2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
842
Okunma

Nazım Hikmet’in ünlü şiirlerinden biri de "Kadınlarımız" olmalıdır. Bu ünlü "Kuvayi Milliye" şiirinde bir dize farklı yönde ilgimi çeker. "Ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen".
Kuşkusuz farklı okumaları mümkün kılabilir. Hatta ideolojik politik düzlemde sorgulanabilir de. Sözgelimi, kadınımızın Anadolu kırsalındaki konumunun ünlü şairimiz tarafından tanımlanış biçimi şeklinde bir değerlendirme de yapılabilir. Bu noktada, Nazım Hikmet’in sosyalist hatta Marksist bir şair olduğunu ve dünyayı üretim temelinde algıladığını da hatırlayabiliriz. Dolayısıyla genel bir bakışla; öküzü, sofrayı ve kadını ekonomik ölçülerle değerlendirdiği ifade edilebilir.
Bu hususla ilişkili olarak, ülkemizdeki ideolojik yapıları değerlendirirken bazı yaklaşım biçimleri üzerinde özellikle durmak gerektiği düşüncesindeyim. Sözgelimi, sorunları ilericilik-gericilik kavramları temelinde ölçüp biçmek yerine aynı meseleleri üretim temelinde ele almak da mümkündür. Konumuz açısından değerlendirme yaparsak Nazım Hikmet sosyalist bir şair olduğu gibi o dönemin hâkim ideolojik yapılanmasının başka bir ifade ile Kemalizm’in de karşısındadır. Hatta bir şiirinin mısralarında karşımıza çıkan "Biliyoruz, biliyoruz, bu vatanın anasını ağlatan; Bir İsmet, bir Adnan bir de Koraltan." ibaresinde ülkemizdeki sağ ve sol Kemalist yapıyı eleştirdiği söylenebilir.
Tekrardan ilk paragrafa dönersek; ilgili mısrada kalkış noktasının, tarım toplumunda sofrayı şekillendiren unsurun öküz olduğu noktasında biçimlendiği söylenebilir. Öküz olmaksızın sofranın da olamayacağını dolayısıyla sofradaki yerleşim düzeninin de oluşmayacağını anlayabiliriz. Ayrıca şair sofradaki yeri açısından öküzden sonra değerlendirirken bana göre kadını üçüncü değil ikinci sıraya koymakta. Yani sıralamanın erkek, öküz ve kadın şeklinde oluştuğunu düşünerek Nazım Hikmet üzerinden böbürlenmeyelim boşuna. Çünkü mısrada belirtilen husus az önce de söylediğim gibi öküzün tarım toplumunda sofrayı biçimlendirdiğidir. Yani, anlaşılabileceği üzere sofra yoksa erkeğin sofradaki yeri de olmayacaktır. Dolayısıyla şair, kadınımızın sofradaki yerini öküzümüzden sonra olarak belirlerken öyle görünüyor ki erkeği daha da geriye atmaktadır.
Bu konu ile ilişki kurabileceğimiz vurgulayıcı bir örnek olarak "Kibar Feyzo" adlı ünlü komedi filmimizin bir sahnesini hatırlamak da mümkün. Kemal Sunal, Müjde Ar ile evlenmek için başlık parası verecektir. Ancak Adile Naşit oğlum değmez parayı sokağa mı atalım diye sorar ve onun yerine öküz alalım der. Şaban ısrar edince de anne bağırır. "öküz ulan öküz!"
Yine, Nazım Hikmet’in yukarıda söz ettiğim ünlü şiiri bana ilkokuldan bu yana çokça karşılaştığımız bir bahsi de düşündürür. Hani eski devirlerde dünyanın öküzün boynuzunda durduğu ve öküz boynuzlarını oynattığında ise deprem olduğu.
Okul yıllarımızda bu hususun ortaya konuluş biçiminin ilericilik-gericilik kavramlarına dayandırıldığı söylenebilir. Oysa eski devirlerden söz ettiğimiz zaman tarımsal bir ekonomik yapı ve sosyal-kültürel oluşumları vurgularız. Tarım toplumunda öküzün üretimin simgesi olduğunu yukarıda belirttik. Dolayısıyla insanların gündelik yaşamlarını direkt etkilediği aşikâr bir durumdur. Öküzün boynuzlarını oynatması ise bazı dönemlerde tarımsal üretimin düşmesi ya da başka bir ifade ile ekonomideki verimsizliklerle ilişkili olmalıdır.
Şimdi bana, olur mu canım öyle şey bu tamamen o devirlerdeki dinsel ve kültürel boşluktan, cehaletten kaynaklanmakta diyebilirsiniz. Ben de şunu sorarım. Söz edilen hayvan neden öküzdür? Başka bir deyişle neden dünyanın aslan, kaplan, kurt, bizon, sırtlan ya da akbabanın boynuzlarında veya üzerinde durduğu söylenmiyor?
Kaldı ki, eski toplum dünyanın öküzün ve balığın üzerinde durduğunu da söyler. Aynı anda hem öküzün hem de balığın üzerinde durmasının mümkün olmadığı söylenebilir. Demem o ki; söz edilen hususun din ve gelenekle değil üretim ve geçimle ilişkili olduğu apaçık olmaktadır.
Burada belirtmek istediğim bir husus da şudur: Mitolojik anlayış biçimlerinde karşımıza çıkabilen ilginç bir unsur vardır. Sözgelimi, topluluk geçimini balıkçılıkla sağlıyorsa kutsallık atfedilen bir ilk balıkçı figürü vardır. Çünkü topluluğa balıkçılık mesleğini getiren o ilk balıkçıdır. Dolayısıyla, topluluk o ilk balıkçıya saygı duymakta ve hatta kutsiyet atfetmektedir.
Bu arada, eski devirlerde dünyanın öküzün boynuzu üzerinde durduğu algısını değerlendirirken dikkat edilmesi gereken bir unsurda tarım toplumunda ortaya çıkan bir verinin zamanla kendi içerisinde katılaşmaya ve hatta yozlaşmaya maruz kalabilmesi hususudur. Hani derim ki; tarım toplumunun erken dönemlerinde dünyanın öküzün boynuzunda durduğundan bahsetmekle üretim biçimine vurgu yapılırken aynı sistemin çöküş zamanlarında ise sembol algısının yitip kelimenin gerçek anlamıyla öküz olarak anlaşılmış olması mevzu bahis olmalıdır.
Bu açıdan aldığımızda; eski kültürlerde dünyanın öküzün ve balığın veya ikisinden birinin üzerinde durmasını ya da bu hususlarda ortaya konan edebi söz ve benzetmeleri değerlendirirken ekonomik ögeleri göz ardı etmemeliyiz.
L.T.