3
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1037
Okunma

Demço Ali, torpilli askerliğini İstanbul Tersanesi’nde bahriyeli olarak yapıyor, ayda bir Mürefte’ye gelip, şaraphanelere sevkiyatı idare ediyor, dönüşte Şarköy, Malkara, Tekirdağ ve Silivri’den tahsilatı alıp, topladıklarını Kumkapı’da pavyon sahibi Apel’e emanet ediyordu.
Apel’in dostu esmer Marika, Balkan çakırı gözlerine, pembe yüzüne, beyaz tenine vurulduğu Ali ile yattığını, yediği tokadın hıncını almak adına Apel’in suratına hönkürdediğinde, o anda Ali’nin ölüm fermanını diliyle imzaladığını da bilmiyordu… Yirmiüç yerinden bıçaklattı Apel, Ali’yi.
Sabriye, el bebek – gül bebek büyüdüğü Mürefte sahilindeki Demço Mehmet Yalısının iki gün içerisinde darmadağın oluşunun, aklının ve gönlünün hızla kuruyup kalışının gerçek acısını ancak Kesebir Dayı’nın evinde geçirdiği ilk gecede, işittiği fısıltıyla duyumsadı. Çocukluktan genç kızlığa geçişini bu fısıltı çiviledi ruhuna.
- Ömrübillah başımızda mı kalacak bu?
Hüseyin Enişte, Hoşköy’e, Sabriye’yi Çorlu’ya götürmek üzere almaya geldiğinde şu sözleri söyledi;
-Ali, başına geleceği bildi sanki. Vasiyet gibi, “Kıza, ablam baksın” dedi.
*
Zor zamanlar… Ekmek karnesinin, yokluğun, kasaba esnaflığının her geçen gün haneleri eğip büktüğü, insanları birbirlerine yük ettiği yıllar… Bir çuval unu, bir tarla senedine satan değirmenlerin Trakya’sı.
Hüseyin Enişte meyhaneye girer girmez, köşede, Halil’i gördü. Şaşırdı, sevindi, kucaklaştı. Halil’in, karısının ölümünden sonra, dünyadan vaz geçtiğini, neredeyse aklını yitirdiğini biliyordu. Sonradan, köylerde kalaycılık yaptığını duymuş, fakat nicedir ortalıkta görünmeyişini de doğrusu hayra yormamıştı.
Tüm bunları, bir solukta Halil’e anlattı. “Allah biliyor, arkandan fatiha bile okudum ulan.” dedi.
Sonra ciddileşti. Halil’i sağ-salim, epeyce iyi görmenin sevincini yüzünde yansıtmaya özen göstererek, bir teklifte bulundu;
-Dinle arkadaş, ölenle ölünmüyor. Gençsin, aslan gibi delikanlısın. Vereyim benim baldızı sana be oğlum. Gül gibi kız.