3
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
880
Okunma

İnsanların farklı özellikleri vardır. Genetik, aile, kültür, eğitim, muhit, vs. ögelerden beslenen kişiyi benzerlerinden ayıran, farklı olanlarla da benzer kılan ögeler. Buna göre insandan insana duygular, düşünceler, davranışlar değişebilmekte. Belki el izi, DNA misali her insan apayrı değil ama insandan insana farklılaşmalar açık ve net. Buna göre insanların öncelikleri değişmekte. Bir insan için ilk sırada gelen husus diğeri için ikincil, üçüncül değer taşıyabilir. Hiç değer ifade etmeyebilir de. Ne ki, çok kez sıralama değişir. Demem o ki, vardır ama temel ya da öncelikli değildir.
Buna dair bir örnek futbol algısı ve ilgisi olabilir. Çok insanın çağın bu popüler sporuyla gönül bağı olmalı. Şu kadar ki, hangi seviyede? Bazı insan takım tutar, kimi tutmaz ama izler. Milli takım dışında hiçbir maçı izlemeyen vardır. Yalnız Dünya kupasını takip edenler vardır. Taraftarlıkla seyircilik arasında ince bir çizgi farkı vardır. Deplasmanlara takımıyla giden taraftarlar olduğu gibi oturduğu şehirdeki maçlarda stada gidenler, maça gitmeyip televizyonda kaçırmayanlar, spor programları kanalıyla özeti izleyenler, gazetelerin spor sayfasında göz gezdirenler, vs.
Benzeşim açısından siyasal ve dinsel davranışlara, sanatsal ilgilere değinmekte mümkün.
Ömür boyu aynı partiyi destekleyen ve rey veren, yaşamının farklı dönemlerinde değişik partileri destekleyen, partisi olmayan ama reyini muhakkak veren, siyasal sohbet ve tartışmaları seven ya da bu tip hususlardan hoşlanmamakla beraber siyasi yayın ve programlarla alakalanan insanlar vardır.
Yine dinsel tutum ve davranışlara baktığımızda Tanrı veya yaradana inanmakla birlikte hiçbir dinin mensubu olmayanlar, bir dine inananlar, inandığı dinin gereklerini yerine getirme derecesi birbinden farklılık arz eden insanlar vardır. Bunun gibi sanatsal yayın ve etkinlikler karşısında insanoğlunun tavır ve davranışları da değişmekte. Farklı sanat dallarına eğilim veya yönelim kadar izleme derecesi de farklı bir seyir takip edebilir.
Ve daha pek çok pek çok alanda tezahür edebilir benzer durumlar.
Milletler, toplumlar, topluluklar arasında da ruhi farklardan söz etmek yanıltıcı olmayacaktır. Değişik konu ve alanlarda nabız atışını farklı kılan sosyo kültürel özellikler karşımıza çıkabilir de. Anglosakson dünyasında genel olarak pragmatik bir düşünce yapısı hakim olduğu gibi ekonomi ve siyaset temel değerleri şekillendirir dersek bilmem ki mübalağa mı ederiz? Orta Avrupa ülkelerine göz attığımızda sanat, edebiyat alanları yanısıra psikoloji biliminin gelişme gösterdiği söylenebilir. Bireyin iç dünyasına inen toplum ve kültürlerin bir bakıma estetik, sanatsal incelik ve beğeniyle bu eğilimlerini taçlandırdıkları söylenebilir. Asya toplumları da özellikle İran, Hint, Çin edebiyat/felsefe geleneğini önümüze koymaktadır.
Farklı medeniyetlere baktığımızda ise Yunan mitoloji, felsefe, denizcilik ve sanat alanlarında çağlara göre yoğunlaşırken Romalılar hukuk, siyaset ve hitabet gibi pratik yaşam disiplinlerini kişiliklerine yedirmek suretiyle hakimiyet alanında uzmanlaşmaktadırlar. Ortaçağ Arapları şiir, felsefe, matematik, mantık alanında hususiyetle gelişirken Yahudiler genel olarak felsefe, psikoloji, psikiyatri, ekonomi, siyaset gibi sahalara yayılan geniş bir yelpazeyi kucaklar görünselerde ilgi alanları gerçekte tektir. Dünya hakimiyeti.
Peki ya esas oğlan, Türkler benlik farklılaşmasının neresindeler? Bilime, sanata, düşünceye kuşkusuz değer veren yükseklik tanıyan ancak asli olarak askerlik ve yöneticilik alanında insanlık aleminde konumlanan bir milletiz biz Türkler. Bu da binlerce yıl boyunca devlet kurucu hüviyeti temel değer kılmaktadır. Denir ki, Türk devletsiz olmaz. Bir devletin etrafında kümelenmek, organize olmak varlıksal değerdedir. Bu da nihai noktada Türk milletinde tarih boyunca en yüksek kişiliğin hakan, hükümdar, kumandan, devlet başkanı olmasını tesis ve inşa etmektedir.
Ortaokul Türkçe kitaplarımızda yer alan bir okuma parçasında Fransa’da yapılan bir kamuoyu araştırmasına değinildiği gelir aklıma. Fransız milletinin yetiştirdiği en büyük insan kimdir? Soru bu. En yüksek rey alan isim meşhur tıp adamı Pasteur olmaktadır. Hiç şüphesiz tesadüfi bir netice zannetmemek gerekir. Arka planda belirleyici toplumsal değer yargısı hatta kollektif şuuraltı olmalı.
Bizde değer yargısı nasıl şekillenir ve kendini gösterir peki? Gelmiş geçmiş en büyük Türk kimdir mesela? Bu suale farklı dünya görüşlerinde değişik yanıtlar çıkabilir. Ancak bu yanıtın ekseriyetle bir hakan, padişah, asker veya devlet adamı etrafında şekilleneceği ve hatta biçimlendiği kanaatindeyim. Attila, Fatih, Yavuz, Mete Han, Cengiz Han, Atatürk gibi yanıtlar ulusalcı, Osmanlıcı veya Turancı yapılarda kendini gösterebilir de.
Sorarım size, eserinin batı üniversitelerinde asırlarca okutulmasıyla övünç duyduğumuz İbn Sina kaç kişi nezdinde en büyük Türk olur. Hatta Turancı bir hekimin İbn Sina deme olasılığı kaçta kaçtır acaba? Yahut Osmanlıcı bir musiki adamımızın Itri veya Dede Efendi yanıtı verme ihtimali. Yahut bir Atatürkçünün Uluğ Bey, Alişir Nevai veya Nizamülmülk gibi hem ilim hem de devlet adamı bir şahsiyeti öne alması imkânsız değildir belki de. Ne dersiniz?
Şu kadar ki, bir hususunda altını çizmek gerekir. Türklerde hükümdar ve devlet adamlarının çağlarını aşan bilimsel kavrayış ve ölçüler içerisinde eğitildikleri hususu da takdire şayan nitelikte olmalıdır. Bir Fatih’in bilimler alanında nasıl bir entelektüel dehaya yine çağımızın dahileri içerisinde öne çıkan Atatürk’ün nasıl bir bilimsel ve düşünsel zekâya sahip olduğu hususu sanırım göz ardı edilemeyecek ölçüde parıldamaktadır.
Bu arada güncel bir örnek olması babında bir ara Genelkurmay Başkanımız Orgeneral Hulusi Akar tarafından Malatyalı bir askere yöneltilen Malatya’daki en büyük Türk’ün kim olduğu sorusunun İsmet İnönü, ikinci en büyük Türk’ün Turgut Özal üçüncününde Battal Gazi olarak yanıtlanması da milletimizin kimyasını ortaya koyması noktasında dikkat çekici bir örnek olmalı.
Bu durum bilim, sanat, düşünce alanlarına değer ve ehemmiyet vermediğimizi göstermemekle beraber bu sahalarda dünya üzerinde hangi konumda bulunduğumuz ve nedenleri üzerinde bizi düşündürebilir.
Nihayet bilim ve sanat alanlarında yeryüzünde hangi noktadayız sorusununda hem yurttaş hem de bu alanların mümessillerince kendimize, iç dünyamıza ayna tutmamız ölçüsünde yolumuza ışık tutacağı muhakkaktır. Yine bilim ve sanat insanlarımızın salt alanlarında gelişme göstermeyip toplum, siyaset, kültür, tarih, vs. ögeleri cihanşümul ve entelektüel düzlemde yoğurup yorumlayacak olgunluk ve irfan seviyesinde olmaları beklenmektedir.
L.T.