1
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
371
Okunma
Heidegger’e göre yabancılaşma sürecinin başı ’ilgisizlik’miş. Tecrübemle sınadığımda hakveriyorum. Ben de bir insanın ilgisizliğini yabancılaşmasının eşiği sayarım. Beklediğim ilgiyi bulamamak bile bazen bir tür eşiğe dönüşebilir. Hatta hepimiz dostlarımızın ilgisizliklerini bir tür yabancılaşma başlangıcı olarak okuruz. (Eşler arasındaki ilgisizlik de nihayeti boşanmaya varabilen bir süreci başlatmaz mı?) İlgisizlik arttıkça yabancılaşmanın şiddeti de artar. Ve gün gelir, o insan sizin için yabancılardan bir yabancı, hatta ondan da kötüsü oluverir. Zira eloğlunun/kızının sizi tanımamak gibi bir ilgisizlik bahanesi vardır. Bu bir yere kadar geçer de bir akçedir. Fakat aşinanızın böyle bir bahanesi yoktur.
"İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav, o zaman bir de göreceksin ki, seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş!" ayet-i celilesinin bir hakikati de bu pencereden tebeyyün eder. Yani: Yabancılaşma süreci ilgisizlikle ilerlediği gibi dostlaşma süreci de ilgiyle ilerler. Ha, böyle yazıyorum da, dostlarımla hakkıyla ilgilenebiliyor muyum? Yok, hayır, kesinlikle bu meziyete sahip değilim.
Zatımdan şikayetçi olanların yerden göğe kadar hakkı var. Kem huyumun ilk şahidi benim. Yıllar var ki epeyce bir miktar içime kapanığım. Kime zaman/ilgi ayırsam kendi hayatımdan çalıyormuşum gibi gocunuyorum. Rahatsızlanıyorum. Bunda bencillik yok mu? Var. Hem de epeyce var. Fakat aşmam da mümkün görünmüyor. Daha kötüsü: Yıllar geçtikçe bu kapanışın miktarı da artıyor. Bunu da evvelimde sevdiklerimin taleplerine çok fazla "Evet!" dememle ilgili buluyorum. Yeterince korunamadım. Gerekli çizgileri çekemedim. O zamanlar bir ifratta idim. Şimdi bir tefridim var. Aşırılık başka bir tür aşırılığı meyve verdi.
Her neyse. Bunu geçelim. Çünkü şol beyaz sayfanın karşısına kendimden bahsetmek için oturmadım. Heidegger’in ’yabancılaşma’ ile ’ilgisizlik’ arasındaki kurduğu bağın ’ateizm’ ile ’tevhid’ ayrımında farkettirdiği birşeyi konuşmak istiyorum sizlerle. Evet. Bence her türden şirk içerisinde bir nevi yabancılaşmayı barındırıyor. İster deistçe olsun, ister ateistçe, yahut da isterse Tibet öküzlerine tapsın, şirkin her mertebesinin altında Cenab-ı Hakkın bir/birkaç noktadaki ilgisini inkâr var. Yani kim/nereden, hâşâ, Halık-ı Külli Şey’in yaratıcılığını kovuyor kem zannınca, aynı zamanda onun varlığa dahlini de kovmuş oluyor sanrısınca. Onun müdahalesini kovmak ne demek? İlgisini kovmak demek. Daha doğrusu ’inkâr’ demek.
Her şirk böylesi bir ’ilgi inkârına’ dayanıyor. Her kim, Allah’tan hariç bir sebebe yaratıcılık atfediyorsa, bir anı-oluşu-bilişi-müdahaleyi Allah’ın tasarrufundan ayırıyorsa, aslında o bölgeden de bir ilgiyi kovmakta. Evet. Dolayısıyla şirkin en küçüğü dahi bir yabancılaşma sürecinin bidayeti. Gizli şirkler bu ilgisizliğin ilk imâlarını taşıdıkları için açık şirklerin başlangıcı. Tehlikeli. İnsanın riyayla, ucbla veya kibirle inşa ettiği gafil alan dışarıda da paraleli evrenler inşa etmesini kolaylaştırıyor. İlgisizliğe bir kere inanmaya başlayan bu ilgisizliğin her türüne de inanmaya başlıyor. En nihayet ateizmin zirvesine çıkıp topyekün bu ilgiyi inkâr ediyor. Kendisini hiçbirşeyin hiçbirşeyle ilgilenmediği bir yalnızlığa hapsediyor.
Burası da mühimdir bence: Ateizm aslında ilahlığın kavram olarak inkârı değildir. İlahlığın ilgiyi gerektiren sıfatlarının inkârıdır. Mesela: Yaratış anlamında ilahlık kavramını reddetmez ateist. Bu gücü sebeplere, big-bang, tabiata, bilmem daha nelere nelere verir. Süreci onlara atfeder. Fakat şuurlu bir yaratıcıya karşıdır. Daha doğrusu: Yaratıcıdaki şuura karşıdır. Şuur ilgiyi tetikler çünkü. İlgi de sorumluğu gerektirir. Deistler de aptallıkta bunların bir adım ilerisindedir. Yaratıcının şuurlu olduğunu kabul ederler ama ilgisini kabul etmezler.
Aslında, ilgi penceresinden bakınca, ateistler deistlerden daha mantıklıdır. Zira şuurlu bir yaratıcıyı kabul ettikten sonra ilginin sorumluluğundan kaçılamayacağını görürler. İlgiden kaçmak şuurun inkârını gerektirir. Deistler ise, daha ileri bir salaklıkla, herşeyi yaratanın hiçbirşeyle ilgilenmediği gibi bir noktaya varırlar. Kainatı saat gibi kurup kendi haline bırakmıştır. Ondan birşey ummamaktadır. Bu yüzden kulluk gibi sorumluluk da yoktur. Peygamber falan da göndermemiştir. Yani deistlerce ilgi hem var hem yoktur.
Bu açıdan diyebiliriz ki: Deistler yaratılıştaki hikmeti kabul ederler fakat yaratıcının Hakîm olduğunu kabul etmezler. ’Akıllı tasarım’ bu noktada ’hikmetli yaratılış’tan ayrılır. Yani sanki, hâşâ, Rabbülalemîn, kainatı birbir hikmetle yarattıktan sonra Hakîm olmayı bırakmıştır. Boşuboşunalığa terketmiştir. Amaçsızlığa salıvermiştir.
Evet. Yazı uzuyor. Hemen toparlayalım: Bence Kur’an’ın Rahman ve Rahim isimlerini bize bu kadar hatırlatması boşuna değil. Allah’ın büyüklüğünün ilgisine engel olmayacağını, yani, varlığa muhtaç olmayışının ilgisizliğini beraberinde getirmeyeceğini, en açık Rahman ve Rahim isimleri söyler bize. Annelerimizi hatırlayalım. Kalplerindeki damla kadar şefkatle her anımıza ilgi duyarlar. Ellerinden gelse müdahale de ederler. Yön gösterirler. Düzeltirler. Korurlar.
İşte, Cenab-ı Hakkın, azameti içinde bizimle ilgilenmesinin hikmeti de Rahman ve Rahim oluşuyla anlaşılır. Merhametli olan yarattığıyla ilişkisini kesmez. Rahmaniyet ve Rahimiyet iktiza ederler ki mahlukatı her an onun gözetiminde/tasarrufunda bulunsun. Bir kemale doğru yürüsün. Bir bebeğin zamanla büyüyüp serpildiği gibi insanlık da gelişip serpilsin. Vahiyle hakikat bildirilsin. Nübüvvetle o hakikat modellensin. Bunların tamamı yaratıcılığın içerdiği merhametle ilişkilidir. Allah’ın Rahmaniyetine ve Rahimiyetine iman eden insan şirke alan tanımaz. Çünkü sonsuz bir rahmet aciz mahlukatını ilgisiz bırakmaz.
Arkadaşım, sen de bu pencereden bakarsan, deizmin İslam’a göre ne eksik bir ilah tasavvuruna sahip olduğunu görürsün. Ve başlattığı ’yabancılaşma süreci’nin ister istemez gün gelip ateizme evrileceğine hakverirsin. Evet. Öyledir. Bugünün deistleri yarının ateistleridir. Çünkü başlattıkları yabancılaşmayı durduramazlar. İlla sonuna kadar koşarlar.