10
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
991
Okunma

Kadınlara: “Hamileyken en çok kime bakarsan, çocuğun ona benzer.” derler.
Birine benzemek, ya da benzetmek elimizde mi gerçekten?
Bu amaçla olmasa da öykünmelerimizin bu işlevi yerine getirdiğine dair birçok örnek gösterebiliriz. Bunun sonucu olarak evliliklerdeki ‘üstünlük’ dengesini de çocukların cinsiyetleri söyler.
Freud’un birçok tezi bugün tartışılsa da ‘Oidipus Kompleksi’ işlevini sürdürüyor gibi…
“Oidipus kompleksi ya da Oedipus karmaşası, Sigmund Freud’un kurucusu olduğu psikanalitik teoriye göre karşı cinsteki ebeveyni sahiplenme ve kendi cinsinden ebeveyni saf dışı etme konusunda çocuğun beslediği duygu, düşünce, dürtü ve fantezilerin toplamı.” diye tanımlanır. Çocuk sahibi olanlar bu gözlemi zaten yapmışlardır ve sonucunu da yaşıyorlardır.
Erkek çocuk, annenin dominant olduğu evliliklerde doğar en çok. ‘Güçlü kadın erkek doğurur.’ söylemi bunu anlatmak içindir. Özellikle Anadolu’daki ailelerde baba için erkek çocuk soyunun devamı açısından çok önemliyse de anne için erkek çocuk sahibi olmak bir kariyerdir, güvencedir, gelecektir… kısacası, çok şeydir!
Erkek çocuk babanın soyadı vasıtasıyla onun neslini sürdürüyor gibi görünürken aslında anne genetiğinin devamı görevini de yerine getirir. Bilmeden!.. ))
Kız çocuklar da erkeklerin dominant olduğu evliliklerin çocuklarıdır. ‘Erkek adamın erkek çocuğu olur.’ söylemi ne yazık ‘kadının gücü’nün farkına varamayanların söylemidir. Kariyerinde kendini ispat etmiş birçok örnek bu anlamda araştırıldığında sonuç ortaya çıkacaktır.
Kız çocuklar da yasalar gereğince evlilikle soy adları değişeceği için ‘baba soyunu’ sürdüremiyor gibi görünse de o genlerin devamında o sorumludur. İstese de istemese de!.. ))
İşin ilginç tarafı doğan çocuklar ebeveynlerinin üstünlüklerini ispatlamayı ‘benzemek’ kuralıyla da sürdürürler. Kız çocuklar, ağırlıklı olarak babanın kadın akrabalarının ( babaanne – hala gibi ) genlerini taşır, erkek çocuklar da annelerinin erkek akrabalarının ( dede – dayı gibi ) genlerini taşır. Yani üstünlük ispatı devam eder!… )
Üstelik bu benzerlikler her zaman aile bireylerini eşit şekilde mutlu etmese de zamanla kabullenmeyi ve çocuklara o gözle bakmamayı da getirebilir. Buna rağmen bir kızgınlık anında ( benzemekte hiçbir günahı olmayan çocuktan ) bunun hıncı çıkarılır, ‘… kılıklı’ denmesiyle de içten içe hâlâ bir tepki olduğunu ortaya konur.
Beraberliklerinde bu dengeyi yaşadığı halde sonuca itiraz edenler, eşlerinin ‘pasif agresif’ olduğunun farkına varamayanlardır. Çünkü her zaman çok uyumlu gibi görünen bu eşler, aslında içten içe geliştirdikleri tepkilerini açıkça ortaya koymadan uygun zamanı kollayarak yine kendi dediklerinin / istediklerinin yapılmasını sağlarlar… ))
( Bu benzerliklerin, kişilikle hiçbir ilgisi olmadığını da belirtmekte yarar var. Yani ‘dominantlık’ zannedildiği gibi bir meziyet değildir!.. )
Çok yakından tanıdığım bir ailenin bir oğlu – bir kızı var. Erkek çocuk, dayısının ‘her anlamda’ küçük bir kopyasıyken, kız çocuk da babaannesinin birebir kopyası!..
İstisna olarak bunun dışındaki örneklemeler de vardır. Aynı uzaklıkta tanıdığım bir başka ailenin de bir oğlu – bir kızı var. Çocuklar kendi cinsiyetlerindeki ebevenylerinin ‘küçültülmüş kopyası’ gibiler.
DNA sarmalının tümünün şifresi çözülmediği için bu görüşler hep bir tez olarak varlığını sürdürecek.
Bu gözlemlerden sonra beni çok düşündüren noktalar da var:
- Duygularımız, genetiğimizin cinsiyet seçkisinde ne kadar etken?
- Beynimizi biz mi yönlendiriyoruz her zaman?
Gel de çık işin içinden!.. :)))
Ben çıkamadım!.. Ya siz?
5.7. 2020 Serap IRKÖRÜCÜ