10
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
2134
Okunma
Uyansa ve ışıkları açmadan duvarlara tutunarak ilerlese holde. Karanlığın içinde bin kanat hışırtısı. Dokunduğu yerden sökülse etçil kuşlar.-Yarasa olur, kuzgun olur, hepsi olur.-İnce bir saç tokası değse ayak parmağına. -O gün sıradan bir gündür. Tokanın bir kıymeti yoktur henüz.- Beş adım daha, böyle karanlık, böyle iç bunaltıcı…Sonra bacaklarıma dokunsa. Soğuk ve rüzgarlı bacaklarıma. Belki bir parça ıslak da olabilir zemin. Dünya halidir.
Güney kutbunda bir tırtılım artık.Yıllarca beklemiş fakat kelebek olabilecek kadar uzun bir baharı görememiş. Ki herkes bilir, bazı baharlar bilinçli olarak kısa tutulmuştur. Aniden bastıran kışla kanıma kadar donmuşum. Gelecek yeni bir kısa bahara kadar kalbimi durdurmuşum.
“Sallanmayı hep sevmiştin” dese yakışık alır mı? Farz edelim ki öyle dedi. Aklıma insanların “Çaresiz orayı terk ettim” cümlesini nasıl fütursuzca kullandıkları gelir. Arşa yemin eden Tanrı üzerine yemin ederim ki pek çoğu çaresiz terk etmenin ne demek olduğunu bilmiyorlar.
Bu hikayede bile, ben sadece girişteki doğalgaz borusunda asılı duran fakat hiçbir şekilde kadraja giremeyecek, sesi duyulamayacak olanım. Bu hikaye başlamadan önce, çok sevdiğim bir aktristi rüyamda yaşlanmış olarak gördüm. Parmakları antik ağaçların köklerine benziyordu. Yapraksız ağaçların arasında o koştu, ben koştum. Sonunda yorulup bir taşın dibine çöktü. Dedi ki: Kimse o donan kuşu pencereden içeri almadı aslında. O sene çok kış yaptı. Evet kuş bir pencereye kondu. Cama vurdu, yalvardı. Sonra küt, yere düştü. Döndüler arkasından masum bir şarkı uydurdular. Bir de bunu masumlara söylettiler. İsa’yı da böyle öldürmediler mi?
Uyanıp Ankebut beşi okudum. Ve benim sahnem çok hızlı geçti. Şimdi sıra onda. Bütün kameraların kendisine odaklandığını biliyor. Hesaplı adımları ve kontrollü üzüntüsü bu yüzden. Şu bir gerçek ki; seyirci de en çok onu merak ediyor. Onun acısını, onun korkusunu, onun “çaresizce orayı terk edişini.”
Tanrım, bu çok assolistçe. Uvertür bunu kaldıramaz. Seyirciyi kıvama getiren oydu. Ve sahnenin en zor işi peşrevdir aslında. Kapıyı ilk açan, en önce vurulmayı göze alandır. Fakat son darbeyi assolist vurur daima. Toplar bütün alkışları. Uvertür sahne arkasında bağrına yapışan gamı ıslak mendille temizlerken.
“Ne yapalım, böyle imiş yazımız” dese, kimse orada sallanan beni düşünmeyecek. Bütün iyileştirici temenniler geride kalanlar için değil midir? Sonra o, geldiği gibi duvarlara tutuna tutuna geri dönerken, toka yeniden ayak parmağına değecek. Artık gün sıradan değildir ve tokanın ağır hüzünlü bir hikayesi vardır. Eğilip avucuna alacak onu.
Aslında o beni korurdu. İyi biri olduğundan emindi. Oysa mezbahada hayvanın mevzuata göre öldürülmesini sağlayan bir veterinerden hiç farkı yoktu. Ona kendimi götürdüm. Dedim ki kanadım kırıldı. Dedi bu yara iflah olmaz. Kendini kedilere at.
Attım.
Varacağım yer cehennemdir ve hiç yardımcım da yoktur. Hiç olmamıştır da. Yani benim için hiçbir şey değişmemiştir. Kuyruğunu kovalayan bir köpeği düşünün.