17
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2367
Okunma
En büyük distopya bu dünya. Hatta kendi kafalarımızın içi. Kendini bir şeyler yaptığına inandırmış tuhaf, çekingen, telaşlı, bencil ve ve ve değişik bir zümreyiz ve hala yazmasam deliririm falan diyebiliyoruz. Yahu yazmak zaten bir çeşit delilik. Kendi kendine konuşma hali. Yalnızlık. Soyutlanmışlık. Klavyenin başına oturunca tanrı olmuyorsun. Bir kaç fukaraya üç dört çeşit olay giydirdin diye kader yazdığını sanıyorsun ve bu sende ister istemez farklıymışsın düşüncesi yaratıyor. Yahu Tanrı bizimle oynuyor. Ve bazen bizi sıkıcı bulduğunda kudretli kalemiyle bize şöyle bir dokunuyor...Bom...Al sana kader. Hepimiz bir tepsinin içinde avare yüzen renkli boyalarız. Dilediği yerimize kalemi batırıp bizi dilediği yöne çekerek kendi dilediği deseni çıkaran tanrıya karşı tanrıcılık oynamak ne kadar ahmakça.
Annem dedi ki bugün “Sen kendine çok iyi bak. Allah şifanı verecektir.” Ben kendime iyi bakarsam şifamı Allah vermiş olmaz ki, dedim. Uzun bir sessizlik. "Allah sen büyüksün yarabbi" sessizliği. diyaloğu toparlayabilmek için düz kontak yapmam gerekiyor. Oysa anneme her gece kurduğu saatten çok da farklı olmadığımızı söylemek istiyorum. Biz hiçbir şey yapmıyoruz. Ne duamız ne isyanımız ne işimiz ne işsizliğimiz bizim tasarrufumuz değil. Daha on iki yaşındayken beni doğurabilmesi için 600 iğne yapılmış ona. O yüzden kendisini muzaffer, beni de mücahit addediyor. Biz ne yaptık. Mesela benim olmamı Allah dilememişti de, kendi çabalarımla mı ona rağmen dünyaya gelmiştim. Ya da o kaderine inat mı 600 iğne vurulmuştu. Biz hiçbir şey yapmıyoruz anne. Ne sen muzaffersin, ne ben mücahit. "La galibe illallah" Bir başka deyişle anne, ne yaparsan yap kasa kazanır. Yani oynatan.
Hayat mı? Harabat bu, harabat! Nuh’tan artakalan bir harabat. Her şey orada bitmişti belki de. Allah sete şöyle bir baktı. Tam çekip gidiyordu ki uzakta bir şey kıpırdadı. O şey belki bir terliksi hayvandı. Her ne ise işte, ikinci fasıl hayat o şeyden türemişti belki. Harabat içinde ince bir kıpırtı. Hani bol aksiyonlu, çok gerilimli bir filmin sonunda kahraman canavarı yok ettiğini sanır da mutlu mesut arabasına binip oradan uzaklaşırken yer altından bir kamçı toprağın yüzeyine çıkar ya. Aynen öyle.
Çok acelem varmış gibi konuştuğumun farkındayım. Süresi dolmak üzere olan bir yarışmacı gibi toplamam gereken sembollerin yanında dokunmamam gereken sembolleri de çuvalıma doldurduğumu biliyorum. Bunca konu dağınıklığı…Her şey o kadar değişken ve uyaranlar o kadar fazla ki hiçbir şey hakkında sabit bir tutum geliştiremiyorum. Rengarenk ve kör edecek derecede parlak ışıklara rmaruz kalmış deney fareleri gibiyiz hepimiz. Sadece bende değil, bir çoğumuzda bu geçici delilik hali var. Sağa sola dalışımız, kafa atışımız bu yüzden. Sen farzetki havaalanında güvenlik noktasındaki banttan valizler geçiyor. Senin olanı al git. Valizin orada değil mi? Havayolları sana tazminat ödeyecek. Hep öder anne. Oldu mu düz kontak?