2
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
854
Okunma

Zannettiğimiz kadar kendimiz için değil, birileri için yaşarız hayatı ölünceye kadar.
Çocuklukta bize birileri için neler yapmamızın ya yapmamamızın daha doğru olduğu öğretilir. ‘Kim ne der’ kaygısı, sonra bir ömre damga vurur. Kişiliğimiz şekillenirken bile ‘kendi’ olmak önemsenmediği için hayata birilerinin gözünden bakmaya başlanır.
Eğitim – öğretim yıllarındaki yer belirleme çabalarımızda da bu etki yadsınamayacak kadar güçlüdür. Gidilecek okullardan seçilecek mesleklere kadar verilen kararlar da toplumun yani ‘birilerinin’ değerlendirmeleri hep göz önünde tutulur.
Evlilikler bunun dışında kolay kolay kalamaz. ‘Kader’ dediğimiz denkliklere karar verirken de evlilik töreninin yerinden şekline kadar ‘birileri’ için karar verilir daha çok. O iki kişi söz sahibi bile olmazlar neredeyse!...
Yılların şekillendirmesiyle farkına bile varmadığımız için o kadar eminizdir ki artık ‘kendimiz’ için karar verdiğimizden yetişkin bir ‘birey’ olduğumuzda bunu sorgulamak aklımıza gelmediği gibi aksini iddia edenlere tepkimiz sert olabilir bazen. O güne kadar kendimizle hiç yüzleşmemişizdir çünkü.
Bizi asla anlatmayan ‘poz verilmiş’ fotoğrafları gösteririz ‘birilerine’. Doğallığımızın yansıması olan habersiz çekilmişleri de genellikle hiç beğenmeyiz. Kendimizi olduğumuz gibi halimizle kabullenemediğimizin başka bir kanıtıdır bu.
Bizi seven ya da üzen birileri olduğunda şiirler – yazılar yazarız, benzer durumda olanlar okusun diye. Düşüncelerimizi de yazarız kendimiz için ama birileri okusun ve yararlansın diye.
Birilerinin davalarına bakmak için avukat, hastalıklarını tedavi etmek için doktor, oturacakları evleri yapmak için mimar – mühendis, yol göstericisi olmak için öğretmen, akan musluğunu onarmak için tesisatçı, gideceği yere götürmek için şoför olduk.
Birilerinin işlerini görerek, duygularına dokunarak kendimizi daha iyi hissetmenin, başarılı olduğumuzu ortaya koymanın yollarını aradık hep.
Bütün bunları yaparken de birilerini geçmenin, onların arasında ‘daha iyi’ olduğumuzu göstermenin çabasını verdik. Sınavlara bu nedenle girdik, yarışmalara bu nedenle katıldık.
İstediğimiz başarıları yakaladıysak, birilerini geçmenin onuruyla onlar üzülürken biz sevinebildik. Hırsımızı bizi bir yerlere taşıdığının dışında bu başarının bize kattıkları ne diye sorgulamak bile aklımıza gelmedi o rehavet içinde.
Hayatın içinde var olabilmek ve kendimizi fark ettirebilmek için ‘medeniyetin’ bize dayattıkları olabilir mi bunlar?
“Bir Afrika kabilesinde, içlerinden biri kötü bir şey yaptığında, diğerleri o kişiyi köyün ortasına getirir ve tüm kabile etrafını sarar.
Kabile üyeleri o kişiye iki gün boyunca yaptığı tüm iyi şeyleri hatırlatır. Kabileye göre, her insan dünyaya iyi olarak gelir. Her birimiz sadece güvende olmak, sevgi ve mutluluk isteriz. Ama bazen bunlar uğruna insanlar hata yapar. Topluluk bu hataları yardım çağrısı olarak görür. Koptuğu gerçeklik olan ’Ben İyi Biriyim’ hissini geri kazanıncaya kadar o kişiyi yüceltmek, gerçek doğasıyla yeniden bağdaştırmak, aslında ona kim olduğunu hatırlatmak için bir araya gelirler.
- Nabajyotisaikia!
* Shikoba
NABAJYOTISAIKIA Güney Afrika’da kullanılan, "Sana Saygı Duyuyorum, Sana Değer Veriyorum, Benim İçin Önemlisin" anlamlarına gelen bir iltifat. İnsanlar da karşılık olarak, "Senin İçin Varım" anlamına gelen SHIKOBA derler.”
Bu yazıyı okuduğumda çok etkilenmiştim. Henüz ‘birileri’ için kendini ortaya koymak ve fark ettirmek adına acımasızlaşmamış bizim ‘ilkel’ dediğimiz bu insanlar da birileri için bir şeyler yapıyorlar aslında. Yöntem de sonuç da bizden çok farklı.
“Hayatı kaybetmekten ԁaha acı bir şey vardır, yaşamın anlamını kaybetmek.” (Senaca)
Anlamlı hayatı ‘birileri’ olmadan yaşayamayacağımıza göre amaç, kendimizi onlardan soyutlamak değil de belki de en az onlar kadar ‘kendimizi de’ önce olduğumuz gibi kabul etmekten, sonra da o haliyle var edeceğimiz ‘kişi’ üzerinden içsel bir hesaplaşmayla gereken düzeltmeleri ömür boyu yapmaktan ve böylece dengeyi kurmaktan geçmesi olmalı.
20.04.2019 Serap IRKÖRÜCÜ