10
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
3382
Okunma

Hiç kuşku yok ki, bir şairin hayatının değişik dönemlerinde yaşadığı olaylara göre şekillenen his ve fikirlerinin izdüşümünü taşıyan şiirler yazması her zaman mümkündür. Bu anlamda tanınmış bir şairin farklılaşan duygu ve düşünceleri önümüze koyan eserlerini değerlendirmek de biyografik ögeleri göz ardı ederek mümkün olmayacaktır.
Bunun gibi ünlü şairlerimizden Nazım Hikmet’in bağımsızlık savaşı şiirleri içerisinde biri var ki, insana hem içerik hem de biçimsel yönden farklılık arz ettiğini düşündürür. “Ağa Camii” adlı şiirinden söz ediyorum açıkçası. 1921 tarihinde yazılmış bir şiirdir bu. İstiklal Harbi döneminde henüz on dokuz yaşında yazıldığı görülmektedir. Genel Nazım Hikmet şiirlerine benzediği söylenemez. Her şeyden önce biçimsel ölçekte aykırılık gösterir. Hece tarzı bir şiir olmaktadır. Dolayısıyla kafiyelidir. Ayrıca mısralar on dörder hece ve duraklı ki, eski şiirin matematiksel denge arayışını da akla getirmektedir.
İçerik bazında ele aldığımızda da; mekân itibariyle işgal dönemi İstanbul’unun yine eksantrik özellikler gösteren bir muhiti bizleri karşılamaktadır. İstiklal Caddesinde yer alan Ağa Camii özellikle dikkate değer bir seçim. Yani şair salt bir cami şiiri yazmıyor. Levanten yapıyı bizlere duyurmaktadır. Şu dizelere bir bakın: “En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini, Üstünde orospular yükseltiyor sesini.” Türkiye’de gayri Müslim burjuvazinin konumlandığı muhitlerden birinde üstelikte işgalin gölgesinin düştüğü bir dönemde bir yöre camisinin mahzunluğunu duyuyorsunuz. İşte dizelerle karşılığı: “Havsalam almıyordu bu hazin hali önce, Ah! Ey zavallı cami seni böyle görünce”
1921’de yazılması akla şunu getirebilir. Moskova’ya ekonomi okumaya gitmeden hemen öncesidir. Henüz Marksist ideolojiyle yoğrulmadan öncedir açıkçası. Meydan Larousse ansiklopedisinin Nazım Hikmet maddesinde rast geldiğim bir cümle aklıma geliyor. Yıllar sonra Nazım Hikmet Moskova’da eğitim gördüğü dönemi şöyle tanımlar. "24 saatte 24 saat Lenin, 24 saat Marx, 24 saat Engels" Bence bu dizede geçen süre bahsini rakamsal değil nitelik düzleminde anlamak gerekir. Nazım Hikmet’in yaptığı tanımın karşılığı hızlandırılmış kurs misali bir anlama varabilir de. Bir nevi beyin yıkama ameliyesi demek mübalağa mıdır acaba?
Oysa "Ağa Camii" şiirini henüz bu Moskova döneminden önce ve İstiklal Harbinin de insanı madde âleminden alıp iç dünyasının derinliklerine sevk eden, kendisiyle yüzleştiren ikliminde yazmış bulunmaktadır. Sözü dizelere bırakalım mı? “Ey bu caminin ruhu Bize mucize göster, Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer, Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla, Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla” Hatta bana göre şairin genellikle en beğenilen şiirlerinin Milli Mücadele konulu şiirleri olmasının sırrı da buradadır.
Yine gençlik döneminde Nazım Hikmet’in üzerinde bir başka üstadımız Yahya Kemal etkisinden söz edebiliriz. Bunun temel nedeni Yahya Kemal’in Nazım Hikmet’in annesi Celile hanımla nişanlılığıdır. Celile hanım bir ricada bulunur kendisinden. Oğlunun şiir yazdığını söyler. Yahya Kemal’den bu konuda oğluyla ilgilenmesini ister. Bu noktada, Yahya Kemal’in Nazım Hikmeti ilginç bir denemeden geçirdiği anlatılır. Bir şiirini görmek ister. Nazım evdeki bir kediyi konu edinen şiirini gösterir. Yahya Kemal şiiri okur. Sonra kediyi görmek ister. Kedi dökük bir hayvandır. Yahya Kemal’in kediyi görünce; evladım bu sünepe, uyuz hayvanı bu kadar güzel övebildiğine göre sende şair kumaşı var demesi de ilginç olduğu kadar manidardır.
Tabi sanatta hayal boyutu akla gelebilir. Nesnenin bizatihi kendisi değil, sanatçıdaki izdüşümü esastır. Dış dünyanın sanatçının algısından, prizmasından geçerken uğradığı kırılma, kendi aynasından aksettirdiği dünya önemli bir husus olmaktadır.
Sözün özü, şu soruyu sormak isterim. Nazım Hikmet üstte değindiğim "Ağa Camii" şiirinde sergilediği değerler yelpazesini korusaydı bizim bugün toplum olarak nasıl bir Nazım algımız olabilirdi? Kuşkusuz bir şairi veya insanı hele ki ölümünden sonra olduğu gibi almak ve nesnel ölçülerde değerlendirmek gerektiği de haklı olarak söylenebilir. Ancak uzun yıllar ülkemizde farklı toplumsal kesimler arasında bir çatışma unsuru halini aldığını düşünüyorum da; daha müspet bir sosyalizm anlayışının mümessili olabilirdi kanımca. Yanı sıra, belki de dünya genelinde bu denli popüler ve önemli bir isim olmazdı ama ülkemizde her sosyal kesimde olumlu yankı bulabilirdi.
Hani derim ki, ünlü şairimizin ülkemiz ölçeğinde totaliter bir sosyalizm ile liberal veya demokratik sosyalizm anlayışlarının algılanışı noktasında kırılma açısını belirleyen bir isim olduğunu düşünürüm hep...
L.T.