11
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
1655
Okunma

Kumsalda, şezlonguma boylu boyunca uzanmıştım. Hem kitabımı okuyor hem de güneşleniyordum. Tatil bu işte be! Dalga sesleri ,hafif hafif kulağıma bir müzik tınısı gibi dolarken güneş tatlı tatlı tenimi yakıyordu. Yanımda getirdiğim buzluktan soğuk biramı da açıp yanıma koymuşum daha ne olsundu.
Şimdi bu adam haksız mı kardeşim ‘’ içinde yaşadımız dünyanın, dünyaların en düzenlisi, en mükemmeli’’ olduğunu söylemekle. Leibniz bence o kitabı yazmadan önce böyle bir anı kesinlikle yaşamış olmalı. Yoksa ne diye bunca kavganın ve iğrençliğin yaşandığı bir dünya için böyle düşünsün ki. Bu sahilin öznesi olmak her yiğidin hakkıdır. Buradan sonra yapıp edeceklerimin tamamı için gizil bir tözden bahsedebilirim. ‘’Benim ruhsal tözüm,ağzını burnunu yediğim felsefik minnoşum. Monadlarım nerede benim yahu? Acaba şu biranın içine girip kendi sonsuz evrenlerini arıyor olabilirler mi? Matematiksel açıdan bunu desteklemek güneş yağımın görevi olmalı. Aslında uyuyan monadların sadece bitkilerde olduğunu düşünen filozof abimize saygılarımı sunarken çakırkeyf bir halde felsefe okumanın bi boka yaramadığını düşünüyorum’’ demiş bulundum kendime.
İşte ben böyle ulvi bir yola kendimi adamışken, çık çıkabilirsen işin içinden felsefesinin dibini bulmuşken yüzüme damlayan su damlaları ile irkildim. Evet! Tabi ya… Ege’nin yüzünden gelip tam duşun yanındaki şezlonga oturursan başına gelecek budur Deniz hanım. Neymiş efendim küçük bey denizden çıkınca hemen duş alıyormuş ve havlu için fazla uzağa gitmek istemiyormuş.Bu çocuğun beynine büyütürken ne ekiyor olabilirim diye kendimi sorgularım çoğu zaman. Erkek monadları tamamen tembel işte. Kim demiş sadece bitkiler böyledir diye. Demişler evet de Descartes’de kusura bakmasın artık canım. Bu Ege canavarını ben büyütüyorum. Öyle oturdukları yerden felsefe yapması kolay tabi. Tinsel bir kendilik ile monadlarına hükmeden bu evlat benim dostum. Kaç köz varmış,kim kime daha yakınmış,kimin kuyruğu hangi monada değiyormuş bunu da Tanrı biliyormuş madem ben daha ne diye okuyayım ki bu kitapları. Adam işte açıkça yazmış,yazmış, en sonunda sen bi bok bilemezsin bilse bilse Tanrı bilir demiş olayı bitirmiş.
Yahu hala ıslatıyorlardı ama beni ya! Hafif arkama doğru dönüp bakmaya karar verdim. Denizden çıkıp duş alan iki yazlık komşumuz bey kendi aralarında konuşuyorlardı.
- Abi bu sene yöneticinin değişmesi çok iyi oldu. Adam dünya kadar para çalmış diyorlar.
- İftira Mehmet’ciğim inanma böyle laflara sen. İrfan bey yıllardır çırpınıp duruyor.Baksana basketbol sahamız bile ne kadar güzel oldu.
- Onu biliyorum abi de bu işler böyledir zaten. Belediyecilerde böyle yapıyor işte. Göz boyamak için iki park yapıp tüm parayı cebe indiriyorlar.
Böyle böyle devam eden sohbetin orta yerinde( sohbet ederken hala duş alıyorlar olmalarından hiç rahatsız değiller ) Mehmet beyin elini şortunun içine sokup karıştırırken son cümleleri ettiğini görünce ‘’oha!’’ demeden edemedim. Başımı hızla çevirip elimdeki kitaba gömülmüşken yeniden bilin bakalım ne oldu?
- Anne , anneee, anneeeeeee!
- Efendim Ege, bu kadar bağırma lütfen rahatsız olabilir insanlar.
- Anne! Ben bağırmıyorummmmmm… Sesimi duyuruyorummmmmmmm..
- Ege, yanıma gelip konuş oğlum.
Dişlerimi sıkıp etrafa gülümserken bu Ege ile ne yapacağımı düşünüyordum . Elimden geldiğince elit bir yazlıkçı olmak için bunca çaba harcamışken Ege’nin bütün karizmamı bir plaj kumsalına her seferinde gömmesine engel olamıyordum. Bu sefer de iki metre uzaktan’’ Ama çişim geldi ne yapayım, denize mi gireyim?’’ diye bağırması ile yan şezlongtaki Gülseren hanımın dudak büküp ‘’A! ‘’ diye bir ses çıkarması ile yerin dibine girmiş oldum.
Ayağa kalkıp Ege’nin yanına gitmek zorunda kaldım. Yerimden doğrulurken Gülseren hanıma tatlı bir tebessüm bırakıp, ‘’ Çocuk işte,törebilim hakkında henüz bir fikri yok. Yoksa ussal açıdan bir eksiği bulunmuyor. Yabanıllarda bile var olan bir yetenek için aslında çok da zekaya gerek yok’’ dedim. ‘’ Pardon Deniz hanım anlayamadım’’ diyen Gülseren hanıma ‘’ Buda o yamulttuğun dudaklarının kıymeti kadar bir cümle idi boş ver’’ diyecektim. Ama sadece ‘’ Büyüdükçe anlayacak’’ demekle yetindim.
Gülseren hanımın delici bakışlarını popom da neden hissettiğime bir anlam veremeden Ege’nin yanına vardım.
- Oğlum, böyle şeyler bağırarak söylenmez ki ama. Gelirsin yanıma söylersin,gideriz Ömer abinin kafesinde tuvalete girersin. Bu davranış sana yakışmadı.
Ege’nin elinden tutup kafeye doğru ilerlerken konuşmamız devam etti.
- Anne, şimdi denize kimse işemiyor mu?
- Bilmiyorum,sanmıyorum…
- Bence herkes işiyor anne
- Bunu nereden çıkardın Ege şimdi?
- Eğer kimse işemiyor olsa idi Ömer abinin tuvaletinde kuyruk olurdu. Hani bak kimse yok.
- !?
- Anne?
- Efendim Ege
- Cevap vermedin .
- Senin büyüdüğünde nasıl biri olacağın hakkında hiçbir fikrim yok. Bunu düşünüyordum.
- Merak etme anne senden daha akıllı olacağım.
- Ha! Beni akıllı bulmuyor musun?
- Yok akıllısın da …
- Eee!
- Hep kurallara göre aklın var.
- Sen nasıl olmamı isterdin?
- Denize işemeni isterdim.
- !?
Gülseren hanımın hiç Ömer’in tuvaletini kullandığını görmediğimi düşününce Ege’nin haklı olduğunu fark ettim. Sanırım benden daha akıllı olacağı konusunda da haklı idi. Ama aklını bu şekilde kullanması pek hoşuma gitmiyordu. Bu durumda ben Candide oluyordum. Voltaire beni görse Candide için bir kadını uygun görebilirdi. Ege için ise derviş karakterini uygun buluyorum .
Voltaire Candide’yi yaratırken aslında felsefe adına bir adım atmıştı. Ne ilginçtir ki kitabın kurgusu öyle tutuldu ki çok satanlar arasına girdi. Dünya işte,olmayacak ne var ki! Voltaire monarşiyi desteklemese aslında çok kafa adam bana göre. Bir kere dine bakış açısı bire bir olmasa da bana çok yakın. Gülseren hanım gibi birinin Nihilizme gönül verdiğini düşünmek bile korku filmi senaryosu gibi. Hazmedilmemiş bilgilerle ateizme yönelen insanların veba mikrobu gibi tehlike saçacaklarına inanıyorum. Voltaire’in ‘’ “Tanrının olmaması durumunda bile, bir Tanrının icat edilmesi gerekir” sözü asla boşuna değildir.
- Anne!
- Ha! Şey.. Efendim Ege
- Ne düşünüyorsun ,beni duymadın ?
- Saatçiyi düşünüyorum oğlum.
- Ne?
- Ege, bak eğer elimizde bir saat var ise onu yapan birinin olduğunu da düşünürüz değil mi?
- Yoo! Ben saat istemiyorum ama telefon alabilirsin.
- Hahahha … Peki o zaman bir telefonun varsa o telefonu yapan birinin olduğunu düşünmez mi insan?
- Bana telefon mu alacaksın?
- Hayır Ege, konu o değil.
- Oho… Ne diyorsun anne ya?
- Seninle hiç felsefe konuşulmuyor Ege.
- Anne …!
- Evet.
- Artık denize girebilmiyiz? Ben çok sıkıldım,zaten Arda da denize girdi.
- Tamam geliyorum, yaratıcı hakkında daha sonra konuşuruz. Yarattıkları ile daha çok meşgulsün şu anda.
O tatil gününden haftalar sonra okul açıldı ve Ege ile zorlu savaşımız kaldığı yerden devam ediyor. Birinci sınıfta oldukça sıkıntılı bir yıl geçirmiştik. Ege’nin kural tanımaz davranışları,lider kişiliği öğretmenimizi ve hatta müdürümüzü hayli yormuştu. Neredeyse her gün okula çağırılmak bende alışkanlık yaratmıştı. Okuldan aranmadığım günlerde ben okulu arayıp ‘’Ege iyi mi?’’ diye sorar hale gelmiştim. Yeni dönemin ilk haftasını geride bırakınca Ege’ye sordum.
- Oğlum, bu sene okul kurallarına daha çok uyacağın konusunda anlaşmıştık . İlk haftan sence nasıl geçti?
- Öğretmen bana uyum sağladı anne. Merak etme bu sene fazla sorun çıkartmaz.
- !?
Oğlumun otodeterminizm yanlısı yaşam anlayışı hakkında neler yapabilirim zaman içinde göreceğim. Şu anda tek bildiğim kurallar hakkında bende çoğunlukla onun gibi düşünüyorum. Toplumsal birlikteliği sağlamak adına bireysel ödünlerin arttığı bir zamanda yaşıyoruz.
Yaşasın anarşist ruhlar…!
Deniz...