15
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1586
Okunma

Çocukken "taş kırmaca" diye bir oyun oynardık. Herkes kendine bir taş seçer, bu taşlarla karşılıklı savaşlar düzenlerdik. Her savaşta karşılıklı birer kişi yer alırdı. Rakipler sırayla kendi taşlarıyla düşmanın taşını kırmaya çalışırdı. Taşı kırılana beş gün uzaklaştırma verilirdi. O da yeni bir taş bularak beş gün sonra savaşlara geri dönerdi. Kırılmayan taşlar ise kırılana kadar savaşlarına devam ederdi.
Karşılaştığım tüm savaşlardan yenik ayrılmıştım. Beş gün aralıklarla kendime yeni bir taş buluyordum fakat daha ilk savaşımda kaybediyordum. Mahallenin yenilmez taşı ise Yusuf’un taşıydı. Adı "Krivetz"di. Yaklaşık beş aydır karşısına geçen bütün taşları parçalamıştı. Koyu gri renkli, bir avuçtan az daha büyük, küp şeklinde, tam bir ölüm makinesiydi. Adını ise Romanya’dan Karadeniz’e esen soğuk bir rüzgardan alıyordu. Yusuf bu ismi seneler önce abisi coğrafya dönem ödevini yaparken duymuştu. Abisi Sinan ise altı ay önce kan kanserinden ölmüştü. "Krivetz" diyordu "Abimin cennetten yolladığı dualarla savaşıyor. Bu yüzden yenilmez." Bu ad artık abisi ile özdeşleşmişti. Krivetz düşmanı olan taşları paramparça ettikçe, Yusuf, abisi Sinan ile birlikte dünyaya meydan okuduğunu hissediyor, abisini Krivetz’le birlikte yaşatmaya devam ediyordu.
Krivetz bugün üç tane taş parçalamıştı, hepsi de kendi mahallelerinin en güçlü taşlarıydı... Yani şampiyonluk bizim mahalledeydi. Her ne kadar bizler de aynı mahalle içinde birbirimize rakipsek de diğer mahallelerin taşları karşısında Krivetz’in kazandığı zaferlerlerle gurur duyardık. Milli takım meselesi gibi. Fakat Krivetz’in dördüncü ve son rakibi bizim mahallenin en güçlü taşlarından biri olan "Zalo"ydu. Aynı mahallenin en güçlü iki ismi karşı karşıya gelecekti.
Zalo, Krivetz ile karşılaşmadan önce yirmiye yakın taşı ilk vuruşunda parçalamayı başarmıştı. Siyah, yuvarlak ve sivri bir taştı. Şeytansı, sinsi, acımasız bir tavrı vardı. Zalo’nun sahibi Mehmet Ali, rakip taşı parçalamadan önce bağırırdı: "Acımak yok Zalooo!" Herkes gerilirdi. Mahallenin bizden yaşça daha küçük olan çocukları etrafa kaçışırlardı. Zalo hızla rakip taşın tepesine vurur ve onu tuzla buz ederdi. Mehmet Ali onu savaşlar dışında soğuk ve karanlık bir kömürlük katında muhafaza ederdi. Ve geceleri üzerini ısırgan otuyla örterdi. "Böyle güçleniyor Zalo" derdi. "Böyle yapmasam var ya bir dakkada indirirler aşağıya bunu."
Zalo gücünü karanlıktan, soğuktan ve ısırgan otlarından alırdı.
Yusuf ve Mehmet Ali anlaştılar. Yarın, öğlen ikide... Savaş günü ve saati diğer mahallelerde de hemen duyuldu. Bense o günü yine boş geçmiştim. Tüm gün kendime taş aramıştım fakat bir türlü bana gücünü ve asaletini hissettirebilecek taşa rastlayamamıştım. Mahalleye döndüm. Mehmet Ali etrafındaki kalabalığa Zalo’yu gösteriyordu. "İşte" diyordu "Zalo yarın son darbeyi vuracak. Gerçek şampiyon kimmiş göreceksiniz." Etrafındaki çocuklar bir kez olsun Zalo’ya dokunmak için Mehmet Ali’den izin istiyorlardı. Bazıları ise cep telefonlarını uzatmış iyi bir görüntü alabilmek için birbirlerini ittiriyorlardı.
Sokağı geçtim. Yusuf’ların evinin önünde Esra ve Yusuf oturuyorlardı. Esra mahallenin en güzel kızıydı. Babası ünlü bir kabadayıydı. Herkes O’ndan korkardı. Ailelerimiz birbirlerini iyi tanıdığı için babası Esra’nın bir tek bizimle görüşmesine izin verirdi. Yanlarına gittim. Yusuf düşünceliydi, yere bakıyordu. Esra ise çay kaşığı ile Krivetz’in üstüne bir şeyler sürüyordu.
"Bu ne?"
"Anzer balı sürüyorum."
"Neden?"
"Çünkü gerçek Anzer balı, babam kendi için Rize’den getirtti. Bu her şeye iyi gelir. İnternetten faydalarına baktım. Büyüme ve gelişmeyi de hızlandırıyormuş."
Hafifçe gülümseyerek Yusuf’a baktım. O yere bakmaya devam etti. Endişeliydi.
"Anzer balının kilosu 900 tl" diye devam etti Esra. "Yalan olsa bu kadar pahalı olur mu?"
"Doğru" dedim.
"Bu Krivetz’i çok daha güçlü yapacak, korkma Yusuf" dedi Esra...
Yusuf gözlerini yerden ayırmadan "İnşallah" dedi.
Ben de "İnşallah" dedim. (Esra’nın güzelliği için...)
Aslında ben anzer balının değil, Esra’nın ellerinin gücüne inanıyordum.
Uzaktan çocukların sesi mahallenin tüm sokaklarında yankılanıyordu.
"Çok yaşa Zalooo. Çok yaşaa!"
Ve büyük gün geldi. Ne çabuk geldi dedim. Geceyi çabucak tüketip doğan günlerden korkarım. Sanki yaşanacak kötü şeylerin bir an önce olup bitivermesi için acele ediyorlarmış gibi... Kötü şeyler öyledir. Çabuk olup biter. Ama kendini bıraktığı izlerle yaşatır. İzini taşıyan tüm insanlar ölene kadar.
Farklı mahallelerden bir sürü çocuk da alana gelmişti. Yaklaşık yüz-yüz elli kişi vardı. "Rüyamda taş savaşları tanrısını gördüm" diye bağırdı küçük bir çocuk. "Zalo’nun içinden kapkara ısırgan otları çıkartıyordu". Kalabalıktan hafif gülüşmeler duyuldu. Mehmet Ali kızdı. "Lan siktir git Zaloyla kafanı parçalarım senin" Küçük çocuk korktu, yanımızdan ağlayarak uzaklaştı. Savaşın hakemliğini yapacak olan Yılmaz "Artık başlayalım" dedi. Herkes alana biraz daha yaklaştı. Kara bir bulut gelip güneşi kapattı. Yusuf gökyüzüne baktı. Mehmet Ali sinsice güldü. Kalabalık "Çok yaşa Zaloooo, Krivetz’e ölüümmm!" diye bağırdı. Esra korkup bana biraz daha yaklaştı. Kolumu tuttu. "Ya ölürse" dedi.
Devam edecek