5
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
692
Okunma
Seksenli yılları hayal meyal hatırlıyorum. Aslında hatırlama da denilmez denilse denilse bir kaç kırıntı. Ancak doksanlı yılları olduğu gibi hatırlıyorum. Çocukluğumuzun son demleri ile gençliğe ilk adım attığımız yıllar doksanlı yılların başına denk geliyordu. Dolayısı ile hayatımızın şekillenmeye başladığı yıllar doksanlı yıllara denk geliyordu.
Bugünden doksanlı yıllara baktığımda çok şey kazanmadığımızı hatta birçok hasleti kaybettiğimizi anlıyoruz.
Doksanlı yılları düşünürken içimde nedensiz bir duygusallık kaplıyor. Belki de o yıllarda yaşadığımız sahiciliği günümüz şartlarında bulamadığımızdandır. Şimdi bazılarımız " o yıllarda yokluk vardı, darlık vardı, yol yoktu, eğitim şartları çekilmez haldeydi vs." diyordur. Belki söylenenler maddi açıdan doğru alabilir ancak; işin bir de insani boyutu var ki neler neler kaybettiğimizi bizden yaşça büyük olanlar daha iyi bilir.
Benim ve benim gibi düşünenlerin özlemle yad ettiği yıllar doksanlı yıllardı. Evet O yıllarda memleketin bir çok yerinde kışlar çetin geçerdi. Kar, soğuk ve karanlıkla uzun süre arkadaş olurduk. Günler soğuk ve karanlık olsada düşlerimiz apaydınlıktı o yıllarda. Duygularımız öyle saf öyle duruydu ki masumiyetten gökyüzünü delebilirdik. Memleketin her bir yanının bahar olması için herkese yüreğimizi teslim ederdik. Gelinciklerin, kardelenlerin ve kelebeklerin bütün sokaklarda hakimiyetini kurmasını dilerdik. Çatılardan sarkan kopan buz parçalarını gönlümüzdeki ateşle eritirdik.
Evet o yıllarda günler kısa kışlar ve geceler uzun olurdu. Sevgi ve sadakat her gece doyumsuz yaşanırdı. Memleketin baharları düzmece değildi. Yüreklerimiz Cemre’nin anlamı gibi ateş doluydu. Uzun kış mevsiminden sonra gelen baharı kim bilir yüreğimizdeki ateşle getirirdik.
O yıllarda memleketin baharları yazlar başka yaşanırdı. Güneşin toprağa değmesi ile yeşeren doğa gönlümüzde de hayat bulurdu. Doğa yeşerdikçe gönlümüzde bin bir renk açardı. Gönlümüzdeki renklerle dostlarımızı arkadaşlarımızı aşklarımızı renkten renge boyardık. Hiçbirimizin hayatı diğerinden daha evvel değildi. Vefa asla "bir semt" adı değildi. Doğada akan sular gibi şırıl şırıl akardık birbirimizin gönüllerine. Gözleri gönülleri sıradanlaşan hayatları sarardık vefamızla.
Hatıraların üzerine ne güzellikler yağardı da çehrelerimiz tebessüm cennetine dönüşürdü.
Cemrenin yeryüzünü ısıtması gibi gönüllerin de ısındığını dün gibi hatırlar bir çoğumuz. Sağnak sağnak yağan yağmura eşlik ederdi bir çoğumuzun sevdası. Sevdaların da anlamı da ulaşılması da başka güzeldi. Doğum sancısı gibi doğardı her birimizin sevdası. Ölü doğmuş hiçbir sevda yoktur ki doğan her sevda cap canlıydı. Masum gözlü yar’a ulaşmak günümüzdeki gibi ulaşmak mümkün değildi. Günler günleri aylar ayları bazılarımız için yıllar yılı kovalardı. Bazılarımız da aşkı plotonik yaşardı. Bugünün nesli bilmese de " Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı " hikayelerini ayrı okur ayrı yaşardık.
O yıllarda ; Sevgi vardı. Emek vardı. Heyacan vardı en önemlisi saygı vardı. Ne güzel dostlukları vardı herkesin. Kimsenin ilişkilerinde menfaat yoktu. Azla yetinmeyi hepimiz bilirdik. Bir lokmanın da şükrü de bin lokmanın da şükrü aynıydı. Ayrısı gayrısı yoktu hiçbirimizin. Kimin gönlünde hicran bulutu dolanıyorsa usulüne uygun boşaltılırdı.
Hiç kimsenin hayatları perdelerin arkasında yaşanmıyordu. Kapılar, pencereler ve balkonlar yeryüzünde herkese açıktı. Evlerimiz, sokaklarımız, caddelerimiz ve mahallelerimiz hepimizindi. Çat kapı girerdik her birimizin evlerine. Her gece birimizin evinde toplanır geceler boyunca doyumsuzca birbirimizin gözüne bakarak hasbi halleşirdik. Ne çok birbirimizi düşünür ne çok birbirimize tebessüm ederdik.
Bugünden doksanlı yıllara baktım ve şimdiki nesli düşünüyorum. Şimdiki nesil ne çok şey kaybetmiş ya da şimdiki nesle biz ne çok şey kaybettirmişiz. Gençlerimizi sosyal medya canavarına emanet ettik. Dokunmayı hissetmeyi kaybettirdik. Sokaklarımız caddelerimizde çocuklarımızın sesi yok. Güvenilir olmaktan çıkardık sokakları caddeleri. Çokluk peşine düşdükçe yokluk yayıldı sokaklarımıza caddelerimize. Dolayısıyla yaprak dökümü hayatlar yaşanılması kaçınılmaz oldu hayatımızda.
Güvenli sokakların son misafirleri olan bizler geleceğimizi kirli sokaklara bırakıyoruz. Farkındalık oluşturmak için yapılan onca proje var ama o projeler günü birlik işler olduğundan o günde kalıyor yazık ki. Farkındalıkları bir kenara bırakıp doksanlı yılların sahiciliğini, samiyetini, canlılğını, emeğini, vefasını ve sevgisini yaşatmalıyız. Aksi takdirde bizler ve geleceğimiz güvenli olmayan sokaklarda, mahallelere mahkum olacaktır.