3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1250
Okunma

Yaşar Nuri Öztürk Hoca ile dilimize girdi ‘’Allah ile aldatmak’’ Tabiri. Daha önceleri ‘’ Dini kendi amaçları , çıkarları uğruna kullanmak’’ derdik .
Aslında ‘’Allah ile aldatmak’’ Daha yerinde bir ifadedir ama ben sadece ve sadece İslam dünyasına ve Türk din adamlarına ( Ki onlara din adamı demek de doğru değildir. ) aitmiş zannedilen ‘’Allah ile aldatma’’ eyleminin Hristiyan dünyasında bizden çok daha önce başladığını ifade etmeye çalışacağım.
Evet Hristiyan dünyasında çok çok daha önce başlamıştır ama günümüzde artık din, Avrupa’nın ve Amerika’nın hayatında belirleyici rol olmaktan çıktığı için öyle bizdeki gibi Allah ile aldatma durumları da olmamaktadır. Ya da bizdeki gibi değildir. En azından Avrupalı artık ‘’ Paskalya’da bir yumurtayı gök kuşağı gibi rengarenk boyarsam bayramım bozulur mu?’’ Diye sormuyor ya da ‘’Çam süslemek günah mı?’’ diye kafaya takmıyorlar bildiğim kadarıyla. Hele hele de İstanbul Türkler tarafından feth edilirken meleklerin erkek mi yoksa kadın mı olduğunu tartıştıkları gibi tartışmalara kesinlikle girmiyorlar.
Bu gün bir Avrupalı ya da Amerikalı için İncil sadece bir kitaptır. İncilde Hz. İsa’nın insanların içinden cinleri çıkarmış olduğunun anlatılması, cinlere inanmayı gerektiren bir durum değildir. Ya da ölü kuşu diriltmiş olduğunun anlatılması ölü bir kuşun dirilebileceği anlamına gelmemektedir. Ya da gelmekte olsa da bunun günlük yaşamda bir yeri yoktur. Dolayısıyla da bir Avrupalı ya da Amerikalıyı Allah ile aldatamazsınız kolay kolay. ( Özellikle Hrıstiyan değil de Avrupalı ya da Amerikalı diyorum. Çünkü bu gün Avrupa ve Amerika’da insanların çoğu Hristiyan değil, Yaşar Nuri hocanın işaret ettiği gibi deisttir.)
Buna Karşılık İslam ülkelerinde Kur’an sadece bir kitap değildir. Mesela onda madem ki başlı başına bir sure Cin Suresidir o halde Cin denen bir varlık vardır. Cin denen bir varlık varsa cin çarpması da vardır (!) Cin çarpması varsa cin kovmak denen bir şey de vardır(!) Cin kovmak denen bir şey varsa onu kovacak hocalara ihtiyaç vardır(!) Hiç kimse gaipten haber veremez ama ışık hızından daha hızlı hareket edebilen cinler bir hocaefendiye bir arabozucunun yapıp hazırladığı ve anasının gözüne sakladığı bir büyünün yerini bildirebilir.(!) Böyle uzar gider bu...
Peki bu durumda Avrupalı ya da Amerikalı gibi saadeti yakalamak için kutsal kitapları kaldırıp atmalı ya da ‘’ O ne söylerse söylesin, ben işime bakarım’’ mı demeli?
Avrupa’lı öğrencilerin bilim tahsil etmek için Osmanlı medreselerine geldiği, Fatih ve Sahn-ı Seman medreselerinin çağının Oksford’u olduğu yıllarda nasıl ki Kur’anı kaldırıp atmadan çağdaş medeniyet seviyesinin üzerinde yer aldıysak aynen o şekilde zamanımızda da aynısını yapabiliriz. Ama tabii ki oldukça zor. Zira Allah ile aldatan ile gerçek dini anlatanı ayırd etmek neredeyse imkansız hale geldi..
Öte taraftan İsrail örneğine bakacak olursak bir milletin din denen mefhumu kaldırıp atmadan, tam tersine dinine dört elle sarılarak da dünyaynın en gelişmiş ülkeleri arasında yer alabileceğini, hatta dünyayı parmağında oynatabileceğini görüyoruz. Ama ben yine de ‘’ Gerçek İslam’’ gibi bir cümle kurup da bazı vatandaşların tansiyonlarının fırlamasına sebep olmayayım…
İşin ilginç tarafı biz ( ya da ben ) ‘’Gerçek İslam bu değil’’ Dediğimde ‘’ madem o zaman bize gerçek İslamı , gerçek Müslümanı göster’’ Diyen vatandaşlar sıra kendilerine gelip de ‘’ Bizim gerçek Müslümanlara bir sözümüz yok’’ Dediklerinde ve biz sorduğumuzda ‘’ Kim bu gerçek müslümanlar ki onlara lafınız yok?’’ Maalesef sorumuza cevap alamıyoruz.
Her neyse..Aslında biraz farklı bir şekilde ele alacaktım konuyu ama kaydı yine…
1071 deki Malazgirt Savaşının üzerinden henüz yirmi sene geçmişti.
1091 yılına gelindiğinde Türklerin amacının sadece ve sadece Doğu Anadolu’yu atları ve sürüleri için bir otlak haline getirmek değil çok daha fazlası olduğu anlaşılmıştı. Türkler ‘’ İstanbul bir gün elbet feth olunacaktır. Onu Feth eden kumandan ne güzel kumandan, onun askerleri ne güzel askerlerdir.’’ Hadis-i Şerifinin müjdesine nail olmak istiyorlardı.
Evet…Malazgirt zaferinin üzerinden sadece yirmi yıl geçmişti. Yani tarih 1091 i gösteriyordu.
Bizans, ‘’ Büyük çöplük ‘’ Olarak gördüğü ve cüzzamlılar ile ağır cezaya çarptırdığı insanlar için sürgün yeri olarak kullandığı toprakların Türkler tarafından ele geçirilmesine önceleri çok da aldırış etmedi. Bölgede yaşayanlar da bırakın Türklere karşı koymayı, memleketlerini çok kısa sürede mamur bir hale getiren, açlıktan ölmek üzere olan bu insanlara ekmek sunan bu sarıklı insanlarla anlaşmış, yerlere yapışarak ibadet etmeleri dışında onlarda öyle bir acayiplik de görmemişlerdi. O bakımdan Türkler 20 sene gibi çok kısa bir zamanda İstanbul’un burnunun dibine kadar sokulmuşlar; Hristiyanlığın en önemli merkezlerinden biri olan ve günümüzde geçerli olan Hristiyanlığın temellerinin atıldığı İznik’i ele geçirerek kendilerine başkent edinmişlerdi. Ancak. İznik’i de yeterli görmüyorlardı. Hedef İstanbul’du.
Anadolu topraklarında da ayrı bir Selçuklu devleti kurulmuştu. Bu devletin başındaki I. Kılıçarsalan , uzun süredir denizlerde Bizansın canına okuyan Çaka Bey’in kızını almış, böylece kayınpederi vasıtasıyla Bizansı denizden kuşatmanın hesaplarını yapıyordu. Öte taraftan batıdan da Malazgirt Savaşında çok yardımları görülmüş olan Peçenek Türkleri kuşatacaktı Bizans’ı.( İstanbul’u )
Bizansın başında ise I. Aleksi Komnen bulunuyodu bu sıralarda.
AleksiKomnen yaklaşan Türk tehlikesini Türk’ü Türk’e kırdırarak halletti. Hani hep deriz ya ‘’Türk’ün Türkten başka dostu yoktur’’ Diye; maalesef ‘’Türk’ün Türkten başka düşmanı yoktur.’’ Desek bu da yanlış olmaz. Çünkü Aleksi Komnen Bizansı bu üçlü kıskaçtan kurtarmak için I. Kılıçarsalan’a Çaka Bey’i ortadan kadırtmış, Peçenek Türklerini de Kuman-Kıpçak Türklerine kırdırmıştır.
Evet…I. Kılıçarslan, Aleksi Komnen’in kışkırtmalarıyla - giderek nüfuzunun arttığından çekindiği için- kayınpederi Çaka Bey’i bir ziyafet esnasında ortadan kaldırmış; Kumanlar ise kendilerine verilecek (!) geniş topraklar karşılığında Peçeneklere saldırıp onları bir daha bellerini doğrultamayacak hale sokmuşlardı.
Ancak..Tüm bu tedbirlere rağmen Aleksi Komnen’in içinde hâla bir korku yok değildi. 20 senede Malazgirt’ten İstanbul önlerine kadar gelebilmiş olan Türkler’in ne zaman ne yapacakları belli olmuyordu. O halde bunları geldikleri yere, yani Orta Asya’ya postalamak lazımdı ama nasıl? Buna kendi gücü asla yetmezdi.
Evet..Bir çare bulmalıydı. Mesela Hristiyan dünyasını, hristiyanlığın kalesi İstanbul’un korunması için bir savaşa davet etse? Zor işti. Herşeyden önce İstanbul Hristiyan dünyasının tamamının merkezi değildi. Ortodoks Hristiyan dünyasının merkeziydi. Oysa Avrupa devletlerinin çoğu Katolikti. Hoş ortada devlet denebilecek bir nesne de yoktu ya. İki kıytırık kule, sazdan samandan bir şato diken kendini kral ilan ediyor, en azından bir derebeyi oluyordu ki derebeyler de birbirleriyle gırtlak gırtlağa vaziyetteydiler. Kendi mabadları bunca sıkışıkken hiç bir kontu, şovalyeyi İstanbul için savaşmaya ikna edemezdi. Ama belki Papa birşeyler yapabilirdi.
Papa II. Urban bir şeyler yapar mıydı acaba? Yoksa ‘’ Bana ne lan. Ben, Benim Vatikan’a bağlı olanlara bakarım. İstanbul beni ilgilendirmez’’ mi derdi?
İşte bunu öğrenmenin tek yolu direkt Papa’yı İstanbul’u korumaya davet etmekti. Bu amaçla bir mektup yazdı.
Papa II. Urban kendisine Bizans İmparatoru Aleksi’den gelen mektubu okuyunca içinden tam olarak neler geçti bilinmez ama yapılması gereken şey Kudüs’ü şu kafir(!) Müslümanların elinden geri almaktı. Kudüs yolu İstanbul’dan geçtiği ve Bizans İmparatoru olası bir seferde Avrupa’dan gelecek kuvvetlere hem yardımcı hem rehber olacağından, dolaylı da olsa bir taraftan da Anadolu , Müslüman Türklerden temizlenecekti. İyi de açlıktan nefesi kokan, hatta karnını doyurmak için şatosundaki lağım farelerine saldıran Avrupa’nın sefil kralları ve kontları böyle bir sefere katılır mıydı? Öte taraftan bu güne kadar papalığın izlediği barışçı politika terk edilip onun yerine savaşçı bir politika benimsenmesi krlallar, şovalyeler, kontlar tarafından hoşnutlukla karşılanır mıydı? Karşılanmalıydı. Çünkü Kudüs Müslümanlardan geri alınırsa var ya artık kendisine karada ölüm olmaz, bu seferlerin bir numaralı düzenleyicisi, biz Müslümanların tabiriyle ‘’ Kazma sallayanın hınk deyicisi’’ olduğundan artık Hristiyan dünyasında sadece dini değil, siyasi olarak da en büyük olurdu. Hoş ‘’ Kaşının üstünde gözün var’’ Diyebilen yoksa da tarihe ‘’ Kudüs’ü Müslümanlardan temizleyen Papa’’ olarak geçmek az şey miydi?
Bütün hrıstiyanları( Daha doğrusu temsilcilerini) bir yerlerde toplamalıydı ama tabii ki o dönemlerde cep telefonu yok ki hemen arasın bir kralı ya da kontu ‘’ Kanki akşam şurada toplanıyoruz. Panpişleri topla, çıkın gelin’’ Diye… Mecburen birileri bu kutsal(!) duyuru görevini yapmalıydı. Bunun için de samimi bir dindar, saf bir İsa İnanlısı olan keşiş Pierre L’ermite den daha uygunu olamazdı. Pierre L’ermit’e ‘’ Tanrı için’’ dedikten sonra yaptırılamayacak hiç bir iş yoktu. O derece saf bir insandı.
Pierre L’ermite din damarından girecekti olaya. Yani Tüm Fransa’yı uyuz bir eşekle adım adım dolaşıp bir taraftan insanları kutsal bir savaşa davet ederken öte taraftan Papa Hazretlerinin Clermont şehrinde yapacağı toplantının ( Ki buna Clermont Konsili de denir) duyurusunu yapıyodu. Kısaca Pierre L’ermite bir yerde adeta br amigo gibi insanları coşturma görevi üstlenmişti.
Pierre L’ermite uyuz eşeği ile Fransayı dolaşırken Türk ve Müslümanların altın, inci, elmaslar içinde yüzdüğü, şayet onlarla savaşılırsa tüm bu servetlerin kendilerine geçeceğine, böylece krallar gibi yaşayacaklarına inanan…(Pardon. Adamlar zaten kraldı ama açlıktan nefesleri kokuyordu. Buna karşın Türkler ve Müslümanlar -nerede harcayacaklarını bilemedikleri için - saraylarının kubbelerinden kurnalarındaki hamam taslarına, çeşmelerin musluklarına kadar her şeyi altından yaptırıyorlardı (!) Seyyahlar böyle anlatıyor, hikayeler Müslüman-Türklerin zenginliğini ballandıra ballandıra anlatıyordu. )
Yoksul bir şovalye olan Gotiye ‘’ Bu kadar büyük zenginlikler Müslüman Türklerde kalmamalı’’ Diyordu. Hani ara sıra ‘’ Ulan ya ölür gidersem o hiç bilmediğim topraklarda?’’ Diye düşünse de Keşiş Pierre L’ermite o konudaki şüphelerini de gidermişti: ‘’ Daha ne istiyorsun evladım. Keşke ölsen. Bir aziz olarak direkt cennete gidiyorsun. Gelsin periler, gitsin Meri’ler. Fare yemekten kemirgene dönen o suratın sülün kebabı yemek suretiyle bir g.tüme benzeyecek. Daha belanı mı arıyorsun?’’ Demişti ki gerçekten de bu yolda ölmek aslında kazanç açısından daha karlı gibi görünmekle beraber yine de makata dikkat etmek gerekiyordu.
18 v e 28 Kasım 1095 Tarihleri arasında Fransanın Clermont şehrinde Papa II. Urban’ın, pek çok Hristiyan din adamının ve kontların, şovalyelerin katılımıyla bir konsil düzenlendi. Konsilden çıkan karar kısaca Kudüs’ün Müslümanların elinden geri alınması için savaştı.
Papa II. Urban ‘’ Deus Vult ( Tanrı İstiyor )’’ Diyordu. Yani Hristiyan dünyasının en büyük dini ve ruhani lideri ‘’ Tanrı kan dökmemizi ya da kanımızın dökülmesini istiyor’’ Diyordu açık açık. Daha da açık olarak, insanları Allah ile aldatıyordu.
Bu, tarihteki ilk Allah ile aldatma değildi elbette ama etkileri bakımından belki de en önemlisiydi. Çünkü 27 Kasım 1095 de söylenmiş olan ‘’ Deus Vult’’ Sözü yaklaşık iki yüz sene sürecek olan ve hem Müslüman, hem de Hrıstiyan tarafından yüzbinlece insanın ölmesine, pek çok yerleşim yerinin harabeye dönmesine sebep olacak olan Haçlı Seferlerini başlattı.
*
Bunca ciddi yazıdan sonra şöyle Sami’ce bir fıkra ile bitirelim mi? Bu da Allah ile aldatma ile ilgili.
Bir Alman kadın kocasını üç erkekle birden aldatıyormuş.
Bir gün zamparalarına tek tek randevu vermiş:
- Hans ! Hayatım yarın saat 12 gibi gel. Gelirken de kızarmış patetes getir de yiyelim.
Daha sonra Müller’e.
-Müller hayatım ! Yarın on ikide gel. Gelirken de bir kasa bira getir.
Ve nihayet Karl’a
-Sevgili Karl. Yarın saat 12 de gel. Sen fakir adamsın. Zahmete edip bir şey alma.
Kadın randevuları vermiş ama ertesi günün Pazar olduğunu, kocasının evde olacağını unuttuğu gibi dostlarına da aynı gün ve saatte randevu verdiğinin farkında değil.
Pazar günü saat 11 gibi aklına gelir. ‘’Eyvahh. Ben ne yaptım dese de iş işten geçmiştir ‘’ O zamanlar öyle cep telefonu yok ki arayıp ‘’ Gelme’’ Desin zamparalarına. Çaresiz kocayı evden sepetleyecek.
Kocasına ‘’ Wilhelm ! Sen biraz dışarı çıksana. Ben temizlik yapacağım’’ Der.
Wilhelm çıkar. Biraz sonra da önce Hans gelir bir tepsi patates kızartmayla. Hans’ı daha sepetlemeden Müller gelir elinde bir kasa birayla.
Kadın Hansı Yatak osadona saklarken Müller’e kapıyı açar. Tam Mülleri sepetleyim derken bakar Karl geliyor. Hemen Mülleri de banyoya saklar, Karl’a kapıyı açmaya gider.
Karl’ı sepetleyim derken de bakar kocası Wilhelm geliyor; Karl’ı da tuvalete saklar.
Willhelm’e niçin hemen döndüğünü sorar.
Wilhelm ‘’ Canım çok patates kızartması çekti. Haydi bir tepsi patates kızartması yap da yiyelim beraberce.’’ Deyince kadın ellerini açar:
‘’Ey Tanrım! Bana bir tepsi patates kızartması gönderirsen sana müteşekkir olurum.’’
Hans hemen elinde bir tepsi kızarmış patatesle yatak odasından çıkar gelir.
Wilhelm şaşkınlıkla sorar ‘’ Sen kimsin be adam?’’
Hans cevap verir ‘’ Ben Tanrı’nın adamıyım. Eşiniz patates istedi, Tanrı da benimle yolladı.’’
Hans başka bir şey demeden arkasını dönüp gider. Wilhelm şaşkın…
Şaşkınlığı az geçince ‘’ Bu mübarek de böyle yavan yavan gitmez ki. Şöyle buz gibi bir kaç bira olacaktı ki..’’ Der demez Müller Banyodan bir kasa birayla çıkar.
Wilhelm ona da sorar ‘’ Sen kimsin ulan? ‘’
Müller gayet sakin ‘’Ben de Tanrı tarafından gönderildim. Biralarınızı getirmiştim.’’ der ve çıkar.
Wilhelm artık karısının azize olduğuna inanmaya başlamıştır.
Bir taraftan patatesleri yerken bir taraftan biraları yudumlarlar. Eee haliyle o kadar bira içilince tuvalet ihtiyacı hasıl olur.
Wilhelm tuvalete yöneldiği anda yaklaşık bir saattir orada bekleyen Karl da dışarı çıkar:
-Sen sormadan ben söyleyeyim. Ben de Tanrı’nın adamıyım. Boşları almaya gelmiştim.
Şeyyy pardon… Bu fıkradaki olay da ‘’Allah ile aldatmak’’ Kapsamına giriyor mu?
Resimler
1- I. Kılıçarslan’ın temsili resmi
2- I. Aleksi Komnen’in mozaik resmi.
3- Clermont Konseyinin temsili Resmi
4- Clermonttaki Papa II. Urban heykeli
5- Amiens’teki Pierre L’ermit Heykeli.