9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1114
Okunma

Fakirliğin gözü kör olsun. Mecbursunuzdur karnınızı en ucuz gıdalarla doyurmaya. Hele bir de anneniz Karadenizli ise tahmin etmişsinizdir sık sık sık yediğiniz sebzenin hangisi olduğunu.
Efendim, çocukluk ve gençlik yıllarımızın vazgeçilmez yemeği elbette ki lahanaydı.
İster beyaz göbeklisi olsun, ister kara denen ama karalıkla uzak yakın bir ilgisi olmayanı olsun, lahana soframızın padişahıydı adeta.
Anne tarafından memleketimiz olan Sürmene’den gelen akrabalar sanki Hacdan hurma ve Zemzem suyu getirmiş gibi getirirlerdi artık.
-Uyyyy. Mekbule pak pakalum saa ne ceturduk?
Annemin nüfustaki adı aslında Fatma olmakla birlikte hiç bir Allah’ın kulu ona Fatma demezdi. Onun adı herkesin ağzında Makbule idi. Hatta kendisi bile ‘’Adın ne?’’ Diye soranlara ‘’ Makbule’’ Diye cevap verirdi. Bu da rahmetli Hacı Dedemin acayipliklerinden biri işte.
Kızı dünyaya geliyor. Nüfus müdürlüğüne gidiyor. İsim olarak nüfusa Fatma yazdırıyor ama çocuğunu ( Yani annemi) Hep Makbule diye çağırıyor.
Teyzelerimde de durum böyle: Nüfusta Asiye ama biz Asiye Teyzemi hep Suna Teyze olarak bildik.Bir diğer teyzem: Nüfusta Meryem ama biz Meryem teyzemi hep Suzan teyze olarak bildik.
Neyse…Nerede kalmıştık?
Ha, Sürmene’den akraba ya da taallukattan birileri geliyor ve ‘’ Baka saa ne ceturduk?’’ Diyordu.
Biz sabi sübyan, dört adet Evladı- Makbule bir umut bekliyoruz ‘’ Ulan bari bu sefer tuzlanmış balık gelir mi?’’ Diye. Çünkü başka Laz komşuların akrabaları memleketten mutlaka tuzlanmış balık getiriyorlar. İlle velakin bizimkiler sanki sözleşmiş gibi asla balık getirmiyorlar. Biz de hep ‘’ Bari bu sefer’’ diye bekliyoruz.
Yok…Yine yok anasını satayım.
-Ne ceturduk?
Ne cetureceksiniz gavatlar? Ya kara lahana ya da grut. ( Onu açıklayacağım az sonra )
Rahmetli annem ‘’ Kara lahana mı getirdiniz?’’ Diyor. Sanki gelenin ne olduğunu bilmiyormuş gibi. (Annem de Lazdı elbette ama Karadeniz şivesiyle konuşmazdı.) Yok hani sanki bir de özlemle bekliyormuş gibi sormaz mı ‘’Kara lahana mı getirdiniz?’’ Diye.
Ama Karadenizliler böyle işte maalesef.
Karadenizli bir erkek bir gemi kazasından sonra tek başına ıssız bir adaya düşmüş. Yıllar sonra başka bir kaza sonucu bir de çok güzel kadın düşmüş adaya. Kadın kendine gelir gelmez bakmış karşısında oldukça yakışıklı bir erkek var. Kırıtarak yanaşmış Karadenizli’ye:
- Bil bakalım şimdi ben sana ne yapacağım?
Karadenizlinin gözleri parlamış:
-Uyyy misir ekmeği mi yapacasun?
O hesap yani.
Sadece kara lahana olsa neyse. Fasülye turşusu…Allah’ım Ya Rabbim. Yahu fasülyenin turşusu mu olur? Ama Karadenizliyseniz oluyordu. Hata daha da kötüsü var : Bu fasulye turşusunun bir de turşu kavurması oluyordu. Turşu ve kavurma??? Oluyordu işte. Hatta yemedim ama duyduğuma göre hamsi reçeli bile varmış anne memleketinde.
Ya o turşu kavurmasını yiyecektik ya da annemiz ‘’Zübeyde ‘’Adını verdiği süpürgesinin ‘’ Kokoç’’ denilen tutma yerini kafamıza yitecektik.
Ulan mübarek adamlar ya da kadınlar. Trabzon’dan geliyorsunuz. İnsan bir kilocuk Trabzon tereyağı getirir değil mi? Ne gezer efendim. Bu gün hâla nasıl yediğime şaştığım grut denen taş gibi bir peynir gelirdi. Annem onu sıcak suyla yumuşatır, ufalar, önümüze koyardı. Bazen de herle denilen bir çeşit un çorbasına katardı bu gruttan. Herle aslında Karadeniz’e özgü bir çorba değil. Annem onu Ağrı-Doğubayezıt’ta yaşadığı yıllarda oradaki Kürt komşularından öğrenmiş.
Karadenizli dostlar kızacak belki ama oldum olası sevemedim Karadeniz mutfağını. Yok yanlış anlaşılmasın. Karadeniz mutfağında da sevdiğim bir yemek vardı ki gün aşırı yerdik ama yine de bıkmazdık: Şekerli makarna. Evde makarna bile olmadığı zamanlarda ise ekmeğin üzerine biraz margarin yağı ve üzerine şeker dökülmek suretiyle yapılan Karadeniz yemeğinin (!) tadına doyamazdık. Bir de kuymak denen bir şey yapardı annem mısır unundan ama çok çok seneler sonra öğrendim ki meğer kuymakta tuzsuz beyaz peynir ya da kaşar peyniri de olurmuş. Bizimkilerde olmazdı.
Velhasılı kelam genel gıdamız ya şekerli makarna ya da lahana dolması, lahana kapuska, kara lahana yemeği veyahut turşu kavurması olurdu babam evde olmadığı zamanlarda. Babam da eline çantasını alıp daktilo ve hesap makinesi tamir etmek için Türkiye turuna bir çıktı mı aylarca eve gelmezdi. O evde olduğu zamanlar menü anında Kars usulü yemeklere ( Ki genelde et yemekleri olurdu ) Dönüşürdü ama dediğim gibi babamın yüzünü pek az görürdük.
Turşu kavurması, şekerli makarna ve envai çeşit lahana yemeklerinden gına gelmişti artık…
Çocukluk çağlarından çıktığımızda. Ben üniversitede okuyordum, biraderler ise o dönemlerde bir mermer fabrikasında çalışıyorlardı. Bir gün eve geldim ve doğruca mutfağa yöneldim. Mutfaktan gelen koku lahana kokusu…’’ Ya yine mi lahana?’’ Diye isyan ettim. Annem ‘’ Hayır bu lahana değil ‘’ Dedi. Merakla tencerenin kapağını kaldırdım. Allah Allah…Tencerede o güne kadar hiç görmediğim bir şey şeyler kaynıyor. Top gibi yuvarlak bir şeyler… Anneme sordum bu ne?’’ Annem kısaca ‘’Brüksel…Çok faydalı ve besleyici bir bitkiymiş. Millet kapış kapış alıyordu, ben de aldım’’ Dedi.
Hımmm. Oh beee. Bu akşam – kokusu lahanaya benzese de- lahana yemeyecektik anlaşılan.
Akşam biraderler geldi ve onlar da sordular ‘’ Anne yemekte ne var ?‘’ Diye. Annem onlara da ‘’ Brüksel ‘’ Dedi. Koskoca Belçika’nın başkentini yiyecektik yani.
Efendim anladınız tabii ki. Annem ‘’Brüksel’’ diyor ama ısrarla ‘’ Lahanası ‘’ Demiyor.
Uzun lafın kısası o gün kara lahana ve beyaz lahanadan sonra bir lahanayla daha tanıştık: Brüksel lahanası…( Evlendikten sonra Brüksel lahanası asla evime giremedi.)
Şimdi bilen biliyordur da bilmeyen arkadaşlar soracaktır: ‘’ Hocam ! Yazının başlığında Brüksel lahanası ve makbule demişsiniz. Makbule annenizin adı olduğu için mi öyle bir başlık kullandınız?’’ Hem evet hem hayır. Evet çünkü annemin adı Makbule ama bir sebebi daha var o başlığı atmamın:
1983-1989 Yılları arasında görev yaptığım Batman’da bir komşu bizi yemeğe davet etmişti. Sofraya oturduğumuzda bir tepsi içinde o güne kadar görmediğim etli, patatesli, pirinçli bir yemek geldi ortaya.( Sol alttaki yemek ) Yemek nefisti doğrusu. Karnımızı doyurduktan sonra sordum: ‘’ Bu yemeğin adı nedir?’’ Diye. Efendim, yemek Siirt ve Mardin yöresinin en önemli yemeklerinden birisiymiş ve adı da makbule imiş. ( Sanırım başka yörelerde de aynı adla yapılıyor bu yemek )
Makbule gerçekten de çok makbule geçmişti.
Şimdi durduk yerden bu anı nereden aklıma geldi diyecek olursanız: Dün Brüksel’de bir terör saldırısı oldu ya . İşte Brüksel’den, Brüksel lahanasına, Brüksel lahanasından da makbuleye, böyle bir anı canlandı bir anda.
‘’Yani yirmi üç insan ölüyor ama senin aklına gelen şey bu mu?’’ Sorusuna gelince:
İşin o kısmına hiç girmeyeceğim. İşin o kısmı ile ilgili duygularımı ve yorumumu sağ taraftaki dört parçalı resimde belirttim.
Her şeye rağmen terörün her türlüsüne- kimden ve nereden gelirse gelsin- Lanet olsun.
NOT: yazıda adı geçen yemeğin asıl adı ’Maklube’Dir fakat o da annemin adının Fatma olup da Makbule diye anılması gibi asıl adı ’Maklube’ olduğu halde ’ Makbule’ diye bilinir.