7
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
1163
Okunma

Onurunu kaybetmiş bir takım insan içleri kadar pis, devasa bir alandaydı. Böğüren goriller, tüküren bitkiler, hücreye tek mahkûm sümküren böcekler, ejderha ağızlı geveze kuşlar, kendi pisliğini yiyen yaratıklar… Gittikçe çoğalan bir kalabalık etrafını sarıyordu. Ortasındaydı. Sanki her ne varsa her şeyin tam ortasında. Öylece duruyordu. Anne karnında bir cenin gibi… Toprağa vuruş sertlikleri giderek artarak, kalp ritminde kendisine yaklaşan adım seslerini duyuyor ve bu onu ürpertiyordu. Kapalı gözlerini açtı ve göğe baktı. Üstüne şıp şıp damlayan şeylerin, gökyüzünde birbirlerini boğazlayan köpek dişli bulutların kanı olduğunu anladı. Kızıla boyanmış ellerini burnuna götürdü. Demek beynini kemiren leş kokunun kaynağı da buydu. Bağdaş kurup oturduğunda kalabalığın artık onun surlarına dayanmış olduğunu gördü. Gözlerine kafasının etrafında bir tur attırdı. Ellerinde çekiçler ve kimisinin uçlarından kan damlayan kocaman çivilerle bekleyen iyi giyimli, gülümseyen yüzlerin çemberindeydi. Başına önce bir bir, sonra aynı an sayısını arttırarak, bazen tek, bazen birkaç, bazen biraz daha fazla vuruşta çakılan çiviler, bazen canını hiç acıtmadan görünmez olsalar da bazen bir hayli acı veriyorlardı. Çaresiz miydi? Mecbur muydu buna? Sanki sonsuza dek sürecekmişçesine devam eden bu merasim onu delirtmek üzereydi. Bağırmak istiyordu, “Kesin şunu!” Bağıramıyordu. Ve kendisine yaklaştıkça yüzleri sevimlileşmiş kalabalığın ağızlarından çıkan, “tak tak” seslerine acıklı gözlerle katlanıyordu. “Cesaret” diyordu, yanı başında beliren ve sadece kendisine görünen bir yaratık, “biraz cesaret!” Hayır, o çirkindi. “Kalk ayağa ve dağıt şu iskambil kâğıtlarını!” diyordu yumruğunu sıkarak. Hayır, baksana şu kılığa, üstelik çirkin, çirkin o. “Hadi, kalk ve salla şunlara tokatlarını ardı ardına!” Hayır, çirkin, pis, nefesi kötülük kokan yaratık, kim bilir ne peşinde! Gözlerine kafasının etrafında bir tur daha attırarak kalabalıkta gezdirdi. Çivisini çakanların yüzleri bir anda siliniyor ve hemen ardından yenilenip bambaşka oluyordu. Dikkatini kalabalığın ardındaki hareketliliğe yöneltti. Mantar gibi bitiveren binalar hızla yükselerek göğü boğarken, aradaki her boşluk dikenli tel duvarlarıyla kapanıyordu. Işık azalıyordu. Ve gökteki kavgadan boşalan kan, artık simsiyahtı.