17
Yorum
23
Beğeni
0,0
Puan
2695
Okunma

Sırtına kışı giydirdiğim çocukluğumu, baharına doğru uğurladım.
Günboyu yanımdan ayırmadığım kalbime, sana daha sıkı sarılmasını öğütledim nedensizce.
Üzerimde ağır bir necva kokusu, güzelleştiriyor kıyılarımı. Bu sırrı ikimizden başka bilen biri daha var, kendimi teslim ettiğim.
Yeni başladığım bu hikâyede, nefesimi temiz tutup, kör’elmiş zihinlerde arınarak yol alıyorum
aşkın en dibine. Aklım, aşk ile yer değiştirdiğinde öğrenmiştim bu yolun çıkışı olmadığını. Bu defa yarım kalmaya niyetim yoktu.
Ankara sokaklarında
şubat ayazını tutuşturup
martın saçlarını ateşe veren
newroz gözlü çocukların
yanık sesli türküleriyle tamamlaya koyuldum bizi
"Kalbini kalın bir kitabın arasında kurutan" şairin, acıtan ölümü geliyor aklıma. Ama ille de ölmeli miydim yokluğunla sınanırken. Senden uzak bir coğrafyada mevsimlerin değişimine şahit olmak da zaten ölümün kendisi değil miydi? Bende "tehlikeli sayılmam" son dönemeçte apansız bir sevmenin pençesine düşmüşüm, hepsi bu.
Çok kere suskunluğuma yenik düştü, sensizliğin yanına bırakılan yalnızlığım.
Sen özlenmeyi sevdiğin kadar bekletmeyi de seversin. Hadi gel kentime diyen dilimin ucuna ektiğin filiz, çoktan kök salan bir ağaç oldu ağzımın içinde. Sana mektup yazacak kağıdı-kalemi, kendi yaprağından ve dalından tedarik ettiğimi kimseye söylemedim.
Bedelini beter ödedi
her defasında
yanlış yere park eden ömrüm
dersini çoktan aldı
Hayalimin içine istiflediğim bir tren yolculuğu sırasında, kompartmana doluşan umuda başımı koyup revize ettiğim duygularla, manzarası aşk olan yerlerden geçiyor benliğim.
Pencere kenarına anı eken bütün bakışlar, şahsıma aittir biraz. Ne kadar "sen" varsa topluyorum gözlerimin içine.
Uzatmayayım
sana, aşka ve şiire uyanamadığım bir sabah
"hatırlaki mahşer günüdür
ortalığa düşmüşüm seni arıyorum"
Cömert Yılmaz