğimiz halde ‘‘çalışmayan pas tutar diyerek ’’çıplak ellerinle bahçemizin dikenleri temizlerken ’’nerede kaldınız’’ demesi, yüzüne vuran güneş gibi, su yeşili gözlerin nasıl da parlardı.
Bahçe işlerinin yürümesi için değildi sitemin. Yakınlarında, etrafında olmamızı çok severdin. İmkânsızı başaran cesur mu cesur kızların yaşlılığının deminde etrafında dolanan mis kokulu çiçeklerindi.
Bize, tanımadığımız, yaşadığımız evrende hayatta kalma mücadelesini anlatırken, bilgi hazinenin büyüklüğünü, akıl aynana bırakırdık kendimizi…
’’Zaman, karşınızda korsenin içinde mücadele ediyor’’ der, devam ederdin ’’ Ve siz o korsenin içinde yorgun atların peşinden değil, daha ileri gidebilecek hizaya, Fizan’a yetişemediğiniz gece ve gündüzü takip edeceksiniz. Su bentleri olmayan büyük köprülerden korkmadan ayağınız yere basa basa geçeceksiniz. ’’
Her alanda, çıktığımız tepelerden aşağıya vadiye doğru inerken dimdik değil telaşsızca aykırı yolla zik zak çizerek inmemizin sağlamlığıyla dönüp yeniden tepelere çıkabileceğimizi;
eğer tepeden dik aşağıya doğru yürümeye çalışırsak hızımızı alamayacağımızı sonrasında dizginleri kaybedip vadiye varamayacağımızı anlatırdın. Bu bize yayladaki bazı arazilerimizde, sarp yerlerde yetişen otlarımızı biçip vadiye taşımamızdaki stratejin olmakla birlikte ömrümüzü sıralara koyup hayat mektebinde okumamız, mezun olmamız misaliydi.
Ayağımızı kocaman kamyonun frenine koydun. İnce bir kâğıdın üzerine sakince frene basa basa acele etmeden bilmediğimiz yolları öğretmek, öğrenmemiz için…
Şimdilerde hayal kırıklığımızda gözyaşlarımızı aza indirgemek için, sen olmadan öğrettiklerinle bileğimizdeki saati bozmadan, soluduğumuz havayı kirletmeden adımlar atıyoruz.
Yine de en küçük engelde bile seni anmadan yanımızda olma isteğine karşı koyamıyoruz.
Çünkü senin bizi görmeni, başarılarımızı seninle paylaşmayı, dualarını duymayı, alnımızdan öpmeni özledik.
Ve her sohbetimizin ana konusu olduğunu, saygıyla hürmetle anışımızı bilmeni istiyoruz. Hatta sanki ruhunun da bizimle olduğunu hissediyoruz.
Babam, sen bizim aklımıza düşen su yeşili gözlerinle her su damlacıklarına vuran güneşin oluşturduğu gökkuşağımızsın...
Ümmühan YILDIZ