6
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
1663
Okunma

İçinde insan olmayan evler, üzerinde insan yürümeyen yollar, sokaklarında insan dolaşmayan şehirler, gölgesinde insan oturmayan ağaçlar, dalgasına insan gözü değmeyen denizler…
İnsansız fotoğraflar çektim.
Birkaç kez çok uzaklardaki, fark edilmeyecek yüzleri, fark edilmeyecek kimlikleri olanları çektiğim de olmuştur. Uzaktan baktığımda hiç kimseyi tanımadığım yerlerde, hiç kimsenin beni tanımadığına inanarak bu cesareti kendimde bulduğum zamanlardan kalma...
"Neden beni benden izinsiz çekiyorsunuz", deseler hani... Dillerini bilmediğin insanlara derdini de anlatamazsın. Şöyle geçerken, hayatınıza bi uğradım, diyecek kadarına dahi cesaret edemediğin anlar, en güzel kareler, geride tek bir kanıt bırakmadan uçup gider böylece.
Üç yıl boyunca aralıksız her hafta gittiğim Augustus Tapınağı’nın yanındaki havuza dallarının gölgesi düşen ağacın altındaki ahşap dinlenme bankına oturup hem suyun sesini hem de kimi zaman hafifçe, kimi zaman delice esen rüzgârın, yapraklarla olan aşkını dinlemeyeli de çok uzun zaman oldu. O ağacın altında otururken, kimseyi tanımak zorunda kalmadan, kimseye kim olduğumu anlatmadan ama tuhaf bir kesinlikle hep bir bitişin yerlerdeki gölgelerini gördüm içimin en ücra köşelerinde.
Yavan, ışık almayan, bu avludaki şu havuz başı kadar kalabalıklaşmayan, cılız sesleri, sessiz ya da çok konuşan çocukluğumu, renksiz, yıkık bir duvar dibine sakladım. Ara ara o duvar dibine, gölgesinden bile ürke ürke sevmenin sisi içinden geçerek oturduğumu düşünüyorum. Kendi harabemi yasladığım bir düş duvarından bir başka harabe Augustus Tapınağı’nı seyre dalmak tutarlı, tumturaklı düşlerin kimsesiz yanlarından olsa gerek.
Göz hizamdaki hiç kimse etrafına bakmıyor. Tapınağın boylu boyunca devam eden meander motifinin sınırladığı silik olsa da günümüze kalmış başka bir örneği olmayan şu eşsiz yazıtları, hiç görmeden, hiç bakmadan öylece önünden geçip gitmiştir, kim bilir daha kaç kişi.
İmparator Augustus’un vasiyetini anlatan yazıtın meander motifi ile bezenmesini, yeniden yeniden doğuşa ve Menderes nehri gibi kaynağından denize oradan okyanusa karışan varlığına akışına vurgu yapıp yapmadığını da epeydir merak ediyorum. Bu merakın, anlamı olmayan bir şeye anlam yüklemeye çalışan insan aklıyla da bir ilgisi yok. Ortada bir şey varsa illaki bir anlamı olduğunu bildiğimden ve böyle inandığımdan. Hele ki, bir imparatorluğun kurucusuna ithaf edilen tapınaktaki, Tanrılaşmış Augustus’un yaptığı işleri, hayatını ve başarılarını anlattığı bir yazıtta bunu sadece süs olsun diye yapmadıklarını düşünmemden daha doğal bir şey olmamalı.
İnsanın derinliklerinden çıkıp gelen benzeri düşüncelerin, tıpkı bu meander motifi gibi bir zincirlenişle, birbirini izleyen görüntüler izlenimi vermesi sonsuz direnç gösteren her şeye bir anlam yükleme eğilimi karşı konulamaz bir hâl alabiliyor bazen. Bu dayanılmaz duygu ne pahasına olursa olsun istediği anlama kendini giydiriveriyor.
Paul Lucas’ın, tapınağın duvarlarında devşirme malzemelerin kullanıldığını yazdığını okumuştum. İşlenmiş bir malzemenin böylesine önemli bir tapınakta neden yeniden kullanıldığını anlamakta zorlanıyorum. Duvar örgüsüyle kaynaştırılarak kullanılmış olsa da onun devşirme bir malzeme olduğu binlerce yıl sonrasında bugün bile fark edilebiliniyorken, o duvara ait olmayan, kendini o duvarın bir parçası gibi hissettiremeyen ve hissedemeyen bir bütünsellik bu... Duvarın sahiplendiği bir devşirmelik kimi insanların kendi hayatına ve varlığına uyum sağlayamayışlarını getiriyor aklıma.
Kendi hayatlarında devşirme yaşayanlar ve sırtüstü yatmış düşüncelerim, tüm sessizliğiyle düşen, bir iki kasım yaprağıyla suya silkiniveriyor.
Ankyra,