6
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
2401
Okunma
Çakıl taşlarını yudumladım ölümü suyuna çivilerken Tersakan… İçimdeki ateşle suladım çiçekleri göğün göğsünden sağarak yeşilleri. İmgeler bastım yokluğuna seçip düğümlenen cümlelerin arasından.
Sensizliğim sıyrıldı siluetinden sustukça dilim senelerce. Kuşların kanadında taşınıyordu gökyüzü
Katran karası geceler dökülecekti neredeyse. Bulut beyazlarında aradım seni; nerelerdeydin?
Şizofren düşlere düştüm Yeşil ırmağın kollarında kulaklarımda uçurum ezgileriyle…
Gözlerimde yokluğunun fırça darbeleri aşkının tapusudur avucumda filizlenen hasret… Ortalık kızılca kıyamet…
Yıldızlar kaybolma telaşında ve ay seherle bir meydan savaşında, üşümüş titriyor kaldırımlar.
Çiy düşmüş güllerin gözyaşından, gölgelere sarılmış sokakların taşından, serin yellerden sordum seni
Nerelerdeydin?
Asırlık külliyenin bahçesinde, asırlık çınarların dallarında sabah türkülerini söylerken serçeler, asılı kaldı Pirler’e bakan hayalin.
Şiirin yüreğinden döküldü sesin, imgelerle saklandı nefesin, son gözyaşım bulutların kirpik uçlarında
tereddüt içinde yağsam mı yağmasam mı diye tereddütteyken bulutlar.
Güneşin filizleri can verdi saçlarımda, nerelerdeydin?
Aşkı öldüğünde ölümü özlemektir aşk
Bilse de gelmeyecek yol gözlemektir aşk.
1992 de vefat eden eşim için o zamanlar “ulaşılmayacak mektuplar” adıyla yazdıklarımdan bir derleme, mekânı cennet olsun.