15
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
2472
Okunma

Saksıdaki armut fidanına baktım. Temmuz sıcaklarında kurumuştu. Ağustos ortasında yeşermiş. Dalların ince uçlarından çiçek saçakları gövermiş. Anne dedim. Bir senede iki kere açar mı bu? Tahta bankın üzerinde yaralı bacağını kaşıyordu. Görmedim ama tırnaklarını etine daldıra daldıra yarayı kanattığını biliyordum. Sonra o elleriyle patates soyacaktı. İkimiz verandada oturup, deri parçalarının patatesin içine işleyip görünmez olduğu yemeği kaşıklarken ilerdeki denize bakacaktık.
“ O orospu seni aramıyor mu?” dedi.
Taze yaprağa yürüyen ihtiyar tırtıl yemyeşildi. Annemin yarası kanıyordu. Rüzgar bacağından aldığı kokuyu burnuma tuttu. Güneşi hiç sevmediğimi düşündüm. Güneş her şeyi kokuturdu.
Ayşegül geldi akşamüzeri. Nöbet dönüşü uğrardı bize. Anneme ağrı kesici, eldiven pamuk getirirdi. Bu sefer eli boş geldi.
Işıkları açmadık yine. Annem iki kişi için lamba yakılmaz diyordu. Ben biliyordum yarasını görüp de tiksinmeyeyim diye.
Ayşegül karşı duvarda gülümseyen Tansu Çiller’e bakıyordu. Annem “O orospu taktı da gitti bunu” diye mırıldandı. Tırnakları yine etinde. Zırt zırt zırt. Evin önünden iki adam geçti. Biri Ayşegül’ün ki. Eğildi kulağıma “Annem ararsa burdadır de” dedi. “Orospu” diye mırıldandı yine annem. “Hepiniz orospusunuz!”
Ayşegül’ün annesi uyumuş kalmış o gece. Elinde tespihi. Seccade ayakları dibinde büzüşüp durmuş.
Ertesi sabah yarayı gördüm. Annemin pijaması yukarı sıyrılmıştı. Elleri yaranın üzerindeydi hala. Tırnaklarının dibi kurumuş kan ve kıl doluydu. Eğildim yaraya baktım. Sabahtı ama aydınlık değildi veranda. Yara kıpırdıyordu. Şişiyor gevşiyor,üzerindeki kıl deliklerinden irin fışkırıyordu. Huzurevini aradım hemen. Ben felanca dedim öksürerek. Evladım beni aç koyup, sopa ile dövüyor dedim. Ağladım da biraz. Karşı taraftaki genç kadın –belki de çok güzeldi- suratını buruşturdu da dinledi beni.
Öğlene doğru geldiler. Bir minibüsten üç kişi indiler. Annem patates soyuyordu. Onlara bakmadı.
Tırtıl bütün yaprakları yedi bir gecede. Bu armut hiç yeşermeyecek anne dedim. O zaman başını kaldırdı önündeki leğenden, adamları gördü. Kaldı öylece. Sonra sonra eli yarasına gitti. Yine gömdü tırnaklarını çürümüş etine.
“Bu mu dövüyor seni” dedi adamlardan genç olan. Annem gözlerini bana çevirdi. Bir sandalye çekip oturdum. Eteklerim dizlerimin üzerinde. Rüzgar dizlerimde. Terzi Nuriye uzattı kafasını dükkanın camından. Ağzında toplu iğneleri vardı. Ona gülümsedim. Aniden çekti başını içeri.
Yine güneş vardı. Yine o koku.
“Orospu bu da” dedi annem. Adam yutkundu. Bana bakmadı. Yarayı gördü. Eğildi yakından baktı. “Oynuyor bu” dedi. “Valalhi bir şey var içerisinde.”
Alıp götürdüler. Ayşegül’ün çalıştığı hastaneye. Yarmışlar yarayı hemen. İçinden kafaya benzer bir şey çıkmış. Tepesinde saça benzer kıllar olan, ağzı burnu gözü belli belirsiz. Ayşegül kavanozda anneme göstermiş o şeyi. Annem ağlamış.
Geldi bana söyledi sonra. “Doktorlar Ankara’ya gönderi kavanozu” dedi.
Ankara’dan kağıt geldi bir ay sonra. Ayşegül gizlice almış başhekimin masasından. Fotokopisini çekip bana getirdi. Hala ışıkları yakmıyordum. Verandaya sızan sokak lambasının ışığında okuduk kağıdı.
“Vallahi biz fakülte olarak ömrümüzde böyle orospu yara görmedik.”
Anneme gittim. Huzurevinin bahçesinde bir adamla oturuyordu. Bacağını adamın kucağına doğru uzatmış. Adamın yumruğu eski yaradan geriye kalan oyuğun içinde.
Hasta bakıcı kadın “Böyle bir oyun uydurdular” dedi. “Biz de karışmıyoruz.”
Yanlarına gittim. Annem hiç istifini bozmadı. Yeşil leçeğini geri sıyırıp “Bak” dedi. “Saçlarım bile çıktı burda.” Adam da güldü. Ön dişleri yok. “Ben de diş bekliyorum daha” dedi. Ağzından sızan salyası çenesinden gömleğine damladı.
“Sana çiçeğini getirdim anne” dedim. Boynunu uzatıp yerdeki saksıya baktı. Sardunyanın yemyeşil yapraklarının arkasındaki tırtılları görmedi.
Armut odunuyla birlikte ekşidi.
Veranda ekşidi.
Güneş eskisi kadar güçlü değildi. Annemin bacağından çıkan orospuyla oturuyorduk her akşam. Artık kaşı gözü belirgindi. Arada kavanozun kapağını açıp, suyun üzerine çıkan kurtları çay süzeğiyle toplayıp armudun dibine atıyordum.
Mahalleye bir şeyler olmuştu aniden. Aniden terzi Nuriye kırmızı ruj sürmeye başladı. Bakkalın kızı topuklu pabuçlar giydi. Okul direğindeki bayrak bile eteklerini kısalttı. Gelip geçen arabalardan namussuz şarkılar işitilir oldu.
Annem öldü iki aya. Mahalleye gömdürtmedi muhtar. Görevlilere “Billahi müsaade etmem” derken kalçasını nazikçe bir yana kıvırdı.
Belki de bir lanetti bunlar. O orospu, annemden hiç ayrılmamalıydı. Annemin tertemiz ölüsünü ücra bir yaylaya gömdürdük. Kimse orospunun kavanozun içinde, karyolamın altında yaşadığını bilmiyordu.
Sonra o sardunya saksısı geri geldi. Verandaya bırakıp kaçmış görevliler.
Yapraksız dallarda üsüste binmiş yüzlerce tırtıl. Kımıl kımıl bir yığın. Tırtıllar yere düşüyor, tekrar saksıya tırmanıyordu.
Kar yağdı.
Allah yetişti.
O orospu beni aradı. “Annem öldü mü abla” dedi. Tansu Çiller’e baktım. Yirmi dört sene geçmiş. “Senin anan daha yaşıyor” dedim. “Benimki çok şükür öldü.”