2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
498
Okunma

Beri yandan, muhitin can damarlarından Irgandı Köprüsü dünyada dört çarşı köprü arasında geçmektedir. 2’inci Murad döneminde inşa edilen köprü İstiklal harbinin sonunda Bursa’yı terk eden Yunanlılarca bombalanır. Cumhuriyet döneminde yeniden inşa edilmesi Haşim İşcan’ın Belediye Başkanlığı zamanıdır. Klasik şekliyle restore edilmesi son zamanlara ait olmaktadır. Köprü üzerinde sanat eserlerinin sergilendiği bölümler arasında gezerken çayınızı da yudumlayabilirsiniz. Hele kış mevsiminde derenin gürül gürül aktığı bir günse değmeyin keyfime.
Köprünün bir ayağı ise dere manzaralı cafenin yanı sıra “Gurabahanei Laklakan” evine açılır. “Vikipedi” kaynaklı edindiğim bilgi notunda; yapının Osmanlıların leylekleri bile düşünerek onların yeme içme, barınma ve tedavi ihtiyaçlarını karşılamak üzere açtığı bir hayır kurumu olduğu belirtilmektedir. 19’uncu yüzyılda leylekler ve göçmen kuşlar için kurulan hayvan hastanesi günümüzde yeniden düzenlenir. Bakımevinin bugünkü adı ise ünlü şair ve yazarlarımızdan Ahmet Haşim’in aynı adlı meşhur eserine dayanmaktadır.
Yine Mahfel ile komşu bir yapı olan Çınar Pastanesinden söz etmeliyim. Efendim! Bursa’nın en nezih ve köklü pastanelerinden birinden söz ediyorum. Köklü diyorum, çünkü: 1970’li yıllardan da hatırlarım. İpekçiliğe dönen köşe başında yer alan Filiz Pastanesiyle komşudur o yıllar. Hatta bir anısı da vardır bende. İlkokul yıllarımdır. Bir gün edindiğim harçlığımla yaptığım alışverişi düşünüyorum. Neler yiyip içmedim ki. Çınar Pastanesinden de dondurma mı almıştım, kimbilir. Fakat o akşam mide, bağırsak iflas etmez mi? Cartlayıp curtlamalar arasında cartayı çekmem annemi de hayrete düşürür. Üstelik ertesi gün İstanbul’a hareket edeceğimiz düşünülürse vahim bir durumdur da. Ancak annemin beni ilaç ve içecek kürüyle ayağa kaldırıp ertesi gün dim dik hazır ettiğini de anımsarım. Sanırım Doping etkisi de böyle bir şey olmalı.
Açıkça, ne zaman Çınar Pastanesinin önünden geçsem beni alır götürür bu mekân. Son yıllarda nostalji midir nedir arada uğrayıp güzelim pastalardan götürüyorum. Anlayacağınız pisboğazlık yapıyorum. Yine çocukken gittiğimiz düğünlerde gecenin ilerleyen saatinde boşalan masalara yaptığım ziyaretleri yâd ediyorum. Bu arada pastanenin çaprazında yer alan tarihi çınarında başlıbaşına bir Fenomen olduğunu söylemeliyim. Düşünsenize Setbaşı, İpekçilik, Yeşil, Namazgâh derken dört ayrı semte kapı açtığı ve gölge verdiği mübalağa olabilir mi?
Tabi, Setbaşı dendiğinde akla aynı adı taşıyan ilköğretim okulunun gelmemesi mümkün mü acep? Heleki İlkokulun ilk dört yılını orada geçirmişseniz. Arka taraftan dere manzaralı bir okuldur. Bursa’mızın en gözde ilkokulu mudur? Farklı izlenimler olabilir, ancak bende ki yankısı öyledir. Hele bir çocukluk aşkını, çocukluğa ait bir aşkı düşünürsek böyle değil midir? Okulla aynı cadde üzerinde yer alan Doğu Karadeniz apartmanının dili olsa da konuşsa. Bu bir eski zaman öyküsüdür der miyim? Demem elbet. Tamamen de “İstanbul Kanatlarımın Altında; Aşk” moduna geçemem şüphesiz. Bugün geriye dönüp baktığımda saygı uyandırır bende. Okuluma karşı huşu duymamı taçlandırır.
İlkokulum bir elmalı kek ikramını da unutulmaz kılar. Aynı sınıfta okuduğumuz bir arkadaşımın doğum gününü kutluyoruz. Bu arkadaşımın annesinin yaptığı elmalı kek ne de lezzetlidir. Görmemişlik örneği demeyin lütfen. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırıdır bende ki.
Yine, okulumuzun karşısında yer alan pasajda bir kitapçı da aklıma gelir. “Kurt ile Kuzu”, “Leylek ile Tilki” masallarının sunulduğu kitapçıkları hatırlarım. Masal çocukluğa aittir deyip geçmem hiçbir zaman. Çünkü çocukların hayal dünyasını beslesede büyükler için de felsefi metinler olarak düşünürüm. Açıkçası Donkişotla ilgili olarak yapılan “Bu ünlü romanı çocuklar masal kıvamında, büyükler roman olarak, düşünce adamları ise felsefi bir metin formatında okurlar” şeklinde bir tanımlamayı anımsarım hep.
Setbaşı İlköğretim Okulunun yanıbaşında yer alan kütüphanenin ise daha ziyade zemin katı ilgimi çeker. Bazısı bugün yayında bile olmayan nice dergi ve gazetelerin eski zaman yıllıkları sizleri karşılar. Açıkça tozlu raflar arasında dolaşmayı severim de hanıma bunu nasıl açıklarım. Zihnimi yıllardır meşgul eden temel problem budur.
Setbaşı ve çevresinde gezerken yoruldunuz ve acıktınız mı? Doğru, Ünlü Caddeye derim. Adana Sofrası derhal önerilir. Hele kışın ocakbaşında ısınmak ve külbastı keyfi sizi bekler ya. Yanında soğan söğüş, domates ezmesi, lavaş kaçar mı? Eee! Ne de olsa göz aldanır ama mide asla değil mi?
Kuşkusuz, Bursa bir ummandır. Setbaşı ise nice kentsel figürden yalnızca biri olacaktır. Bu bağlamda; “Gez dünyayı gör Konya’yı” sözünden ilhamla gez Bursa’yı gör Setbaşı’nı denebilir mi acep? neden olmasın.
-SON-
L.T.