4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
551
Okunma
Dikkat ettiyseniz eğer son günlerin önde gelen ve neredeyse salgın halini alan en gözde hastalığı ‘bağırsak sorunları’ şikayetleri. Hastaneler bu tür yakınmalarla gelen hastalarla dolup taşıyor. Bitkisel ilaçlarla tedavi yöntemi uygulayan özel kliniklerde de durum farklı değil. Tabii parasal gücünüz varsa yolunuz buralara düşebilir ancak.
Hastalara öncelikle önerilen işlem daha çok ‘Kolonoskopi’ işlemi oluyor. Öyle ki günün tarihinden altı ay sonrasına gün verebiliyor çoğu hastaneler. Bu da durumun ciddiyetini ortaya koyuyor sanırım .
Bazı yiyeceklere isimlerini vermenin dışında bağırsaklar hayatlarında hiç bu kadar değer görüp ciddiye alınmamıştı bence. ‘İkinci beyin’ hatta gerektiğinde ’birinci beyin’ unvanı bile verildi resmen.
Başta internet olmak üzere TV kanallarında programa çıkan doktorlar bu konuda halkı öylesine aydınlattı ki profesörlere ders verecek hale geldiler inanın. Ben buna defalarca tanık oldum.
Doğal ve bitkisel ürünlere rağbet ise öylesine arttı ki eczaneler yakında greve bile gidebilirler.
Bu yaygın sorunun nedeni yıllardır asla hazmedilmeyecek şeyleri rahatlıkla hazmedip içimize sindirmemizden olabilir mi acaba?
Sayıları gittikçe yüzde altmışı aşan ve “homini gırtlak pufidi kandil tumba yatak” tan başka bir şey düşünmeyen. Hiçbir şeyi kendine dert edinmeyen. İlim bilim teknoloji ve insanlık adına yapılan çalışmalara bir ömür adamanın ne demek olduğunu bilmeyen. NOBEL ÖDÜLÜ’nü ülkeye kazandırmak yerine kendi kazancının peşine düşen çoğunluğun bağırsaklarına gösterdikleri öze beni haklı olarak çok şaşırttı.
Bu arada hem bireylerin hem topluca ailelerin sorunlarını yenmelerine travmalarından kurtulmalarına potansiyellerini fark edip atağa kalkmalarına yardımcı olan ve adına ‘koç’ ya da ‘yol arkadaşı ‘ denen bir iş kolu ortaya çıktı ki Bir çoğu kendi sorunlarıyla başa çıkmakta zorlanıyor.
Koskoca profesörler televizyon ekranlarında şov yapıyor oynaya zıplaya. Kısacası ortalık her konuda her meslekten bin bir çeşit ŞARLATANLARLA kaynamaya başladı.
‘Elin adamı’ dediğiniz ilim –bilim insanları ve alimlerin sağlık başta olmak üzere her icadını her buluşunu asırlardan bu yana tepe tepe kullanın. Samana varıncaya kadar onlardan ithal edin sonra da kalkıp “pis gavurlar” yakıştırması yapın! Yazıklar olsun böylelerine! Sormazlar mı adama “Sen ne yaptın dünya insanlığı adına ey kendini bilmez?
Onlar atomu bölmeye çalışırken sen insanları bölmeye çalışıyorsun kendi ülkende!
Şimdi size salgın bir hastalıkla ilgili savunduğu teoriyi kanıtlamak için en ağır hastalarının kusmuğunu içen dünyanın en inanılmaz hatta çılgın doktorlarından biri olan Stubbins Ffirth’ün hikayesini paylaşmak istiyorum her ne kadar birçoklarının bildiğini düşünsem de.
Böyle bir deneyi ülkede kaç doktor göze alabilir dersiniz?
“Amerikalı bir pratisyen hekim olan Ffirth, sarıhumma salgınının yükselişte olduğu 18. yüzyıl sonlarında yaşadı.
En çok Amerika’nın Pensilvanya eyaletinde etkin olan salgın, nüfusun %10’unun ölümüne neden oldu. Ffirth, sarıhumma salgınının yaygınlaşmasından sonra bölgede yer alan Pensilvanya Üniversitesi’nde hastalık üzerinde çalışmalara başladı.
Ffirth’ün iddiasına göre, yaz aylarında artış gösteren ve kış aylarında daha az görülen bu hastalığın bulaşıcı olmadığıydı. Onun düşüncesine göre, hastalığın bulaşıcı sanılmasının nedeni yaz mevsimindeki sıcakların insanlarda yarattığı stresti. Doktor, hastalığın kış mevsiminde daha az gözlemleniyor olmasını da bu düşüncesi ile açıklıyordu.
Ffirth’ün iddiasını kanıtlamak için denek olarak kendisini kullanmayı seçti. Yazı sonunda, “aman iyi ki kendini kullanmış manyak!” diyeceğinize eminim. Sarıhumma virüsünün bulaşıcı bir hastalık olmadığını kanıtlamak isteyen Ffirth, kısa bir süre içerisinde deneylerine başladı. Çalışmalarının tamamını ikinci büyük sarıhumma salgını zamanları olan 1802-1803 yıllarında gerçekleştirdi. İddiasını kanıtlamak için hastalığa yakalanan insanların vücut sıvısına ihtiyaç duyuyordu. İhtiyaç duyduğu bu malzemeyi hastalığın son evrelerine gelmiş olan insanlardan sağladı.
İlk dönem deneylerinde, kollarına yaralar açarak sarıhumma hastalarının kusmuğunu bu yaralara süren Ffirth, bu deney sonucunda hastalığa yakalanmayınca, ikinci adım olarak kusmukları gözlerine dökerek oluşturacağı etkiyi gözlemledi.
Bu deney neticesinde de hastalığa yakalanmayan doktor, iğrençliğini Everest’e ulaştırdı. Bir sonraki adımda, ilk önce hastaların kusmuğunu kaynatarak kokusunu içine çekti ve ardından da hastaların kusmuğunu içti. Tüm bu deneyler sonucunda hiçbir sağlık sorunu yaşamayan Ffirth, böylece hastalığın bulaşıcı olmadığını kanıtladığına inandı.
Savını kusmuklarla kanıtlayan Ffirth, daha sonra başka vücut sıvılarıyla çalışmaya başladı. Bu yolda hastaların idrarını, salyasını ve kanını içen, yaralarına temas ettiren doktora yine hiçbir şey olmadı ve o da bu sebeple sarıhummanın bulaşıcı bir hastalık olmadığını ilan etti.
Fakat gerçekleştirdiği tüm iğrençlik sınırı olmayan deneylerine rağmen, Ffirth’ün iddiası tamamen yanlıştı. Çünkü sarıhumma gerçekte bulaşıcı bir hastalıktı ve insanlara sivrisinek ısırığıyla geçiyordu. Salgınların yaz aylarında görülmesinin sebebi de, sineklerin yaz aylarında daha çok üremeleri ve böylelikle daha çok görülmelerindendi. Bunu Ffirth’ün ölümünden 60 sene sonra, Kübalı bilim insanı Carlos Finlay kanıtladı. Ffirth’ün yaptığı deneylerde hastalığın kendisine bulaşmamasının sebebi ise hastaların hastalığın son evresinde olması olduğu olarak açıklandı.”