Ü R E T M E K ‘’Üretimin yüce bir değer’’ sayılması, yıllar önce kendisine bir alan bulmuştu. Bu alan hepimizin bildiği gibi Cumhuriyet’ten sonraki en büyük yenilik olan Köy Enstitüleridir. Köy Enstitülerinin çoğu bozkırın tam ortasında eskilerin değimiyle ‘’tavşan otu bile bitmez’’ yerlerde kurulmuştu. ‘’Üretimin yüce bir değer’’ sayılması sebebiyle bozkırın kendi-ne has suya hasret, yer yer çatlamış, kıraç topraklarında; belli bir düzen içinde dikilmiş fidanları, sebze bahçeleri, üzüm asmaları, başağa dönüşmüş buğday tarlaları çevre köylülerinin dikkatini üzerine çekmeye yetmişti. Adeta cennet bahçelerinden bir bahçeye dönmüş bu manzarayı ilk defa gören köylüler bir an gördüklerine inanamamışlardı. Enstitülerin girişinde genellikle yüksekçe görkemli bir tak yapılmıştı. Üzerinde de o enstitünün adı yazılıydı. Girişte kapıları yoktu. Bunun anlamı ‘’Burası herkese açıktır’’ demek-ti. Enstitülü öğretmen, usta öğretici ve öğrencilerin imeceyle yetiştirdiği ürünler köylülerin beğenisine sunulunca köylüler de aynı ürünlerden ekmek, aynı fidanlardan dikmek istemiş-lerdi. ‘’Üretmek’’ öyle cazip bir duygudur ki; insanın kanını hareketlendirir, yüksek bir özgü-ven kazandırır. Kendini bildi bileli çalılık, dikenlik, makilik olan bu topraklar birden adeta şahlanmış yeşillik bir alan olup, değişik meyve, sebzelerle dolmuştu. Bu değişimin arkasında adına Köy Enstitüleri dediğimiz ve ‘’üretimin yüce bir değer’’ sayılması vardı. Köy Enstitülerini böylesine önemli yapan değerlerden biri de ‘’üretme gücü’’ydü. ‘’Üretimin yüce bir değer ’’ sayıldığı, üretene saygının olduğu ülkeler dünyaya hük-meder olmuşlardır. Korona salgınıyla bir defa daha görüldü ki; saraylar, villalar, gökdelenler, uzay üstleri, okyanuslardaki uçak gemileri, füzeler diğer bir değişle demir ve beton hiçbir işe yaramadı… İşe biraz da bilimsellik katmak gerekirse ünlü Psikolog Abraham Moslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini hatırlayalım. Üçgene benzeyen o piramidi bir an için gözümüzün önüne getire-lim. En tabanda ne vardı? Nefes almak, açlık, güvenlik, fiziksel ihtiyaçlar… Sıralanıp gidiyor. Sıralamanın en başındaki sihirli iki sözcü ve devamındaki… ‘’nefes almak’’ sonra ‘’açlık’’. Ko-rona salgını tüm dünyayı ‘’nefes almak ve açlık’’ ile tehdit etmiyor muydu?.. Salgın bir bahanemiz, bir miladımız olsun. Gelin; ‘’Üretimin en yüce değer’’ sayıldığı günlere geri dönelim. Dost düşman ikinci defa; ‘’Bu Türkler Çıldırmış!’’ desin. Olamaz mı? Bugün olmayacaksa ne zaman olacak!.. Salih KOÇ 15 Mayıs 2020 Büyükçekmece-İst. |