YARIM YÜZYILLIK BİR AŞK
YARIM YÜZYILLIK BİR AŞK
Onun gözlerinde yaşam nehrinde akıp duran bir suyum... Su yatağını bulmak için akmakta!
Bindiğimiz sandal iki kişilik, yalnızlığımsa tek...
Şüphesiz, kılım kıpırdamıyor, şüphesiz acı dolu ruhum...
Önümde çağlayanlar var, delirmiş bir nehir, daha biraz önce su aldı sandalım...Yine de, yarım yamalak da olsa, sana akıyorum, sen sana aktığımı bilmiyorsun, hayat sana akmamı istemiyor, ben söz dinlemiyorum. Balıkların yüzgeçlerinde sana yolladığım selamı aldın mı?
Ya rüzgarla yolladığım sesimi, bulutun sana ne getirdiğini biliyor kuşlar, onları tembihledim korkma...
Tam karşı kıyında bir ağaç var, dallarındaki yemişler sana ikramım, yaprakları teninden kayıp giden yağmur damlalarını barındırıyor, köklerine yarım yüzyıllık bir aşk tutunmakta, aşk; her bahar yeniden ağaçla bir olmakta...
Sırra kadem bastı varlığım, aradığın yerlerde olamam, hiç aklına gelmeyen bir yerdeyim şu an, etimden arındım, dalağımdan, 12 parmak bağırsağımdan, dişlerimden, ama ruhum tas tamam yanı başımda, öyle ki; bazen dertleşiyoruz, sıkılmadan dinliyor beni, bazen ben ona kulak veriyorum, ama gülüp geçmiyor olmazlarıma, olur kılmak için elinden gelini yapıyor, ama burası zaten olurların dünyası, yetiyor aklına getirmen ne istiyorsan, bakmışsın dört başı mahmur oluvermiş, sadece, sadece bir tek dileğim için beklemem gerekiyor, onu da dilemeye içim el vermiyor.
Seni seyrediyorum....
Kışlar geçiyor hüzün bahçelerinden, ayazların sultanlığına ses etmiyorsun, elinde sıcak bir bardak çayla, bitirmek istiyorsun bir ömürlük kahvaltılarını, sonra, dışarı çıkıyorsun, yalnızlığınla daldığın koyu sohbet bölünmesin istiyorsun, bölenlerin sonu hazin oluyor.
Tırnakların o kadar uzamış ki, kir dolu içi, sen kirleri sevmezdin, sanki yıllardır el değmemiş gibiler, oysa ne kadar bakımlıydılar eskiden...
Vazgeçtiğin saatler ve umarsız günlerin bekçiliğinde uyandın güne, sana duyuramadığım sesim için suçladın beni, gösteremediğim yüzüm için, sana dokunmayı özlemedim sanıyorsun, sandıkların yorgunluğuna davetiye çıkarmış, sen davetsizde gidecek gibisin.
Mısır gevreği kutuları, boş soda şişeleri ve onca gazete kağıdının arasında otururken, bana yakın olmak için atmaya kıyamadıkların dolduruyor dünyanı, gözlerini kaldırıp karşı kıyına bakmadan , öylece, saatlerce susuyorsun, susmaktan unutmuş gibisin kelimeleri, sanki “bir daha lazım olmayacaklar bana” diyorsun, inan olacaklar, bilmiyorsun!
Kedilerin dağıttığı çöpleri hatırlıyor musun? Avazın çıktığı kadar bağırıp, beni tembellikle suçlamıştın, bense; senin ruhunda çirkinlikten eser olmadığını düşünüp, “kızmayı bile doğru beceremiyor” demiştim içimden, şimdi kızmış görünüyorsun, “haksızsın” diyemiyorum, sesim sana yetişmiyor buradan.
Çıkmaya korktuğun yollarda, beni bulamamak canını sıkan, seni terk ettiğimi sanıyorsun, acılarını taşımaya gönüllü yeni bir ben bulamamak, böyle yaşamayı yeğlemene sebep, ruhun konuşuyor ben dinliyorum, burada dudaklar değil yürekler dinleniyor, sen sustukça, zıvanadan çıkmış yüreğine söz geçiremediğin aşikar, karanlığın gözlerine bakmayı istememelisin, seni kovalayan şavklarda ara huzuru, küçücük ellerin ve kocaman yüreğinle bir kez çıktın mı yola, tıpkı seni bulduğum o gün gibi, en amaçsız anlarda çıkarsın sevdanın karşısına, sana “neden geldin?” bile demez, diyemez. Öyle bir buyur edilirsin ki umut sofrasına, bir kuş sütü eksik der usun, oda, bugünün en ufak ayıbı olsun.
Ellerin, ellerin tuttu mu hayatın yakasından, büküverir en kuvvetli bilekleri, “buda kim?” diyemez hayat, küçülür karşında, un ufak olur.
Burada aşk meleği; ki sana böyle söylememe içerlerdin hep, tılsımlar, vadiler boyu çiçekler, gökyüzüne koşup duran kelebekler var, bir sen yoksun.
Sanıyorsan bir an önce gel istiyorum, acelem yok, önce dünyayı fethetmen gerek, ki beni fethettiğin gibi, daha sarıp sarmalaman gereken onlarca yürek var, deli bozukları yola getirmelisin, açları doyurmalı, sarhoşları ayıltmalısın, sen geldiğinde evrende seninle birlikte gelir.
TALAN AYŞE KANCA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.