14
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1949
Okunma
Fazla mesai yaparak harf yağmurlarınızla ıslattığınız küçük bir balıkçı kasabasının Melengeç Sokağındaki evimin balkonundan yazıyorum size.
Şiirinizi okudum ve hunharca eleştirmek istiyorum sizi Gökyüzü Mesaicisi.
Bu nasıl bir giriştir şiire söyler misiniz?
İçinde ince kelimesinin geçtiği Gülten Akın’a ait;
’Kimsenin vakti yok durup ince şeyleri düşünmeye’ repliğinden sonra böyle çarpıcısını henüz okumamıştım.
Bu nasıl bir giriştir, hiç mi merhametiniz yok biz dünyalı şair dostlarınıza!
’çok incesiniz dedim
"o yüzden çabuk kırılıyoruz" dedi ’
Yapmayınız efendim, ezmeyiniz bizi böyle muhteşem sözlerinizle. Nasıl kalkarız böylesi bir ihtişamın altından ve daha güzelini yazmak için nasıl toplayabiliriz yeniden güzümüzü.
Yapmayınız.
’yeni yetme organik bir tavırdı bu’
Daha ben ilkinin şokunu atlatamamışken üzerimden bu ikincisi nedir söyler misiniz? Biz dünyalılar sayfalarca yazar da bir tanecik akılda kalacak imge icat edemezken, bu ne cüret!
Emin olun şu anda size karşı takındığım bütün tavırlarım tamamen organik.
Tamam, devam ediyorum zaten duramam ki artık;
’çok sevmiştim
hatta aşık olmuştum
mutluluğun seçici olduğu zamanlarda
üzerime giydiğim boğazlı kazağın irimiş sıcaklığı bastırıyordu’
Bir kazağın sıcaklığının irimesi nasıl bir şeydir, böyle bir imgeyi kaç yıldız okşadıktan sonra düşürdünüz yeryüzüne.
Ondan mıdır böyle ışıl ışıl parlaması.
Gözlerim kamaşıyor efendim.
Acıyın gözlerime.
Ama öyle bir niyetiniz yok anladığım kadarıyla. Siz gözlerime acımadığınız gibi kalbimi de hedef alarak yazmaya devam etmişsiniz.
’yağmurlar sahici olmasa onu bu kadar sever miydim bilmiyorum
bilmek hayali noktalamaktır her daim’
Peki, burayı hangi ruh halinizle hangi gezegende yağmur kovalarken yazdığınızı ben de bilmek istemiyorum. Noktalanmasın diye hayalim.
İnanamıyorum size, inanılmaz geliyorsunuz daima. Her gelişiniz ve her gelişinizde parmaklarınızın ucundan dökülüp denizleri taşıran bu ışık yağmuru inanılmaz geliyor bana.
Sonra şöyle sesleniyorsunuz ben mavi sularda ışık taneciklerini yakalamaya çalışırken sevgilinize, ta buralardan duyabiliyorum;
‘’ufak tefek yorgunlukları cam kenarında yetiştirmek lazım
gravür bir hüzne tepeleme renkler seçmeliyiz sevgilim’’
Biliyor musunuz yorgunluklarınız için şeffaf saksılar üretmek istiyorum ve içine toprak yerine rengarenk çiçek kuruları doldurmak. Siz sevgilinizle hüzne renkler seçerken ben yorgunluklarınızı örtmek istiyorum, gül yaprağından sağdığım tebessümlerle.
Düşüyormuşum gibi hissettiğime bakmayın yazdıklarınızı okudukça. Az sonra lider bir sabahın ilk harfini ödünç alıp düşlüyor olacağım bir kalbin çatısına sardunya dikerken kendimi. Benim yükseklik korkum vardır efendim. Keşke o ilk harfi vermeseydiniz elime.
‘’lider bir sabahın dantesiyim
var olduğum hayat iyi oyulmuş ölgün ağacı
hafifletilmiş sebeplerden ötürü gülüp geçtiğim
iktidar bir kalbin
çatılarına sardunyalar dikmek gibiydi bu pürüzlü yaşam’’
Bir mıknatısa koşan demir gibi hissediyorum kendimi şu anda şiirin sonuna yaklaştıkça. Bana bunu yapmaya ne hakkınız var?
‘’seni sevmek muhafazakar bir soğukluk
kurallarını batıl inançlardan kurtarıp temel özelliklerini
muktedir bir direnişe bağladım sevgilim’’
İzin verirseniz burada sevgilinize seslenmek istiyorum;
Ne kadar direnizseniz direnin; bu soğukluğu çatlatacak bir nazar boncuğu henüz üflenmedi bir cam ustası tarafından, bir çubuğun ucuna. Sizin adınıza çok üzgünüm.
Canınızı yakmak isteyerek eleştirmek istiyorum sizi Gökyüzü Mesaicisi. Çünkü şiirin sonuna yaklaştıkça bana bu yolculuk boyunca çektirdiğiniz azap gözlerimden ateşten ırmaklar gibi taşarak yanaklarımı eritmeye başladı. Söyleyin azabınıza, yasal da olsa bana bunu yapmasın efendim.
‘’tam zamanı kusursuzluğun
yasal bir azap bu
ulaşılmaz bir trajedi’’
Kusursuzluk mu dediniz, affediniz. Bu düpedüz bana reva gördüğünüz bir huzursuzluk.
Gene de size kırgın değilim. Lütfen siz de bu yazdıklarım için bana kırılmayın. Eğer bir gün bulunduğunuz yere çıkabilirsem yıldız tozu bulaşmış ellerinize ellerimi emanet etmek isterim.
Ellerimi geri çevirmeyiniz efendim.
Hicran Aydın Akçakaya