18
Yorum
8
Beğeni
0,0
Puan
1788
Okunma


1.
Gözlerimi açtığımda kopkoyu bir karanlık karşıladı beni. ‘’Neredeyim?’’ diye boşluğa seslendim. ‘’Kimse yok mu?’’ dedim yüksek sesle. Sanki kendi sesim beni kendi sorularımla karşılıyordu. Yankı gibi değil de kendini tekrar eden bir zaman sıkışmasında takılıp kalmak gibi tuhaf bir his veriyordu.
Gözlerimi kapatıp bir süre daha bekledim. Ellerimle oturduğum yeri taradım. Beton bir zemin üzerinde buz gibi soğuk bir duvara yaslanmış oturuyordum. Öyle bir soğuk ki hem yanmış bir yere pansuman yapmak gibi iyi geliyordu hem de öyle kalmaya devam ettikçe hislerimden arındırıyordu. İyi geldiğini sanmama rağmen bu soğukluk içime dek işleyip beni üşütüyordu.
‘’Duvar!’’ dedim aklıma gelenin heyecanıyla. Sırtımı duvara vererek hareket edebilirdim bu karanlığın içinde. Belki de buradan çıkmanın bir yolunu bu sayede bulabilirdim. Hevesle ayağa kalkıp gözlerimi araladım. Gözlerimi hep açık tutarsam bir süre sonra karanlığa alışıp bazı şeyleri görebilirim belki diye düşündüm. O kopkoyu karanlık gözlerime yeniden dolunca rahatsız oldum. Buna rağmen gözlerimi açık tutmaya devam ettim.
İlk adımlarımı atmaya başladığım anda içimde bir umut yeşerdi. İçinde kaybolduğum öyle zifiri bir karanlıktı ki sanki onlarca el boğazımı sıkıyor ve beni nefessiz bırakıyordu. Bu derece ışıksız kalmak tarifsiz derece de kötüydü. Belki sadece birkaç dakikadır bu karanlıkta yol alıyordum ama bana sanki saatlerdir yürüyormuşum gibi yorucu gelmişti. Kendi nefesimden, adım seslerimden başka hiç ses yoktu. Sanki koskoca evren de tek başıma kalmış gibiydim.
Adımlarım birbirini duvar boyunca takip ederken,ellerimle duvarı yokluyordum. Elimin altında ahşap bir dokunun varlığını hissettim. ‘’Kapı!’’ dedim sevinçle. Bu kapı ise mutlaka bir kolu olmalıydı. Ellerim yerinde duramayan afacan bir çocuk gibi hareketlenip ahşap dokuyu taramaya başladı. Sonunda o metal kapı koluna dokunduğum anda çıkış biletime kavuşmuş olduğumu anlayıp sevinçle bir çığlık attım. Kapının kolunu yavaşça aşağıya doğru çevirdim. Açılmadı… Yeniden, yeniden, yeniden denedim. ‘’Bu kapı kilitli lanet olası!’’ dedim bağırarak.
O karanlık rutubet kokan odada hapistim ve ben bunun sebebini bile bilmiyordum. Saatlerce sürdüğünü düşündüğüm bir süre boyunca ağladım, bağırdım, yalvardım ve sonunda bitkin düşüp uyuyakaldım.
2.
Uyandığımda gözlerimi hafifçe araladım. Odanın içi gözlerimi yakacak derecede aydınlıktı. Gözlerimi ovuşturarak yeniden açmayı denedim. Gözlerime dolan ışıkla birlikte binlerce iğne batıyormuş gibi canım yandı. Işık öyle yoğun ve sıcaktı ki bir süre önce yakındığım karanlığı özlemeye başladım. Kıvrıldığım köşede iyice küçülüp yok olmaya çalıştım. Işığın değdiği her noktam alev alev yanıyordu. Gözlerimi açamıyor olmama rağmen ışık sanki bir jilet gibi göz kapaklarımı kesiyor ve beynime kadar yakıyordu. Yüzümü duvara dönüp ışıktan kaçmaya çalışsam da duvarın sıcaklığı yüzümü yakmaya devam ediyordu. Tüm bunlara rağmen ışığın verdiği acı bir süre sonra alışmak zorunda olduğum bir mecburiyet gibi gelmeye başlamıştı. Beni yakıp kavuran bu aydınlık hayatta kalmam için katlanmak zorunda olduğum bir güçtü. Onun kurallarına uymak ve beni dilediği gibi yakmasına izin vermek zorundaydım. Böyle yaparsam tenim bir süre sonra bu teslimiyete alışacak ve eskisi gibi acımayacaktı. Öylece kaldım…
Sonunda acının dayanılmaz olduğunun farkına yeniden vardım.Biraz daha böyle kalırsam tenim ileri derece de yanacağından acının daha da artacağını anladım. Aklımdaki saçma sapan fikirlerden kendimi kurtarıp yeniden adım atmaya karar verdim. Bu kez yüzümü duvara dönüp canımın acımasına aldırmadan yürümeye başladım. Aydınlıktan kaçmaya çalışırken öyle hızlı hareket etmiştim ki çok daha çabuk vardım kapıya. Elimi kapı koluna attığımda metal çok fazla ısındığından elim şiddetle yanmaya başladı. Ben buna da aldırmadan kolu aşağıya doğru indirdim. Büyük bir üzüntüyle, ‘’kapı hala kilitli’’ dedikten sonra acıya daha fazla dayanamayıp bayıldığımı düşünüyorum. Sonrasını hatırlamıyorum.
3.
Dokuzuncu senfoni çalıyordu.Hem de öyle bir çalıyordu ki yeri göğü inletecek kadar yüksek bir volümde kulaklarımdan tüm bedenime bir karınca sürüsü gibi hücum ediyordu. Aç kalmış yüzlerce karınca beynimi kemiriyordu sanki. ‘’Oysa ben klasik müziği çok severim’’ dedim fısıltıyla, onca gürültüde sanki beni biri duyabilirmiş gibi utanarak. Gözlerimi açmaya korkuyordum. Beni neyin beklediğinden duyduğum endişe yüzünden gözlerimi açmaya hiç heveslenmedim. Ama müzik bitmek bilmiyordu. ‘’Kulaklarımdan kanlar fışkırsa ve sağır olsam keşke’’ dedim daha yüksek sesle.
Gözlerimi aralamaya karar verdiğimde bir odanın ortasında uzandığımı gördüm. Işık fazla değildi, karanlıkta yoktu. Yattığım yerden doğrulup gözlerimle etrafımı taramaya başladım. Çevremde bir sürü camdan odacık vardı. İçlerinde insanlar vardı. ‘’insanlar!’’ diye bağırdım. Çok sevinmiştim. Dünyada tek başına kalmışlığın duygusu öyle ağır gelmişti ki bir camekânın arkasında bile olsalar etrafımda insanların olması beni mutlu etmişti. Onlara seslendim. Beni duyup görmeleri için el hareketlerimle de kendimi göstermeye çalışıyordum. Oysa hiç biri beni görmüyor ve duymuyordu. Orada ben hiç yokmuşum gibi davranıyorlardı.
Bir camekâna yaklaşıp ne yaptıklarını anlamaya çalıştım. İlk bulunduğum yerden onları net olarak göremiyordum. Ben daha aydınlık bir noktada sanki sahnede gibiydim. Onlarsa daha loş bir ışıkta fazla seçilemiyorlardı. Bir adamın bir kadını sürekli bıçakladığını görünce midem ağzıma geldi. Kussam belki de rahatlayacaktım. İlk şoku atlatınca ayrıntılara biraz daha dikkat ettim ve… Bu nasıl bir yerdi böyle? Adamın sürekli bıçakladığı kadın bendim. Ya da bana çok benzeyen bir kadındı. Kadının attığı çığlıkları müzik yüzünden duyamıyordum ama çektiği acıyla haykırışını yüzünden ve tüm bedeninden oldukça net anlayabiliyordum.Adam ise sıradan bir iş yapıyormuş gibi oldukça rahat ve hatta daha da kötüsü keyifliydi.
Onları daha fazla izleyemeden bir diğer camekâna geçtim. Bir başka adamın yine tıpkı bana benzeyen bir kadına tecavüz ettiğini izlemek zorunda kaldım. Midem bulanıyor ve başım dönüyordu. Sonra sırayla diğer bölmelerde bir köpeğe işkence edildiğini, bir çocuğa anlatılamayacak şeyler yapıldığını, bir bebeğin öldürüldüğünü, bir askerin kendi kafasına defalarca dirilip yeniden sıktığını, beyninin arkasındaki duvara dağıldığını gördüm. İmam kıyafeti giymiş bir adamın üzerinde ayetlerin yazılı olduğu kâğıtlardan önce ok yaptığını sonra bir kadının gözlerini bu okla defalarca oyduğunu izledim.
Tüm bunları izlerken sürekli kendimi daha da hasta hissediyordum. ‘’Otomatik portakal’’ dedim şaşkınlıkla. Ben bir kitabı yaşıyordum. Bu nasıl olabilirdi? Tıpkı kitaptaki gibi önce tırnaklarımla duvarları saatlerce tırmalayıp tırnaklarımı yerinden sökene kadar buna devam ettim. Bir sağa bir sola koşup atlayıp kurtulabileceğim bir pencere aradım. Yoktu! Buradan hiç çıkış yoktu… Yüklendiğim onca acı, üzüntü, bulantılar, öfke gibi ağır duygudan sonra bitkin düştüm. Sanırım yeniden uykuya daldım.
5.
Uyandığımda kendi odamdaki kanepe de olduğumu gördüm. Ben bir sin koleksiyoneriyim. Kaza geçirmiş bir gemiden kurtulan tek denizci bendim ve onca ölüyü gömmek bana düşmüştü. Kıyıya vuran onlarca cesedin hem sahibi hem de bekçisiydim. Açlık ve susuzlukla yeniden defalarca baş edebilirdim ama bu mezarlığın ağırlığını taşımak sadece bilenin anlayacağı bir zorluktur. Hem sin hem em olmayı bildi benim sinem. Belki de hiç birini asla yeterince olamadı. Orada ki ‘’4’’ kendime bile itiraf edemeyeceğim korkaklıkların mezarlığıdır.
Yerimden kalkıp balkona çıktım. Bir sigara yakıp balkonun korkuluklarına iyice yaslandım. Başımı gökyüzüne kaldırdığım da yıldızlardan bir tanesinin ‘’S’’ şeklinde olduğunu fark ettim. Gülümsedim. Hep görebileceğim bir yerde, asla ulaşamayacağım kadar uzakta olan o yıldıza uçmak gibi delice bir fikre kapıldım. O ‘’S’’ benim yakmayan ışığım, boğmayan karanlığımdı. Elimi göğsüme götürüp içime seslendim.’’ Artık gitme vakti gelmiştir ha ne dersiniz?’’ dedim oldukça kararlı bir ses tonuyla.
Balkonun korkuluklarına tutunup diğer tarafa geçtim. İçimdeki savaş dinmiş yerini huzura bırakmıştı. Şimdi göğsüm daralmıyor ve oldukça rahat nefes alabiliyordum. Gözümü ‘’S’’ den ayırmadan, yüzümde beliren tebessümü de koynuma alarak uçmaya başladım.
Deniz...