12
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
2700
Okunma


Sevgili kızım ve arkadaşım, sitemizin şirinesi Ayşegül Aktağ’ın engin hoşgörüsüne sığınarak vira Bismillah.
-------------------------------------------------------------
Onu ilk kez Karadeniz’imizin bol oksijenli, çiçek rayihalarının insanı mest ettiği bir yaylada görmüştüm.
Önüne kattığı bir kaç kuzuyu otlatırken bir taraftan montunun cebine doldurduğu Akçaabat köftelerini midesine indiriyor, öte taraftan bu güzel yaylanın insanlara verdiği huzurla anlamı oldukça derin olan bir şarkı söylüyordu:
Mini mini bir guş donmiş idi
Pencereme gonmiş idi.
Aldum ha oni içeruye.
Miyav miyav otsun diye.
Pir pir eder iken canlandu.
Ellerim bak boş galdi…
Aslında şarkıda ‘’Ellerim bak boş kaldı’’ dese de ellerinin hiç boş kaldığı yoktu. Bir eliyle Akçaabat köftelerini mideye doğru iteklerken öteki eliyle de bir papatyanın yapraklarını yoluyordu ‘’ Sevey, sevey, sevey ‘’ Diyerek. Yani her yaprak ‘’ Seviyor’’ diye yolunuyordu. ‘’Sevmiyor’’ diye bir alternatif yoktu.
Merakla yaklaştım yanına ki maalesef insanın başına ne geliyorsa işte hep bu merakı yüzünden geliyor.
-Merhaba şirin kız. Şarkın çok hoşuma gitti ama bir yerde yanlış okudun. Kuşlar miyav miyav diye ötmez.
İri gözlerini yüzüme dikerek ve tepeden tırnağa söyle bir süzdükten sonra cevap verdi:
-Haçan ha burada guşlar miyav diye oterler.
O bir Karadeniz’liydi ve bir Karadenizli ‘’ Kuşlar miyav diye öterler’’ Demişse onunla tartışılmazdı. Ayrıca Karadeniz Bölgemizde bir kuşun ya da tüm kuşların miyav diye ötmesi hiç bir zaman bir mucize olmayıp vak’a-i adiyeden olaylardı. ( Bir Laz kızı olan rahmetli annemden biliyorum.)
Sanki üzerime vazifeymiş gibi tekrar merakla sordum:
-Bu dağ başında ne yapıyorsun böyle yalnız başına?
Anlam veremediğim bir şekilde başını gök yüzüne kaldırdı ve o vaziyette cevap verdi.
-Haçan köfte yapayrum.
Montunun ceplerindeki şişkinlikten o ceplerde daha bir hayli Akçaabat köftesi olduğu belli oluyordu ama ortada ne kıyma ne başka bir malzeme, ne de mangal vardı. Köfteyi neyle yapıyordu ki acaba?
-Pardon…Köfteyi neyle yapıyorsun?
Yüzüme ‘’ Ula sen salak misun ‘’ bakışlarıyla baktıktan sonra cevap verdi:
-Köfe değul. Güfte yapayrum.
Ve devam ettik konuşmaya..
-Hımmm anladım. Şarkı sözü yazıyorsun yani. Bu durumda şairlik de var sende demek ki. Adını lutfeder misin?
-Adım Ayşe Cul dur.
-Hımmmm. Ayşe Gül..Güzel isim…
-Ayşe Gül değul. Ayşe Cul… Cu harfunun üzerinda inceltme işareti vardur.
Dedim ya. Burası Karadeniz’di ve Cu diye bir harfin olması ve o harfin üzerinde inceltme işareti olması oldukça normal bir şeydi.
-Peki Ayşe Cul..Bana bir güfteni okur musun?
Başladı okumaya:
Oy Asiye Asiye.
Tutun goydim keseye.
Baban seni vereyi da
Bir evlek pirasiye…
Hiç ummuyordum ama işin doğrusu nefis bir güfteydi bu.
-Tek kelimeyle muhteşem. Yalnız bak ne diyeceğim. Sen yine de tek başına bu dağ başlarında dolanıp durma. Ayısı var, çakalı var, kurdu var. Ne olur ne olmaz.
Anlamını kavrayamadığım bir sırıtış ile yüzüme baktıktan sonra cevap verdi yine.
-Yalnuz değulum ki.
Allah Allah…Orada ikimizden ve bir kaç koyun-kuzudan başka hiç bir şey yoktu. Yanında köpek diye gezdirdiği şu kemikleri sayılan uyuz pire torbasına güveniyor olamazdı herhalde.
-Şu uyuz köpeğe güvenmiyorsun herhalde. Onun kendine hayrı yok ki sana da hayrı olsun.
Ayşe Gül beni hayretler içerisinde bırakmaya devam ediyordu.
- Haçan sevculum yanimdadir daaa.
‘’Sevgilim’’ mi? Ortada ‘’Sevgilim’’ Diyebileceğim bir nesne yoktu. Merakla sordum yine?
-Sevgilin mi? Hani nerede?
Ayşe Gül, sağ yanına koyduğu kocaman çantasını açtı ve…Aman Allahım…Çantadan resmen bir iskelet çıktı. Gözlerim faltaşı gibi açılmış bir vaziyette kekelemeye başladım.
-Ama…Ama bu bir iskelet.
Ayşe Gül, esefle başını salladı.
-Haçan isçelet deuldur. Ha punin adi Sezar’dur.
Daha da dehşete kapıldım. Koskoca Jül Sezar’ın iskeleti miydi yani bu? Heyecanla sordum:
-Jül Sezar mı?
Bu sefer iskelet cevap verdi.
-Yok abi. Jül yok. Hatta Sezar da yok. Bendeniz , Barutçuoğulları ailesinden Sezer… Düştüm bu manyağın eline. Bak beni ne hallere getirdi.
Vah evladım vahhhh. Hani aşk derdiyle iğne ipliğe dönmüş insan görmüştüm ama böylesini ilk defa görüyordum. Zavallı delikanlı resmen erimiş gitmiş, bir deri bir kemik kalmıştı. Hatta deri filan da yoktu. Resmen safi kemik kalmıştı. Delikanlının hali yüreğimi parçaladı. Çünkü delikanlı olduğu da pek belli değildi aslında.
-Ne bu halin evladım? Cemal Safi bile senin gibi safi kemik değil.
Jül Sezar…Pardon, Barutçuğulları ailesinden Sezer başladı anlatmaya:
-Ah abi ahhh. Hay dilim kopaydı da ben bu kıza ‘’ Benimle evlenecek olan kızın beni taşıyabilmesi gerekir’’ Demeseydim. Abi inanmayacaksın ama ben vakti zamanında neredeyse yüz kiloluk bir adamdım. ‘’ Benimle evlenecek olanın beni taşıyabilmesi lazım’’ Dedim ya işte bu Ayşe Gül olayı yanlış anladı. Beni rahat rahat taşıyabilmek için yapmadığı işkence bırakmadı.
İşkence lafını duyunca daha da merak ettim.
-İşkence mi? Nasıl yani?
Sezer, neresinden aldığını anlayamadığım derin bir nefes alıp saldıktan sonra anlattı:
-Abi, bana yedi yirmi dört şiir okuyor, şiir dinlettiriyor. O yetmiyormuş gibi roman, hikaye, makale, deneme yazısı, aklına ne gelirse…Ya kendisi okuyor ya da oku diye baskı yapıyor. Tamam, insan şiir okur, roman, öykü, deneme yazısı filan okur ama yedi yirmi dört abi…
Evet..Gerçekten de dayanılacak gibi değildi ama öyle anlaşılıyordu ki Sezer, Ayşe Gül’ü çok seviyordu ve onun için her türlü cefaya katlanmaya razıydı. O nakliyat, yani taşınma işini ise çoktan unutmuştu. Ayşe Gül onu taşımanın en kolay yolunu bulmuş, çantasında gezdiriyordu devamlı olarak.
Bu sefer Ayşe Gül’e döndüm:
-Kızım ! Sorması ayıp ama manyak mısın sen? Oğlanı niçin çantanda gezdirip duruyorsun? Neden yedi yirmi dört şiir, roman, öykü, makale, deneme yazısı okutturuyor ya da dinlettiriyorsun. Yazık günah değil mi bu masuma?
Ayşe Gül, hunharca bir kahkahanın ardından cevap verdi.
- Ula emice ! Bilmey misun şiirden anlamayan herufler şiir cibi garilara talip olamazlar.
Hımmm. Sanırım Cemal Süreya’nın sözüydü: ‘’ Şiir gibi bakan kadınlar, şiirden anlayan adamları sevmeli’’ Az bir değiştirmiş olsa da haklılık payı yüksekti. Ama Ayşe Gül’ün şiir gibi baktığı da pek söylenemezdi doğrusu. Neyse…Benim oldukça zalim bakışlar olarak gördüğüm o bakışlar demek ki Sezer için şiir gibi bakışlardı.
Ayşe Gül devam etti.
-Hem gendisi gaşindi. Taşı dedi, taşıyruk. Daha ne istey ki?
Evet..Bir noktaya kadar Ayşe Gül haklıydı. Sezer fena kaşınmıştı. İyi ama zavallım nereden bilebilirdi ki başına gelecekleri?
Tam. ‘’Yeter Ayşegül, bu kadarı kafi. Çocuğu azat et artık. Bırak bir iki lokma bir şeyler yesin de azıcık kilo alsın’’ demeye hazırlanıyordum ki Sezer atıldı.
-Abi ! Sadece şiir, roman, öykü filan olsa haydi neyse diyeceğim de Osmanlı’dan kalma mezar taşlarını da okutmaya başladı. Hatta işi ilerletti. Mısır hiyeroglifleri, Sümerlerden kalma tabletler…Hatta inanmayacaksın Gılgamış Destanını ezberletti vallahi.
Yok ama…Bu kadarı fazlaydı. Öfkeyle bağırdım.
-Yeter Ayşe Gül. İnsanın da bir istiap haddi vardır. Bir insan bu kadar ağır bir yükü taşıyamaz.
Ayşe Gül yine tebessüm ederek cevap verdi:
-Taşıyan o değul ki. Ben taşıyrum oni. Evde, işte, okulda, yaylada. Her yerda.
Maalesef haklıydı. Evet..Taşıyan oydu aslına. Taşıma olayını yanlış anlamış olsa da…
Aman Allahım ! Dehşet bir durum daha vardı ortada.
Heyecanla sordum:
-Ayşe Gül, sen benim ilgilendiğim bayanı tanımıyorsun değil mi?
Çok şükür tanımıyordu.
Yani düşünsenize. Bana sürekli ‘’ Beni seven erkek, beni taşımasını bilmeli. Ben de erkeğimi taşımasını bilmeliyim’’ Diyen bir bayan, Ayşe Gül ile tanışmış olsa ne olur?
Ben onu taşımaya kalksam, hatun nerden bakarsan bak 80-90 kilo çeker. O beni taşımaya kalksa? Ayşe Gül gibi yaparsa yandık. Yapmayıp da sırtında taşımaya kalksa eh ben de 75 kilodan aşağı düşmediğime göre hali harap.
Yok yok..Türküde de dediği gibi ‘’Sen bu yaylaları canım yaylayamazsın’’ Ben en iyisi tüyeyim bu diyarlardan.
-Haydi hoşça kal Ayşe Gül. Sen de Sezer…Kendinize iyi bakın. Millete kötü örnek olup da adamın asabını ve dahi psikolojisini bozmayın. Allaha emanet olun.
Haaa. Şu nişanlılık işini de artık bir an önce evlilikle sonuçlandırın.
Allah her ikinizin de yardımcısı olsun.
Her ne kadar sürç-ü lisan eyledikse Affola..
RESİMLER:
1- Sezer ve Ayşe Gül- Taşıma olayından önce
2- Sezer ve Ayşe Gül- Taşıma olayından sonra