Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır. walter scott
aytekin hoca
aytekin hoca

C E S O N U N G Ü N L Ü Ğ Ü

Yorum

C E S O N U N G Ü N L Ü Ğ Ü

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

636

Okunma

C E S O N U N G Ü N L Ü Ğ Ü

Uykusundan sıçrayarak uyandı. Sanki onu biri uyandırmak için sarsmıştı. Gözlerini ovuşturdu, çevresine baktı. Kimsecikler yoktu, saatine baktı, daha altı buçuk, çoktu okula, Okula gittiği günlerde bu saatte annesi onu uyandırmaya gelir, o ise yataktan çıkmak istemezdi. Çok geç saatlere kadar ya televizyon seyreder veya bilgisayarda oyun oynar, müzik dinler bunlardan birini yapmayı sıkıcı bulduğu zamanlarda, vakit geçirmek bir şey bulamazsa bile yine de kendince erken bulduğu gece yarısı on ikilerde uyumazdı. Saat ikilere, üçlere kadar yatağına girmez, girdikten sonrada yarım saat yatağın içinde dönelerdi.

Bu sabah ne olmuştu da bu kadar erken bir saatte uyanıvermişti ? Gece yarılarında uyanması ilk defa oluyordu. Uyanır, belki tuvalete gider, sonra derin bir uykuya dalması ancak beş-on saniyesini alırdı. Bu uyanış öncekilerden farklıydı, uykusunu almış, mahmurluğu da kalmamıştı. Saatlerce önce uyanmış biri gibiydi.

Uyuma denemeleri işi yaramadı. Kalkıp odasının sokağa bakan penceresinin önüne geldi. Yol ile bina arasında kalan ağaçların dallarından başlar gözüküyor, yoldan geçen tek tük insanlar, kaynayan demlik misali buharlar çıkartıyordu.

Bir müddet seyretti. Bu kadar erken uyanmak ve uyuyamamak bir daha canını sıktı. Geçen yıl olsaydı …
Saat ilerledikçe sokaktaki hareketlilik de artıyordu. Biraz sonra kendi binalarından da çıkan oldu. İlk çıkanlar öğrenci ve memurlardı . Üç numarada oturan Cevat Bey, kızının üzerindekileri düzelti, atkısını iyice bağladı. Çocuğa ağır gelen çantayı kendi eline aldı. Hareketlerinde bir acelecilik hissediyordu. Binanın bahçe kapısından çıkışları nerede ise sürükleme şeklindeydi.

Çok geçmeden bütün alımıyla Şermin çıktı binadan. Altıncı sınıftan beri tanıyordu Şermin’i. O yıl kiraladıkları bu daireye geldikleri ilk gün görmüştü onu sonra yakındaki okula kayıt yapılmış, okulun açıldığında aynı sınıfta olduklarını öğrenmişti, sevinçle.

Güzeldi Şermin, hem de çok güzel. Onunla aynı sınıfta olmak büyük bir mutluluktu. Birlikte gittiler, birlikte dolaştılar teneffüste ve birlikte döndüler eve.

Çocukluk yılları bu tatlı sevda ile geçti.

Şermin her dönem karnesinin yanında taktir getirirken, onun zayıfları eksik olmazdı. Yine de bitirdiler sekiz yıllık İlköğretimi.

Şermin’le aynı liseye yazıldılar, aynı sınıfa düşemediler, O süper lise öğrencisi olmuştu. İşte burada başladı sorunlar. Kıskançlık girdi araya, okuduğu bölüm sorun oldu, birlikte çalıştığı, gezdiği erkek arkadaşlar, kız arkadaşları… Sonra Müthiş bir kavga ve ayrılan yollar ve yeni sevgililerle doldurulamayan kırık bir kalp….

İkinci defa söylenen tatlı, şefkatli kaygılı sesi yine duymamıştı. Omzuna değen elle kendine geldi.
- Hasta mısın, dedim.
- Yooo, hasta değilim anne.
- Bu saatte ?
- ……
- Neyse sen hasta olma da, Karnın açtır senin. Ben babana kahvaltı hazırlıyorum. Madem uyandın sen de ye.
Gülümsedi olur anlamında. Annesi odadan çıkınca pencereye yaklaşıp tülün bir ucunu ürkek elleriyle açtı. Şermin yoktu. Uzaklara doğru bakınca köşeyi dönen karaltıyı Şermin’e benzetti. Keşke, dedi içinden. Keşke…
Sonu gelmedi
- Oğlum hala odan da mısın?
- Geldim, anne
Aslında ayakları ileri değil de geri geri gidiyordu. Yüzünü yıkarken biraz sonra duyacaklarını düşündü. Babası kesin ; “Oğlum, senden adam olmaz. Ben seninle ne yapacağım ?” diyecekti. Erken kalktığında hayret edecek. geçen yıllarda erken kalksan, ders çalışsaydın okuldan da atılmazdın.” diye ekleyecekti.

Saatler geçmek bilmiyordu, günün bu kadar uzun olduğuna hayret etti. Kahvaltı yapılmış, beylik sözler işitilmiş, nasihatler dinlenmişti, sofra toplanmış hatta ev bile temizlenmişti ama hala saat 10’a bile gelmemişti. Bu saatte dışarı çıkıp da ne yapacaktı ki ? Arkadaşlarının tamamı uyuyor olmalıydı. Yine de evde oturamadı, kapıdan çıkarken ;
- Oğlum sıkı giyin, dedi annesi;

Merdivenlerden inerken kapıcının kapıya yapıştırılan bir ilanı bıçakla kazımaya çalıştığını görünce, birden durakladı, geri döndü. Unuttuğu, unutulmaması gerektiği halde unuttuğu; can alıcı, en önemli şeyi almak için merdivenleri tırmanmaya başladı.

Okulların dağılma saatine kadar her gün yaptıklarını tekrarladılar. Okul merkezdi yaptıkları işte. Okulun arka bahçesinde buluştular. Öğrencilerin buluştukları kafeye gittiler, öğrencilerle oturdular, okuldan söz ettiler.

Onlar dört arkadaştılar. Geçen yıl birinci sınıfta ikinci yıllarını okudukları halde sınıfı geçememiş, okuldan ayrılmak zorunda kalmışlardı . Konumları aynıydı dördünün de başlarına gelenlerle, gelme sebebi de aynıydı .

Geçen yıl okuldan atılanlar sadece bu dördü değildi elbette. Onların bir çoğu dağılmışlardı. Kalanlar da bunlar gibi gruplar oluşturup bu çevrede takılıyorlardı.

“En kıyağı biziz.” diyordu Semih, hiç birbirlerinden ayrılmamaları, dövüşten kaçmamaları, birbirlerine destek olmaları yüzünden diğer gruplar onlardan yılmışlardı. Okul öğrencileri ise zaten ses çıkartmıyorlar, bunlardan korkuyorlardı.

Semih’ten başka Orhan, Erdal ve Cem. İsimlerinin baş harflerinden oluşan adları bile vardı. Siyah deri ceketlerine “CESO” diye yazdırmışlar, altına da asabiyet kokan bir suratın resmini çizdirmişlerdi.

Orhan elinde sigara ile döndüğünde bir olağan üstülük hissettiler Cem hemen sordu:
- Ne oluyor oğlum?
- Gelin hele !

Masanın üzerinde kafalar birleşti. Orhan kısık sesle konuşuyordu, yüksek sesle de konuşsa kafenin müziğinden zaten duyulmazdı.

- Dün akşam dövdüğümüz çocuk şikayetçi olmuş, polis bizi arıyormuş.
İçlerinde en korkağı Erdal’dı, yüzü kireç gibi oldu.
- Deme lan, naparız şimdi ?
Cem lider tavrıyla:
- Ne demek ne yapacağız oğlum ? Arayanlar bulur, bulan da görür.
- Erdal’ın sesi iyice titredi
- Na na nasıl lan ? Görür de ne demek ?
Cem sadece gülümsedi. Alaycı, tepeden bakan bir gülüştü bu .
Semih:
- Ne ödlek adammış bu kereste ?
Cem:
- Korkmasın da ne yapsın lavuk ? Sen olsan korkmaz mıydın ?
Erdal
- Onu kıza bulaşmadan düşünecekti.
Orhan:
- Bulaşıp da ne yaptı oğlum ? İki laf etmiş hepsi bu.
Cem:
- Benim kızıma kimse laf edemez. Ederse faturasını öder böyle.
Sessizlik oldu bir süre.
- Gıcık oluyorum şu öğrencilere
Sessizliği bozan Cem’di. Dişlerini gıcırdattı, tüm çene kasları bir belirgin hale geliyor bir gevşiyordu.
- Ne o efendim ? Okula gidiyorlarmış, adam olacaklarmış, bir de küçümseyici bakışlarla bakmazlar mı sana ?
Orhan:
- Hani, diyor ki şeytan, şu okula bir bomba koy, öğrenciler de gitsin şu hocalarda.
Erdal söze karıştı:
- Ne dersiniz ? İyi fikir, değil mi ?
- Saçmalamayın oğlum. Vur dedikse öldür demedik
Muhabbet öyle devam ediyor, konuştukları yan masadaki öğrencilerce duyulsa da hiç
sakınmıyorlardı. Çevre masada oturanlar da zaten okulu pek sevmeyenlerden oluşuyordu, öğretmenler aleyhine söylenenlerden rahatsız olmaları da düşünülemezdi.
Özlemin yanlarına kadar geldiğini fark etmediler. Özlem:
- Ne kadar rahat adamsınız siz, diye çıkıştı.
Özlem cem’in son zamanlarda takıldığı, uğruna adam dövdüğü kızdı. Zaten dün
çıkan kavga da onun için yapılmış, önce Özlem’le ilgilenip yüz bulamayınca, dedi kodu çıkartan oğlan, dört kafadar tarafından bir güzel dövülmüştü.
- Gel otur.
- Oturamayacağım, acelem var, senin için kaygılanıyorum.
Cem içten içe merak ve korkuyla doluyken, yüzünde tam tersini oluşturmaya çalıştı.
- Polis seni arıyor, çocuğun yakınları seni arıyor.
- Arasııııın.
- Bu kadar olur !
Cem’in rahat tavırlarına karşı arkadaşlarının “Bir çare bulalım.” ısrarları ile sürdü tartışma. Cem “aldırış etmiyor” görüntüsünü bozmadı.

- Bunlar kim, neden buradalar ?
- Okul kavgası komiserim.
- Derdi neymiş bunların ?
- Kız davası komiserim.
- Yaralı çocuk ne oldu, haberin var mı ?
- Yeni haber aldık kurtaramamışlar .
Komiserin yüzüne biraz önceki ciddiyetiyle birlikte birkaç doz da kızgınlık ekledi.
-bakışlarıyla- eğer mümkün olsa dört genci eritecekti.
- Hangisi yapmış ?
Polis memuru orada duran Cem’i gösterdi komisere. Cem, önceden olduğu gibi grup lideri havasında değildi. İçlerinde en zavallı o görünüyordu.

Komiserin arkasından sorgulama odasına giderken, Cem en arkada kaldı. Bacakları titriyordu, kafasından geçenleri ancak o biliyordu. En çok tekrarladığı “Keşke” idi Keşke bir hak daha fırsat verseler hayata başlamak için, keşke iki yıl öncesine dönebilsem. Keşke keşke keşke…





SON

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
C e s o n u n g ü n l ü ğ ü Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz C e s o n u n g ü n l ü ğ ü yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
C E S O N U N G Ü N L Ü Ğ Ü yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL