7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
979
Okunma

1988’de bir imza gününde Aziz Nesin ustaya sormuştum:’ Bu davayı kaybedeceğinizi bilerek mi Kenan Evren’i mahkemeye verdiniz?’ Evet dedi,’Kesinlikle kaybedeceğimi bilerek.’Peki, aydınlardan, kurumlardan, mağdurlardan destek alabildiniz mi? Bu soruya da ustanın yanıtı şöyleydi:’Bir kaç telefon, bir kaç insan o kadar...’
Ahmed Arif’in kitabı peynir ekmek gibi satılırken, yayıncısı ona iki yılda iki bin adet satıldığını söylüyordu. . Ve Ahmed Arif o yıllarda gazetecilikten edindiği küçük emekli maaşıyla oğlu Filinta’yı okutabilmek için Dikmen’den Kızılay’a yaya yürüyordu.
Yine aynı günlerde Ece Ayhan’ın Çanakkale’de bir çorba parasına muhtaç yaşadığını ve Can Yücel’in çok içip bir iş hanının kapısında;bir çöplüğün yanında nasıl sızıp kaldığını gülerek anlatıyorlardı.
Behçet Aysan, Ceyhun Atuf Kansu şiir ödülünü kazanan ’Eylül’ adlı kitabını basacak yayın evi arıyordu. O yıllar söz birliği etmişçesine bütün yayın evleri basamayız diye yanıt verirler şaire. Bugün aynı şiirler Türkiye’nin en iyi yayın evlerince basılıyor. Onun kitaplarını birer gelin gibi görmesi için yakılması mı gerekirdi?.
Kırk kuşağının yaşadıklarI değil bu yazdıklarım, son yirmi yılda benim tanık olduklarımdan kısa kesitler sadece.Şimdiyse nasıl anıldıklarına, nasıl sevildiklerine bakıyorum da doğrusu hiç samimi gelmiyor.
Yaşarken onların kişiliklerinin,hayata ve insana kattıkları değerlerin,yeteneklerininin ve cüretlerinin pek anlamı yoktu...Çünkü biz, sanatçının, yazarın, aydının dirisini değil, ölüsünü severiz.
Evet, biz ölüleri severiz;çünkü ölüler mangalar halinde düşünen ve lobilerin, cemaatlerin parsellediği bu ülkede bize, muhalefet edemez ve inançlarımızı, kutsadığımız değerleri eleştiremezler...
Biz ölüleri severiz;çünkü artık onların silüetleri geçmiş zamanlarda kalmıştır...Bu günümüze dokunamaz, hiç bir kurumu eleştiremez;sanat ve siyasal anlayışlarımızın, derneklerimizin partilerimizin aleyhinde konuşamazlar.
Biz ölüleri severiz;bir dönem ağız dolusu küfredenlerin, anılarına düzenlenen panellere katılımcı olmalarının iki yüzlülüğünün farkında bile değilizdir. Nasılsa belleksiz bir bir toplumda yaşıyoruzdur, nasılsa herkes kimin dün nerede, ne halt ettiğini hiç hatırlamıyordur.
Bu yüzden adlarını titrek bir sesle andığımızda itibar görür ve hep birlikte ne kadar vefakar olduğumuzu düşünerek vicdanlarımızı avuturuz..Biz ölüleri severiz; biliriz ki ölüler, onları övgüyle anan kurumlar, kişiler hakkında hiç bir şey konuşamaz ve övgülerimizi boşa çıkaracak hiç bir davranışta bulunamazlar. Bel ki bu yüzden onları ancak ’ölü’ halde ölesiye severiz.
Yukardaki örnekleri Ruhi Su’dan Asım Bezirci’ye çoğaltmak mümkün.Yaşarken onları neden sevmediğimizi ya da bu sevgiyi niçin dayanışmalarımızla yeterince ifade edemediğimize bir dönüp baksak diyorum,
Şair Süleyman Nazif ne güzel söylemiştir:
’Sağlığında nice ehli hünerin
Bir tutam tuz da yoktur aşında
Önce öldürürler açlıktan
Sonra türbe yaptırırlar başında...’