5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
622
Okunma

Mevlana’nın Mesnevi adlı büyük eserinde yer verdiği “Ayının Dostluğu” adlı hikâye hep anlatılır, dinleriz. Ayıyı dost tutan adamın başına gelenleri konu eder. Final bölümünde adam ormanda yorgun bir anında uyuyakalır. O esnada yüzüne sinek konar, ayı da onu kovalar. Sinek kovulunca kalkıyor, fakat inadına tekrar aynı yere konmaktadır. Bu böyle sürüp gider. Ayı, nihayetinde sineğe kızar, gider kenardan koca bir taş getirir. Sineğin yine adamın yüzüne konmuş olduğunu görünce, o koca taşı sineğe fırlatır. Taş, uyuyan adamın yüzünü paramparça eder.
Büyük düşünürümüzün kıssadan hisse verdiği mesaj evrensel değerdedir.“Ahmağın sevgisi, ayının sevgisidir. Kini sevgisi, sevgisi kinidir. Ahdi gevşek, sözü büyük, vefası zayıftır.”
Kimi haber ya da haber programlarda karşıma çıkan bir konu bana bu hikâyeyi düşündürmektedir. Adam kendisinden ayrılmak isteyen karısının yüzüne kezzap atar. Son yıllarda bu ve benzeri olaylar hatta cinayet vakalarında artma mı var sorusu zihnimde düğümleniyor.
Dünya ülkeleri içerisinde bu tip olayların en yoğun yaşandığı ülke olarak Bangladeş gösterilmektedir. Kocasından ayrılmak isteyen ya da çarşıda bir erkekle konuşurken görülen kadın veya genç kıza kezzap atılabilmektedir. Bu tip programları izlerken “ağla gözlerim ağla” Ne ki, üzülmek neye yarar. Sövsen hangi faydayı sağlar?
Kuşkusuz Bangladeş’de veya başka ülkelerde yaygınlaşan ya da görülen böylesi bir uygulama üzerinde kemikleşmiş töresel baskının etkilerini göz ardı etmemek gerekir. Kaynağı insanların adeta çimento dökülmüş öz benliğindedir. Dolayısıyla rutin hukukunda çözüm üretmesi kolay olmamaktadır. Söz gelimi Bangladeş’de önceleri müebbet olan hapis cezası son yıllarda idama çevrilmiş bulunmaktadır. Sosyokültürel yapıyı düşünmek ve ele almak gerektiği o kadar açıktır ki. Düşünsenize müebbet gibi ağır bir ceza kifayet etmemekte, insanları caydırmamaktadır. Kanaatimce idam da umulduğu ölçüde kanamayı durdurmayabilir. Demem o ki, sorunu suç ceza kapsamında ele alıp çözmeyi ummak kronik boyutu göz ardı etmek olacaktır.
Bizde ki vakalar şüphesiz bu cinsten değildir. Daha münferit nitelik gösterebilir. İşsizlik ve ekonomik sorunların giderilmesi ile eğitim kültür seviyesinin yükseltilmesine bağlı olarak çözülebilir. Yine hukuk sistemindeki zaaflar üzerinden de eleştiri yapıldığı akla gelebilir. Hani cezaların yetersizliği boyutunda diyorum. Fakat dediğim gibi temelde ekonomik dengesizlikler ve eğitim üzerinden sorgulamayı gerektirecektir.
Açıktır ki, kadının değeri, kutsiyeti yönündeki bahisler sözde kalmamalıdır? Yoksa sorun kutsiyet kavramının cinsiyet üzerinden verilmesinde midir? Zirvelerle uçurumlar arasındaki muvazenesizlik ve çatışma korkarım ki paradoks oluşturmaktadır. Hani derim ki, marjinal ögeler ve zıt kutuplar arasında sarkaç yapan toplumsal yapı kırılmaya uğramakta ve travmatik sonuçlar yaşanmaktadır. Dolayısıyla asıl olanın insanın kutsiyeti olduğu bireysel şuuraltı ve toplumsal hafızaya nakşedilmelidir. Bu kavramlaştırma farkının sorunun çözümü üzerinde temel bir psikolojik ivme kazandıracağını düşünüyorum.
Yine öldüren ya da yaralayan, sakatlayan erkek kadınını sevdiğini iddia eder, edecektir. İyide bu nasıl bir sevgi ki, o kadını veya genç kızı acıların kadınına döndürür. Bir tür aşkına eşkiyalık değil midir acep? Hani gençliğimizin meşhur bir sanatçısı Bergen aklımıza derhal gelecektir. Yıllarca arabesk müziğimizin en acılı ezgisi değil midir? Yüzüne kezzap atılan şarkıcı yıllar sonra eski kocası tarafından öldürülünce; hay Allah! Kurtulamadı kadın ya demedik mi? Kim olursa olsun, yaşantısı hangi çizgide seyrederse seyretsin özünde acıyan, üzülen bir toplum yapımız vardır bizim.
Diğer yönden baktığımızda kadının örtülü hâkimiyete sahip olduğu bir toplum olduğumuz söylenebilir. Hani erkek aile reisi de olsa gerçekte egemen olan kadınımız demek mübalağa mıdır? Anadolu’nun bazı yörelerinde bir deyiş vardır. Kadın başörtüsünü, eşarbını ortaya attı mı erkeklerin kavgası o saniye sona erer. Açıkçası aile içi etkileşim ekseriyetle “erkek saltanatını sürer, yöneten kadındır” sözü misali cereyan etmektedir.
Ancak kabul edersiniz ki, üstteki acı olaylar bu gerçeği gölgelemektedir. Hatta sosyal psikolojide uyandırdığı kaygılar düzleminde de alabiliriz. Toplumumuzda nice kız ailesi böylesi olaylara nasıl bakar, ne şekil etkilenir acaba?
Bu bağlamda aklıma bazı otoriter kız aileleri gelir. Doğaldır ki, evlendirirken kızına; artık sen bizden çıktın kocana ve ailesine tabisin der. Efendim! Derde koca da koca olacaktır. Temelli eti senin kemiği benim yetkisi de damada verilmez. Bir de bakarsınız dengeli hareket etmeyen kocaya ultimatom gibi mesaj gelir, gelmelidir de. Ben de bir damat olarak bu tip kız ailelerine saygı duyarım. Yürü brehh! Kim tutar seni diyebilirsiniz de. Ne var ki, bu tip damatları dama atacaksın o da kesmiyorsa damdan atacaksın kardeşim. Bunları muhatap alıp da karşına dama oynatmayacaksın. Efendim ben artık evlendim, nikâhıma aldım kimse bana karışamaz mı? Geçeceksin sen onu.
Şu kadar ki, garibanlık pekte hayatın ritmine, akışına uyan bir model değildir. Bu minvalde düşündüğümde gürültüye pabuç bırakmayan kız ailelerini anlıyorum. Yüreğimin bir yarısı kimsenin kuşkusu olmasın, onlarladır.
L.T.