- 507 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Akşam Yarenlikleri toplu yazı
Dedemin babasına, babası tarafından düğün hediyesi olarak takdim edilmiş olan altı ahır olmak üzere üç katlı ahşap yığma ev ve bahçesinde halen oturmaktayız. Yaklaşık İki yüz yılı aşkın bir geçmişi olan bu evin zemin katında iki oda, salon, banyo, mutfak ve kiler bulunmakta. Üst katında ise üç oda, genişçe bir solan ve iki adet balkon vardır. Evimiz, şehre hâkim dağın yamacında ilk günkü heybetiyle zamana meydan okumaktadır. Bahçeli oluşu evimize ayrı bir güzellik katıyor. Bu bahçede yaklaşık beş kuşak nice hayata dair nefes alıp verdiler. Nice acılar ve güzellikler paylaşıldı. Mahallemiz eski bir Osmanlı mahallesidir. ’Hacılar Hanı Mahallesi’ diye anılan bu mahallemiz, şehrin en eski mahallelerinden olup eski yapı formunu maalesef kullanamamıştır. Çünkü eskiye dair şu an evimize komşu üç evin haricinde ev ve konak kalmamıştır. Bir de sokak başında tek kubbeli hamam, küçük bir cami ve ona bitişik duvarın dibinde çeşme var.
Her evin ve konağın girişinde, Besmelenin altında ’Ya Hafız ’ yazılırdı. Allah’ın isimlerinden olan bu ifade bir nevi evlerin sigortası konumundaydı. ’Koruyan, kollayan’ anlamındadır. Her türlü afete ve hırsızlığa karşı evler Allah’a emanet edilirdi. Girerken çıkarken besmeleler çekilir dualar okunurdu. Maalesef sahipleri tarafından yıkılarak yeni ev ve konaklar yapıldı. Birçoğu da müteahhitler tarafından çok katlı apartmanlara dönüştürüldü. Dedemin ve sonrasında babamın yanına sayısız insan geldi gitti. Kimi üç daire bir dükkân, kimi iki daire iki dükkân, kimi peşin para vs. birbirine benzer teklifler yağdı durdu. Dedem tüm bu teklifleri reddetti. Diğer iki evin sahipleri de biz satmıyoruz diye onlar da satmadılar. İyi ki satmamışlar mahallemize dair en güzel köşe burası. İnsanlar geçmişe dair yaşadıkları anılarını burada tazeliyorlar.
Hayal meyal hatırlıyorum. Arnavut kaldırımlı, leylak kokulu bu mahallemizin huzuru dillere destandı. Dedemin, sokağın güney cephesi köşe başında hırdavat dükkânı vardı. Kendisi aslında iyi bir ahşap işleme ustasıydı. Evlerin, konakların balkon ve cephelerine ahşap oymalı işler yapardı. O bölgenin tek hırdavatçısı olması sebebiyle işleri çok canlıydı. Bir bardak çayı zar zor içerdi. Babam ve amcam dedemin dışarı işlerini yaparlardı. Dışarı işi dediğim ustaların ayarlanması, inşaata götürülmesi v.s. Hani son zamanlarda sıkça kullanılan bir ifade vardır ’Son Osmanlı’ diye... O zamanlar mahallemizde bu tür Osmanlı erbabı insan sayısı çoktu. Aslında bu ifade yanlış takdim ediliyor. Böyle olunca da insanlar; ilgili kişinin başında fesi, palabıyığı, beyaz gömleği, siyah yeleği, yumurta topuklu ayakkabısıyla yan yan gezen, elinde kehribar tespihi etrafına naralar atan tiplemeyi tahayyül ediyor.
Hâlbuki ki gerçek Osmanlı, okumuş, yazmış, en az üç dil bilen devlete ait çeşitli kurumlarda çalışmış, ya da kendi işinin erbabı görgülü, ilim sahibi seyahati seven, gemiye binip nice aşırı diyarlar gezmiş insandır. Sohbet ehli insandır velhasıl kelam...Mahallemizde ilim ve kalem erbabı insan çoktu. Dedem de bunlardan biriydi.
Babam,dedeme çekmemisti. İlimle,irfanla arası yoktu.Hatra dedemler pek geçinemez,hep muhalif olurdu.
Son tartışmalarında kendisinin bakkal dükkânı açacağını beyan etti.Dedem de uzatmadan olur dedi.Ama kontrolü yine elden bırakmıyor gün aşırı yanına gidiyordu.Ben de iki dükkan arası mekik dokuyordum.Arta kalan zamanlarda arkadaşlarımla oyun oynuyordum...
***
Dedem cuma günleri dükkanı açmazdı.Yine bir cuma günüydü ve akşam güneşi batmak üzereydi.Arkadaşlarımla, öğle yemeğinden beri sokaklardayız.
Sırtımızın teri hiç kurumadan oynadığımız, uzuneşek, aşşığ ve saklanbaç gibi sokak oyunlarını bitirmiştik. Akşam ezanı okunmadan eve gitmeliydim. Yoksa cezası çok büyük olurdu.Erzurum’da kış akşamları hava erken kararır,geceler uzun olurdu. Bu uzun gecelerde çoğu zaman evin büyükleri küçüklere hekatlar anlatırdı.Konu komşu bir araya gelir ,dertler ve sevinçler paylaşılırdı.
Bu hekatlara "Yarenlik" denirdi.Akşamları tandırbaşında yapıldığı için de
" Akşam yarenliği" denirdi.
Sert ve çetin geçen kışın ardından,arnavut kaldırımlı sokağımıza bahar gülen yüzünü göstermişti. Dedem, bir gün beni ve babamı yanına çağırdı. Bana dönerek;
- İki dükkan arası koşuşturup duruyorsun,ben de artık iyiden iyiye yaşlandım.Hırdavat dükkanını kapatmak istiyorum.Canlı hayvan alır satarız,bakkalı büyütür, geçinir gideriz.Dedi.
Babam,dedemden öğrendiklerini bana pek anlatmazdı.Her şeyi dedemden öğreniyordum.Dedeme mahalleli "Hacı Aziz" derdi.Dedem, bir çok sohbetinde "Dört defa Hicaza gettim ama doyamadım."deyip iç geçirirdi.
Babam, dedeme pek çekmemişti.Dedem, çalışkan, merhametli,akıllı ve eski yazıyı okuyan ilmi geniş bir adamdı.Babam ise sadece namazını kılar,dedemin dediklerini uygular veya uygulamazdı.Bir çok kez dedem onu azarlamıştı.Her defasında olaylar, dedemin haklılığıyla sonuçlanmıştı.
Bakkaldan içeri giren baş örtüsü bir kaç yerinden delinmiş,eteği yırtık ve terliklerini zor kapatır vaziyette duran Saniye ablaydı.
O içeri girer girmez dedem ayaklanır gibi oldu,Saniye abla;
-Her defasında o yaşlı halinizle ayağa kalkıp beni utandırıyorsunuz Aziz Amca dedi.
Dedem,
-Estağfurullah kızım! olur mu öyle şey dedi.
Saniye abla babama ters ters bakarak;
-Aziz amca,Salih abi kıza istediklerimi vermemiş, önce borcunuzu ödeyin,üç ay oldu demiş.Körolası Kazım size ayırdığım parayı sakladığım yerden alıp içki zıkkımlanmış.Ama söz artık bende çalışıp borcunuzu verecem derken ağlamaklıydı.
Dedem,beyaz sakallarını sıvazladı,kafasını sağa sola esnetti.Babamın yüzüne ters ters bakarak;
-Bundan sonra, Saniye kızıma ne isterse ben olayım olmayayım vereceksin tamam mı dedi.
Babam kızarmış ve bozulmuş yüz ifadesiyle;
- Ama baba demişti ki, Dedem;
-Konu kapanmıştır.Kızım sen evine get ben erzakları Salih ve Şahinle gönderirim dedi.
Dedem, üç çuval erzağı ceza olsun diye üç seferde babama sırtında taşıttı.Son çuvaldan sonra babam,sucuk gibi terlemiş vaziyette tık nefes içeri girdi.Burnundan soluyordu.
Dedem, durumu fark etmişti.Babamın yüzüme kararlı ve mağrur bakarak;
- Bakın çocuklar ! Bu kadının kocası özünde iyi birisi,lakin uyduğu adamlar tekin değil,ben ona yardımcı olacağım.Belediye başkanı ile konuşup işe almasını söyleyeceğim.Sarhoş,işsiz ve çocuklarına ilgisiz.O kadın ve çocukları bize Allah’tan emanet. Onlar, bizim komşumuz.Eğer biz ona istediklerini vermezsek,kadın başka yollara düşebilir.Onun için halleri düzelene kadar bizim himayemizdeler. Dedi.
Dedem öğlen namazına gittikten sonra,babam içinde biriktirdiği öfkeyi kusuyırdu. Boncuk boncuk ter içinde kalan alnını cebinden çıkardığı mendili ile sildi.Başladı saydırmaya;
- Üç ay yiyip içeceksin ama bir kuruş ödemeyeceksin. Yetmezmiş gibi bir de hediye babından iki aylık daha fazladan erzak vereceksin.Bu değirmenin suyu nereden? Bize de bu malları bedava vermiyorlar.
Şu babamı anlayamıyorum.Kocası var, çocukları var. Neymiş efendim, sarhoşmuş, berdoşmuş, işsizmiş falan filan...
Bana ne,bari nüfusunuzu da üstümüze yaptırın olsun bitsin...
Bir türlü sinirini alamıyordu. Tekmelerle tezgahı dövüyor, sigaranın birini yakıp birini söndürüyordu.Babama yaklaşmak mümkün değildi.Yetmedi .Oturduğu sandalyeyi sayısız kere ileri geri çekip bıraktı.Adeta kendi kendini yiyordu. Tekrar ayağa kalktı ve bana doğru bakarak;
- Koş ! Hamdi Abi’den iki tane çay kap gel.
Hamdi Abi’nin çay ocağı sokağın karşı kaldırımındaydı.Berber Cemil Abi ile Manav İbrahim Abi’nin dükkanlarının arasında beş masalık küçük bir yerdi. Lakin,çayının kokusu insanı mest ederdi.
Kıtlama şekerlerini akşamdan küçük küçük kırar, ayaklı şekerliklerine koyardı.Koşarak yanına gidip;
-Hamdi Abi, babam okkalı iki çay istedi.
Çay ocağının başında kirli bardakları yıkamakla meşgul olan Hamdi Abi, kalın kaşlarının altında, içeri gömülü yeşil gözleri ile bana bakarak;
-Sana kaç defa dedim, içeri girdin mi selam ver diye. Baban öğretmez bilirem ama Deden de mi öğretmir.
Her defasında unutuyordum. Halbu ki Dedem bana hem ilmihali bilgileri hem de sosyal yaşantıya dahil bildiklerini çokça anlatırdı.
Hazırladığı çayları tepsiye koyup verdi.
-Çayları içtizmi tepsiyi al gel dedi...
Çayları götürdüğümde Dedem ve Kazım Abi de gelmişlerdi.İkisinin de yüzlerinde güller açıyordu sanki.Çayları koyarken selam verip,hoşgeldiniz dedim.
Dedem yüzüme gülerek baktı ve memnun olmuş yüz ifadesiyle;
-Aleykümselam dedi.
Dedem, olanları babama anlatıyordu. Kazım Abi ile beraber, Belediye Başkanının yanına gitmişler.Ricası sonrası Kazım Abi’yi Fen İşlerinde geçici kadroyla şoförlük işine koydurmuşlar. E sınfı ehliyeti olduğu için kamyon şoförlüğü yapacakmış.
Gidip gelene kadar nasihat etmiş. İçkiyi bırakacak ve çoluğuna çocuğuna sahip çıkacaksın yoksa külahları değişiriz diye. Kazım Abi çayını içtikten sonra dedemin elini öpüp;
-Artık eve geçip müjdeyi çocuklara vereyim! Dedi.
Yanımızdan ayrılırken, ayakları yere basmıyor gibiydi.Dedemin yaptığı bu iyilik değil, sosyal bir sorumluluk, komşuluk, babalıktı.
Sonra bize dönerek dedi ki;,
-Hazırlanın yarın Kayseriye mal almaya gidiyorsunuz.
Baharın gelişi kırk ikindi yağmurları sonrası daha bir canlı ve işveliydi.Yemyeşil kıyafetlerini giymiş ağaçlar, envai çeşit renkli çiçekler, Yaratanın hikmetini tüm güzelliği ile temsil ediyorlardı.Kuşlar, kelebekler cıvıl cıvıldı.Akşam yemeğini yedikten sonra, yatsı namazları kılınmış, çay faslından sonra yatma zamanı gelmişti. Dedem, Nineme dönerek, kararlı bir şekilde;
-Naciye helfe, yatmadan şu senin bana düğünümüzde hediye ettiğin işlemeli mendili getirsene.
Ninem, bu farklı istek karşısında hayli şaşırmıştı.Tabi bizlerde bir anlam verememiştik bu duruma.Ninem, oturduğu kanepeden romatizmalı ayaklarını tuta tuta kalktı.Biliyordu ki, Hacı Aziz bir şey demiş ise bir hikmeti vardır. Mendili getirip özenle dedeme uzattı.
-Buyur Hacı dedi.
Dedem, mendili aldı ve uzun uzun kokladı.Adeta mendili içine çekiyordu.Bu hareketi üç defa yaptı.Şaşkınlığımız iyice artmıştı.Ona bakan şaşkın gözleri fark edince;
-Hicazdayken Kabede aldığım kokunun aynısı dedi.
Babama bakarak, sert bir şekilde ;
- Salih yanıma yanaş hele dedi.
Babam oturduğu yerden kalktı. Dedemin oturduğu koltuğun önünde duran sehpanın yanına çömeldi.O sehpa hep orada dururdu.Üzerinde Kur’anı Kerim, tespih, gözlük ve ajandası her daim kadrolu elemanlarıydı.Mendili sehpanın üzerine özenle serdi.Elini bıyıklarına doğru götürdü.Dört adet kıl kopardı.Kılları, mendilin içine özenle koydu ve dörde katladı.
Bu akşam ki enteresan durumun üçüncü raundu buydu galiba.Yine hepimiz şaşkın ve yine heyecanlıydık.
Bu garip tavırlara anlam vermek kolay değildi.Dedem çayını yudumladı ve bardağı sehpaya koyarken;
-Bu mendili şu kağıtta yazılı adreste bulunan zata götüreceksin ve ona diyeceksin ki; Babam İki yüz elli çift tosun istedi.Tabi bu durum on dört yaşında olan biri için biraz daha farklı ve anlaşılmazdı.Ama olsun işin sonunda uzun bir yolculuk ve farklı bir macera beni bekliyordu.
Yatağa gireli iki saatten fazla olmuştu.Heyecandan uyuyamıyordum.Babamla yapacağım ilk uzun yolculuktu.Dün biletleri almaya gittiğim Erzurum garının verdiği heyecan halâ içimdeydi.Hasankale’ye çermiklere çok gitmiştik
Erzurum garı, nice vuslatların, hüzünlerin, sevinçlerin harman olduğu iki katlı, kesme taşlı tarihi mekan.Sanki şehrin bağrına bağdaş kurmuş bir baba gibi duruyor.Yaklaşık yarım saattir gardayız.Kars’tan gelip Ankara’ya gidecek olan Doğu Ekspresini bekliyoruz.Bizim gibi onlarca insanda oradalar.Kimi çuvalını, kimi bavulunu, kimi ise çocuğunun elini tutmuş sağa sola koşuşturma içindeler.Babam biletimizi almıştı.Heyecanıma tarif mümkün değildi.Kalbim küt küt atıyor.İkide bir tuvalete gidiyorum.Babam fark etmiş olacak ki ;
-Biletimizi yataklısından aldım.Yorulduğunda rahatça uyuyasın dedi.
Şaşkın ve heyecanlı bir şekilde babamın yüzüne bakarak;
-Hı hıı dedim.
Tren , kulakları tırmalayan düdüğü ile geldiğini müjdeliyordu.Karnım acıkmıştı.Babama söylediğimde trende lokantanın olduğunu, orada yiyebileceğimizi söyledi. O andan beri karnıma ağrılar girmişti.Yürüyen lokanta, düşününce gülesim geldi.Tren gara yanaşmıştı.Ön lokomotifin raylarda çıkarttığı gıcırtı artık fren yapıp durduğunu gösteriyordu.En önde kamarotlar, arkadan yolcular inmişti.Gidecekler kendi kamaralarına binmek üzere hazırlık yapıyorlardı.
Uzun ve keyifli yolculuktu bana göre.Babama sorduğum "Şura nere bura nere" sorularından bıkmış olacak ki, son dört saati uyuyarak geçirmişti.Ben ise trenin geçtiği bütün güzergahları ve manzaraları kaçırmamak adına cin gibiydim.
İniş peronuna gelmiş istasyonda inmiştik.Taksiye binerek verilen adrese doğru yola çıktık.Taksici adresin Kayseri’nin organize sanayi bölgesinde olduğunu söyledi.Çok büyük fabrikaların olduğu bir yerdi.Bizi iki katlı büyük bir işyerinin önüne getirdi.
-işte aradığınız adres burası dedi.
Babam taksicinin parasını verip teşekkür etti.Kapıda bekleyen adama selam verip adresi gösterdik.
-Burası dedi ve bizi içeri buyur etti.Büyükçe bir salonu geçip ilgili kişinin odasına gelmiştik.Süslü ve geniş bir odaydı.Babam masada oturan yaşlı ve düzgün giyimli adama Selam verip ellerinden öptü.Peşinden ben de öptüm.Misafir koltuğuna buyur etti.Bizi getirin çalışana dönerek;
- Bak bakalım misafirlerimiz ne yer ne içerler..dedi.
Masasının üstünde duran Kuranı Kerim dikkatimi çekti.Büyüklüğü ve kapağı dedemin okuduğu Kuranı kerime çok benziyordu.Babam çayını içtikten sonra ayağa kalkarak, cebinden çıkardığı mendili masanın üstüne koyarken;
-Babamın size hasseten selamını ve bu emaneti getirdim dedi.
O ara mendil açıldı ve içinde ki bıyık tellerinden biri masanın üzerine düştü.Babam telaşlandı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu.Kılı ararken eli ayağı birbirine dolandı, boncuk boncuk ter döktü.
Babamın bu arama gayreti görülmeye değerdi.Hacı Nafiz amca, durumu izliyor ve memnun yüz ifadesiyle babama bakıyordu.Babam kılı bulup mendilin içine koydu ve yerine oturdu.Rahatlamıştı.Hacı amca mendili dikkatlice alıp burnuna götürüp üç defa içine çekti, kokladı.
-Bu kokuya dünyaları değişmem dedi.
Bu hareketi hatırlıyordum.Dedemde aynısını yapmıştı.
Babam , bu seramoni sonrası, Hacı amcaya dönerek;
-Babam Bu mendili Hacıma ver ve İki yüz elli çift tosunu trene yükleyip göndersin dedi.
Hacı amca güldü ve başını onaylar vaziyette salladı.Mendili babama uzattı ve
- Bunu ahretlik gardaşıma ver ve deki; bir kıl için kendinden geçen ve onu bulmak için yaş döken bir evlat yetiştirdiği için sonsuz teşekkürler...
Tekrar çay istetti.Çayları içerken bizlere dönüp;
-Ticaret erbabı insanların olaylara bakışı, yorumu farklıdır. İnsanları bakışından, konuşmasından onun nasıl birisi olduğunu anlayışı tecrübeden gelir.Tecrübe yaşanmışlıktır ve çok önemlidir evlat.Bunu babanda çok iyi bilir.Onun sözlerini yabana atma, kendini geliştir ama geçmişini asla unutma. Dedi.
Bir kaç yere telefon açtı.Geleli üç gün olmuştu.Bizi en büyük ve lüks otelde misafir etmiş şehrin tarihi yerlerini gezdirmişti.Kayseri’nin hayvancılıkla uğraşan ne kadar iş yeri ve iş adamı varsa hepsini dolaştırdı.Sevkiyat hazırdı.Hayvanlar sayılıp yük trenine bindirilmişti.Geriye dönüş yine trenle ve benim için yine zevkle geçecekti belliydi.Yalnız kafamı kurcalayan bu mendil ve kıl işini anlamamıştım.Trende vaktimiz bol olacak babama sorarım düşüncesiyle rahatladım.
Erzurum’a gelirken yağan yağmurun doğaya verdiği canlılığı trenin camına şakırdayarak vuruşu ile izlemek huzur veriyor insana.Kayseri’de geçirdiğim üç günü unutmam mümkün değil...Hacı Nafiz Amcanın bize yaptığı tasavvuf sohbetleri kulağımdan hiç gitmiyor. İki yüz elli çift tosunu üç gün gibi kısa sürede bulup trene yükleteceksin. Bir kuruş para almadan göndereceksin.
Bütün bunları yapan Hacı Nafiz amcayı düşünmeden edemiyorum.Dedemle olan bağları neydi? Bir mendilin içine konulan dört adet bıyık kılı neyi simgeliyordu?Babama bir kaç defa sordum bilmediğini söyledi.Kendince yorumlar yaptı ama net bir şey söylemedi.Onların beraber üç defa Hacca gittiklerini bu gidişlerin onları birbirine bağladığını, Yaklaşık on yıldır da ticaret yaptıklarını söyledi.Tren Erzurum garına yanaştı.Trenden indik dedem ve ayarladığı adamlarla beraber teslim tutanakları imzalandı.Hayvanları kamyonlara yükleyip hana götürdük.
Akşam yemeğinde durumu anlatmak babama düştü.Her şeyi tek tek anlattı.Dedeme doğru dönerek;
-Dede sana kafama takılan bir kaç şey soracağım dedim.
Dedem anlamış olacak ki gülümseyerek söyle yavrum dedi.
Cesaretimi toparlayıp dedim ki:
-Dede şu mendil ve dörtt adet kıl neyin nesi?
Bir de o hacı amca parasız pulsuz o kadar malı bize nasıl verdi?
Dedem yemeğini bitirmiş kıtlama çayını içiyordu.Bir iki öksürük sonrası şöyle dedi.
- Biz Hacı Nazif beyle İstanbul da tanıştık.O da ben de mal almaya gitmiştik.Süleymaniye’de namaz çıkışı selamlaşma sonrası sohbet imkanımız oldu.Sonra ara ara İstanbul da buluştuk.Sonra Hacca gittik.Oğlum hikayenin yarısını yarın sabah namazında anlatayı olur mu? Sabah namaxına kadar uykum gelmedi.Dedemşn kapıyı tıklamadıyla zıplamam bir oldu.
Seher vakti arnavut kaldırımlı sokaktan camiye doğru yürümek uykulu gözlerle nefsime zor geliyordu.Çoğu zaman ayakta uyuya uyuya yürürdüm.Önde dedem arkasında babam ve ben onu takip ederdik. Sünneti kılıp Kamil Hoca efendinin Tecvitli Kuran tilavetiyle kendime ancak gelirdim. Kamil Hoca aynı zamanda Kuran kursu hocamdı.Namazı kılıp caminin yanındaki sabahçı kahvesinde çaylarımızı içtik.Tam zamanıydı.Dedeme yarım kalan hikayeyi anlatmasını istedim.Hacı Nafiz amca ile olan muhabbetin derinliği nedir?
Babama cebinden çıkardığı parayı uzattı ve dedi ki;
.Git fırından lavaş al,peynirciden de gövermiş peynir al.Torunumun merakını giderirken karnımızı da doyuralım.
Babam kahvaltılıkları getirdi.İki masayı birleştirdik.Kahvehanedeki tanıdık dostlarla beraber kahvaltımızı yaparken dedem anlatmaya başladı.
-Bakın dostlar,Bizler Müslümanız,Allah’ın bizlere emrettiği birinci kural ona sahih iman etmemiz. Sonra ahlâklı olmamız ve akabinde ibadetler gelmektedir.Mümin müminin kardeşidir. Güven, kişinin önce kendisine karşı saygısıdır.Yani kişi önce Allah’a sonra kendisine güvenecektir.Sonrası kolay. Toplum olarak bizler bir çok değerlerimizi kaybettik.Hani Hz.Ömer’in buyurduğu gibi"İnandığınız gibi yaşamazsanız,yaşadığınız gibi inanırsınız."
Maalesef bizler İslamiyet’i eksik ve mahalli yaşıyoruz.Müslümanın sözü senettir.Bunu unutmamalıyız.Biz Hacı Nafizle Medinei Münevver’de o güzel peygamberim huzurda dünya ahret kardeş olduğumuzu ilan ettik.Bir birimize de "Ahretlik" deriz.Orada o güzel kapıya yüzümüzü sürdük.Onun için birbirimize işimiz düştüğü zaman mendil içine o yüzü temsilen dört adet kıl koyarız.Dört rakamı Kabenin dört yönünü temsil eder.Onu üç defa koklamamız ;
Allaha güven,peygamberine itaat ve verdiğimiz söze itimatı temsil eder.Bunu gönlüne indirmiş birisi karşısında bulunan kişiye yanlış yapabilir mi?
Dedem anlattıkça her şey yerli yerine oturuyordu.
Aradan bir hafta geçmişti.Tosunları satmış karımızı etmiştik.Hacı Nafiz amcanın parasını vermek üzere babam yola koyulmuştu.
Son
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.