14
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
3018
Okunma
Birgün ölü bir kelebek buldum. Üzerinden ecel gibi ağır bir şey geçtiği halde kelebek hiç bozulmamıştı. Onu avuçlarıma aldığımda ilk defa ölümün korkulacak bir şey olmadığını hissettim. Ölüm bir kelebeğin narin ipeğini bile soldurmamışsa insana ne yapabilirdi ki? Onu gömüp mezarı unutulmasın diye etrafını ince taşlarla çevirdim. O yerden her geçişimde kelebeğe Fatiha okudum. Zamanla üzerinde otlar bitmiş, mezar taşları bozulmuştu. Günün birinde bir adamı kelebek mezarına eğilmiş bir şeyler toplarken gördüm. Taşları topladığını düşündüm. Yanına yaklaştım. Sırtı bana dönüktü. Eğilip ellerine baktım. Topladığı şeyler taş değil, salyangozdu. Salyangozları avcuna diziyor, küçükleri yere bırakıp irileri çantasına atıyordu. Etrafa bakındım. Başka hiçbir yerde salyangoz yoktu. Adam bana dönüp “Bak kızım, salyangoz gözü buldum” dedi. “Dere gözleri gibi. Pınar gibi.” Ağzındaki dişler bembeyazdı. Güzel sakalı, güzel kıyafetleri vardı. Deliye benzemiyordu. Bu salyangozlarla ne yapacağını merak ediyordum. Fakat sormaya korktum. Belki de o, kelebeği incitmeden öldürendi. Evet, onu incitmediğini düşünüyordum ama neticede ben küçük bir çocuktum. Bütün belirsizlikler beni korkutuyordu. Gıyabında fenalık görmediğim varlıkları karşı karşıya geldiğimde yadsımam şaşılacak iş değildi. Belki de herkesin ayrı bir öldürücüsü vardı. Bu ihtiyar, salyangozlar için gelmişti. Saçı sakalı düzgündü fakat en mühim uzuvları olan elleri zorbalıkta zedelenmiş gibi görünüyordu. Belki de Allah hilkati ipekten olanlara narin öldürücüler, kabuklu, sert yaratıklara ise kendilerine yaraşır katiller gönderiyordu. Ben ne narin, ne kabaydım. O halde en hayırlısı ondan uzak durmaktı. Zaten o da çok durmadı, bohçasını değneğine takıp, köy yolunda gözden kayboldu. Uzaklaşırken sırtındaki bohçada kımıldayan şeyleri görebiliyordum. Daha ölmemişlerdi. Belki de ben o gün bir şeyi bozmuştum. Bir olacağı.