17
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2807
Okunma

İnsanları rencide etmeyi hiç bir zaman aklımın ucundan bile geçirmem ama bu günkü yazımda bir arkadaşı bu sefer bile bile rencide edeceğim. Çünkü hakkettiğine inanıyorum. Tabii ki isim vermeyeceğim. Gerçek isimler yerine uydurma isimler kullanacağım bu yazıda. Ama hem muhatabım olan kişi hem de muhatabımın rencide ettiği, hatta rencideden de öte hakaret ettiği kişiler de anlayacak kimlerden bahsettiğimi. Öte taraftan benzer davranışlarda olanlar da belki kendileri için pay çıkarıp ‘’ Yahu biz ne yapıyoruz böyle?’’ diyeceklerdir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------
‘’BU SİTE BİR AİLEDİR ‘’ Diyerek başlıyorum.
Evet yer yüzünde insanların - içlerinde huzur buldukları ya da hiç bulamadıkları- bir aileleri olduğu gibi hiç kan bağı olmayan insanlarla oluşturduğu manevi aileleri de vardır. Mesela Edebiyat Defteri işte böyle bir ailedir.
Neyse…Ben felsefik ve sosyolojik yazılar konusunda çok çok zayıf olduğum için direkt kendi üslubum olan hicivle devam edeyim müsaadenizle.
____________________________________________________________________
Mülayim Bey öğle namazını bitirip tam selam veriyordu ki eşi Leyla Hanım odaya girdi ve büyük bir merakla sordu.
-Mülayim sen ne yapıyorsun öyle?
Mülayim şaşırmıştı. Namaz kılıyordu elbette. Leyla da namazı niyazı bilen bir kadındı. Niye sormuştu ki acaba?
Soruya cevap vermeden tespih çekmeye başladı. ‘’Süphan Allah, Süphan Allah’’
Leyla öfkeyle gürledi.
-Ne o sorum seni rahatsız mı etti de ‘’ Süphan Allah?’’ Çekiyorsun.
Mülayim Bey ‘’ Elhamdulillah’’a geçmeden cevap verdi.
-Namazdan sonra tespih çekilirken 33 defa Süphan Allah denir. Onu diyordum. Sana bir şey dediğim yok.
-İyi. Demin ne yapıyordun sen?
-Namaz kılıyordum can parem. Bilmiyor musun namazı?
-Onu demiyorum. Ben odaya girdiğimde ne yapıyordun?
-Selam veriyordum.
-Kime selam veriyordun?
-Kime olacak güzelim. Sağımdaki ve solumdaki meleklere.
-Veremezsin. Sen meleğe, keleğe selam veremezsin
Mülayim Bey şaşırmıştı ama son zamanlarda eşinde bir gariplik vardı zaten. Bunu çoktan hissediyordu.
-Güzelim biliyorsun namazdan sonra selam verilir.
-Hayır veremezsin.
-Sebep?
-Çünkü ben seni çok kıskanıyorum. Sen benden başkasına selam veremezsin. Erkeklere ver selamını ama kadınlara selam veremezsin.
Mülayim içinden ‘’ Çattık belaya ‘’ dese de dışından sıkardı biraz. O bakımdan Leyla’yı kızdırmadan ama ikna da edebilecek bir cevap vermesi gerekiyordu.
-Hayatım ama meleklerin cinsiyeti yoktur ki. Yani onlar ne erkek ne de kadındırlar.
Leyla Hanım hapıştı kaldı. Şimdi melekleri kıskanmalı mıydı yoksa kıskanmamalı mı? Öyle ya kadın değillerdi ama erkek de değillerdi. Sonunda kararını verdi.
-Tamam. Madem öyle meleklere selam verebilirsin ama başka kadınlara asla verme.
Mülayim içinden derin bir ‘’ Oh beee yırttık ‘’ çektikten sonra cevap verdi:
-Hiç verir miyim bir tanem. Merak etme sen
Evet..Bir müddetten beri Leyla fena şekilde kıskanıyordu Mülayim Bey’i oysa Mülayim Bey dünyanın en saf, en temiz insanı olup koynuna zorla Adriana Lima’yı sokmaya çalışsan, Hz Yusuf gibi sırtını dönüp ‘’Ben Allah’tan korkarım’’ diyecek bir insandı.
Mülayim Bey tespihini ve duasını tamamlayıp Leyla Hanımın hazırladığı sofraya oturdu ve afiyetle yemeğini yedi. Öyle kahvehane-kıraathane muhabbetlerini hiç sevmediği için kendi evinde oldukça mütevazi şiirler yazardı. Yemekten sonra her zamanki gibi bilgisayarını açtı ve şiir yazmaya başladı:
Ah deniz
Mavi, masmavi deniz.
Seni ne kadar özlediğimi
Bir sen, bir ben
Bir balıklar
Bir de Allah bilir.
Evet bu kadar kısacık ve bu kadar masum bir şiirdi yazdığı ama şiir biter bitmez Leyla Hanım başındaydı.
-Deniz kim?
-Yahu bildiğin deniz işte.
-Bu kadar özlediğine göre güzel biri mi bari Deniz Hanım?
Mülayim Bey içinden ‘’ Ya sabır’’ dese de yine mülayim bir tavırla cevap verdi.
-Deniz, hanım değil hayatım. Hani var ya Akdeniz, Karadeniz, işte onun gibi deniz bu?
-Beni kandıramazsın. Kim bu Deniz?
-Yahu vallahi billahi, tillahi bildiğin su. Yani derya.
-Ooooo beyimize de bakın hele. Bir de Derya Hanım var ha?
-Hayatım Deniz Hanım da yok Derya Hanım da. Herhangi bir kadın yok.
-Peki balık? Balık eti hatunlardan hoşlandığını bilseydim ben de kilo almaya çalışırdım biraz.
-Güzelim bak. Balık bir imgedir.
-Mülayimmmm. Sen beni deli mi edeceksin. Simge kim? Harem mi kurdun be adam? Mübarek site site değil sanki evlendirme programı.
-Hanımcığım balık diyorum balıkkk. Mesela lüfer..
-Haaaa bir de Nilüfer var yani?
-Nilüfer yokkkk.
-Peki Nilüfer yoksa kim var? Çabuk söyle.
-Hiç kimse yok yahu. Alt tarafı bir şiir. Denizi özlemiş orta yaşlı bir insanın hasreti.
-Hahh..İşte kendi ağzınla itiraf ettin.
-Neyi itiraf ettim?
-Aşkitonun kim olduğunu?
Mülayim Bey hayretle baktı eşine?
-Kimmiş?
-Hasret…Çabuk söyle kim bu Hasret?
-Şimdi ben kızıp da ‘’ Hay Allahım, Ya Rabbim’’ desem sen ‘’ Allahın, Ya Rabbin de kim? Çabuk söyle ‘’ diyeceksin. En iyisi ben susuyorum.
-Eveeett… Doğruuuu. Allahın ve Ya Rabbin kim?…Offf bende de kafa bırakmadın Mülayim.
-Ha şunu bileydin. Epeydir sende kafa filan kalmadı. Öküz altında buzağı aramayı da geçti hallerin.
-Suçunu biliyorsun tabii ki. Susmakla kurtulamazsın benden. Haydi itiraf et.
Mülayim baktı ortam kızışıyor usulca kalktı sandalyeden.
-Ben az çarşıya çıkayım. İkindiyi de çarşıda kılarım. Lazım olan bir şey var mı? Gelirken getireyim.
-Dur ben de geliyorum. Şimdi sen çarşıda başka kadınlara bakarsın.
-Bu gün senin altın günün yok muydu? Az sonra gelirler misafirler. Ben kaçayım.
-Doğru altın günüm vardı. Haydi kaç bakalım ama kaçmakla kurtuldum sanma. Akşam senden bu Hasret’in hesabını soracağım.
Mülayim Bey ‘’ La havle vela kuvvete illa billahil aliyyül azim’’ diyerek evden çıktı. Ne yapacaktı bu eşi Leyla ile? Oldukça mantıklı bir kadın olan eşi son bir kaç aydır neden böyle mantıksız biri olup çıkmıştı? Oysa onu bu tür saçma sapan kuruntu ve vesveselere düşürecek en ufak yanlış bir hareketi yoktu. Otuz senelik eşi daha tanıyamamış mıydı kocasını? Koskoca üniversite mezunu bir kadına yakışıyor muydu bu saçma kuruntular? Memleketin en zampara erkeklerinin eşleri bile kocalarından bu kadar şüphelenmezken Leyla ne kusurunu görmüştü de böyle kıskançlık manyağı bir kadın olup çıkmıştı akıl sır erdiremiyordu. Hani her kadın kocasını kıskanırdı ama namaz kılarken selam verdiği meleklerden bile kıskanmak ancak manyaklıkla açıklanabilirdi. Başka da bir tarifi yoktu bunun.
Çarşıdaki parkta biraz oturup daha sonra ikindi namazını kıldı ve namazdan hemen sonra tekrar parkta biraz dinlendi. Ayakları eve gitmek istemiyor, beyni ise ‘’ Kalk yürü, evine git’’ diyordu. ‘’ Akşam namazımı da burada kılayım bari. Sonra giderim. Hem şimdi misafirler daha kalkmamışlardır’’ Diye düşünerek akşam ezanını bekledi.Kafasında tek soru vardı. ‘’ Ne yapacağım bu Leyla ile?’’
Akşam namazını da kıldıktan sonra marketten biraz öte beri alıp evinin yolunu tuttu.
Evine vardığında misafirler gitmişti. Paltosunu vestiyere asıp içeri girdi. Leyla Hanım hemen palto üzerinde kadın saç teli araması yapmaya başladı ama bir tek tel saç bulamadı. Dehşet içinde ‘’ Aman Allah’ım. Bu herif yoksa kel kadınlarla mı düşüp kalkıyor?’’ Dedi kendi kendine. O kadar emindi yani Mülayim’in zampik bir herif olduğundan. Yok yok. O kadar da midesiz olamazdı Mülayim. Mutlaka eve girmeden önce o saç kıllarını temizleyip suç delillerini ortadan kaldırıyordu.
İçeri girdi ve mutfağa geçtikten sonra Mülayim’e seslendi.
-Gözünü doyurmuşsundur dışarıda bol bol. Karnını da doyurdun mu bari?
Mülayim cevap verdi?
-Sağol gülüm. Karnım çok aç. Ellerimi yıkayayım hemen geliyorum sofraya.
Misafirlerden kalan kek, kısır ve özellikle de zeytinyağlı sarmaya yumuldu Mülayim. Daha sonra televizyonu açıp biraz maç seyretti. Allahtan bu futbolcu denen millet hep erkek olduğundan Leyla ‘’ Futbolcuların bacaklarına mı bakıyorsun? ‘’ Diye kıskançlık krizlerine girmiyordu da hiç olmazsa rahat rahat maç seyrediyordu. Maç seyrediyordu ama tabii ki bayan voleybol ve basketbol maçları ile özellikle bayan buz pateni gösterilerini, bayan tenis maçlarını izlemek kesinlikle yasaktı.
Maç bitti. Mülayim Bey yatsı namazını da kıldıktan sonra yine bilgisayar başına geçti ve yeni bir şiir yazmaya başladı.:
Yine yağmur yağıyor
Ve yine Arap kızı camda.
Çekil camdan Arap kızı.
Güneşli havada gelmeyen kısmetin,
Bu yağmurda hiç gelmez.
Boşuna bekleme.
Şiirinde yazım hatası var mı diye son bir kez daha gözden geçiriyordu ki birden Leyla’nın sesiyle irkildi?
-Kime yazdın o şiiri?
-Hiç kimseye yazmadım. Öylesine bir şiir işte.
-Yok yok öylesine bir şiir değil bu? Kimmiş bakalım o Arap kızı? Niçin camdan bakıyormuş. Beklediği kısmet sen misin yoksa?
-Gülüm. Bak…Şair adama ilham gelir, oturur iki satır bir şeyler yazar.
-İlham kim? Onun bu olaydaki rolü ne? Arap kızını sana ayarlayan İlham diye biri mi yoksa?
-Güzelim, ilham. Yani esin…
-Haa Arap kızının adı Esin demek. Koskoca memlekette bir tane beyaz kız bulamadın, artık beynelmilel ( uluslar arası ) çalışıyorsun bakıyorum.
-Hay Allahım Ya Rabbim.
-Allahın ve Rabbin kim?...Pardon onu daha önce sormuştum.
-Evet onu daha önce sormuştun aynen Münker ve Nekir’in sorduğu gibi.
-Münker ve Nekir???? Oh ohhh maşallah. Ayşeler, Fatmalar bitti şimdi de Münkerler, Nekirler başladı demek?
Mülayim Bey içinden ‘’ Hay şiirinin de, şairinin de ‘’ diyerek bilgisayarı kapattı.
- Hanım ben bir kaç gün annemin yanına gitsem ha?
Normalde kadınlar derdi ‘’ Ben annemin evine gidiyorum’’ diye ama bu evde işler tersineydi. Mülayim Bey’in bu anlamsız kıskançlıklardan kurtulup biraz başını dinlemesi için bir başka şehirde yaşayan annesinin yanına gitmesi ve azcık kafa dinlemesi gerekiyordu. Aksi halde? Aksi halde elinden kaza çıkacak bir insan da değildi hani ama büyük ihtimalle bir intihar bombacısı gibi kendi kendini patlatabilirdi.
Leyla, Mülayim’in oldukça kararlı olduğunu görünce hemen atıldı.
-Gitmesine gidebilirsin ama bir şartla.
-Ne şartı? Neymiş şartın?
-Face book ve Edebiyat Defteri sitesindeki şifreni bana verirsen.
-Sebep?
-Bakacağım kimlere neler yazdığına.
-Benim alnım açık yüzüm ak. Madem o kadar istiyorsun al senin olsun şifem. Hem face bokta hem Edebiyat Defteri sitesinde şifrem : Mülayim-888
Leyla şifreyi hemen kaydetti. Mülayim ise akşamın ilerlemiş bir saati olmasına rağmen elbiselerini bir bavula doldurup otobüs terminaline gitmek için evden ayrıldı.
Daha Mülayim evden çıkar çıkmaz Leyla bilgisayar başına oturup kocasının şifresiyle önce face bookta ne kadar kadın arkadaşı varsa hepsini sildi. Hatta rumuz kullanan ama resmi olmayan mesela rumuzu ‘’ Kızıl Gül’’ ve benzeri olan erkekleri de sildi ‘’ Bu garanti kadındır’’ diye. Ama Adı Muzaffer ve Ayhan olup herhangi bir resmi olmayan kadınları fark edemedi.
Sonra asıl merak ettiği yere yani Edebiyat Defteri Sitesine girdi. Aman Allah’ım Mülayim denen bu zamparanın, (!) şiirine yorum yazmadığı tek bir kadın şair yoktu adeta. Yaklaşık her kadına ‘’ Şiiriniz çok güzel. Tebrik ederim’’ diye yazmıştı.
‘’Biliyordum zaten başka kadınlar olduğunu’’ diyerek onları da engellemeye başladı.
Mülayim nasıl derdi Cemile 054 e ‘’ Cemile Hanım elleriniz, yüreğiniz dert görmesin’’ diye? Nesine gerekti Cemile denen kadının yüreği-böreği? Acaba Cemile 054 ile baş başa bir kafeteryada börek filan da yemişler miydi? Tabiii. Börek yemişlerse yanında çay da içmişlerdi. Yoksa kumda kahve mi içmişlerdi? O değil de Cemile denen şıllığa(!) ne demeliydi? O da utanmadan sıkılmadan evli bir erkeğe ‘’ Çok teşekkür ederim Mülayim Bey. Sağ olun var olun’’Diyerek aşkını dile getirmişti(!) hiç mi utanması, sıkılması yoktu bu kadının? Eğer aralarında bir ilişki yoksa normalde ‘’ Kerdeşim…Sana ne benim şiirimden. Sen erkeklerin şiirini beğen. Ben mutaassıp kendi halinde bir bayanım. Ayıp olmuyor mu öyle tebrik-mebrik? Niyetin ne senin kart zampara?’’ Demesi gerekmez miydi? Çok tehlikeli bir kadındı bu Cemile 054 Çoookkkk… Hemen engeli koydu.
Aman Allah’ım…Ferdane’ye de şiir yazmış… Hem de ne şiir.
Doğum günün kutlu olsun Ferdane
İyi ki doğmuşsun.
İyi ki dostumsun
İyi ki arkadaşımsın.
İyi ki kardeşimsin
İyi ki tanımışım seni.
Keşke gözlerin de görebilseydi beni.
Benim seni görebildiğim gibi.
Ama biliyorum ki.
Senin yürek gözün
Nice insanın güzünden daha iyi görüyor.
Aslında Ferdane âmâ bir kızcağızdı lakin Leyla için fark etmiyordu. Neticede dişi miydi? Dişiydi. Ne hakla kocasına kuyruk sallayabilirdi? Ne hakla bu buram buram aşk kokan(!) bu şiire ‘’ Çok Sağ olasın Mülayim Abi. Allah senden razı olsun’’ diye cevap vererek aşna fişne ederdi(!) kocasıyla.
Hemen mesajı patlattı.
‘’Ferdane..Artık haddini bil. Peşimde dolanmayı bırak. Sen haddini bilmezsen ben bildiririm sana’’
Zavallı Ferdane mesajın Mülayim Beyden geldiğini zannederek kahrolurken Mülayim Bey annesinin yanında bazlama yemekle meşguldü halbuki.
Leyla artık tamamen dengeyi kaybetmişti. Gözü bir kişiye daha takıldı. Kimdi bu Papatya rumuzlu kadın? ( Sitede bu rumuzla biri varsa özür dilerim. İsim ve rumuzlar tamamen uydurma ama olaylar doğrudur.) Utanmaz kadın(!) bir kaç erkeği birden idare ediyordu hem de. Özellikle de kocası ve kocasının erkek arkadaşlarından Sami Hoca’yı… Bu ikisine de uzun uzun yorumlar yazıyor, bu kart zamparalar da onun yorumlarını maviye boyuyorlardı. ( Yani etkili yorum olarak seçiyorlardı ) Yok ama ahlaksızlığın bu kadarı da olamazdı(!) Bir kadın nasıl olur da bir erkeğe ( Sami Hocayı kast ediyor) ‘’ Vatan ve şehitlerimiz üzerine yazdığınız bu şiirle tüm milletimizin hislerine tercüman oldunuz. Kaleminiz hiç susmasın. Tebrikler ediyorum. Selam ve saygılarımdasınız’’ Diye yazabilirdi? Böyle bir edepsizlik(!) böyle bir kepazelik(!) olabilir miydi? Ayrıca niçin rumuzu Papaya idi bu kadınının? Tabii ya ‘’ Seviyor-sevmiyor olayı. Papatya Falı yani… Garanti Mülayim’in falına da bakmıştı. Zaten baksanıza Mülayim’in şiirine de ‘’ Şiirinizin ahengi, armonisi çok hoş olmuş. Çok beğendim. Var olun siz. Selam ve saygımdasınız’’ Diye yazmış. Sana ne el alemin evli barklı erkeğinin şiirinin armonisi, ahengi? Yok yani kendisi de sanal alemde okey filan oynuyordu ama hiç bir erkeğe ‘’ Niçin devamlı taşlıyorsunuz bey efendi. Bir hanım efendiyi böyle taşlamak ayıp olmuyor mu?’’ dememişti içinden çok geçse de. Bu nasıl bir edepsizlikti ki açık açık ‘’ Şiirinizdeki betimlemeler çok güzeldi Mülayim Bey’’ diyebiliyordu bu kadın. Hemen bu Papatyaya da haddini bildirmeliydi.
Başladı yazmaya. Kısa ama öz:
‘’ Bana bak Papatya…Düş artık yakamdan. Yoksa yapraklarını tek tek yolarım. Bırak benim peşimi’’
Papatya mesajı görünce beyninden vurulmuşa döndü önce. Fakat sonra kendini topladı. Bu mesajı Mülayim Bey yazmış olamazdı. Asla ve kat’a Mülayim Bey yazmış olamazdı.
Öfkelenmedi, kızmadı. Hatta kendisini arayıp ‘’ Ya, Mülayim Bey bak bana ne yazmış’’ diyen Ferdane’ye bile ‘’ Mülayim Bey öyle bir şey yapmaz. Bu bir başkasının işi’’ dedi.
Bu arada Cemile 054 de Sami Hoca’yı yani beni aradı ve durumu anlattı. O da Mülayim Bey’in böyle bir mesaj yollamayacağından emindi.
*
Hemen Mülayim’i aradım telefonla. Baktım Mülayim annesinin yanında ve olup bitenden zerre kadar haberi yok. Tabii ki ziyadesiyle üzüldü.
Neyse…Bir rüzgardı geldi ve inşallah bu yazı okunduktan sonra geçer gider.Gereken özürler dilenir. Kırılan kalpler tekrar geri kazanılmaya çalışılır.
Kötü ve yazık olan nedir biliyor musunuz değerli dostlar? Bir insanı otuz senelik eşinin değil de sanal alemden tanıyanların daha iyi tanıyor olması.
Evet otuz senelik bir eş olan Leyla Hanımın hepimizin en fazla dört senedir sanal alemden ( ya da bazılarımızın gerçek alemden ) tanımış olduğumuz kocasını bizler kadar tanıyamamış olmasıdır kötü olan.
İyi olan ise Edebiyat Defteri dediğimiz bu alemde gerçek dostlarımızı çok iyi tanıyor olmamız ve onlara güveniyor olmamızdır. Biz Mülayim Beyi de Cemile 054 ü de, Ferdane’yi de, Papatya Hanımı da ve daha nice arkadaşlarımızı da çok iyi biliyor, tanıyor ve güveniyoruz.
Otuz yıllık kocasını tanıyamamış olanlar utansın. Bu her biri birbirinden değerli arkadaşlara bir takım zanlar ve saçma sapan kuruntular, hatta manyaklık boyutuna varan vesveselerle iftira atmaya, onların izzeti nefislerini rencide etmeye çalışanlar utansın
Ayıptır…Bu güzide aileye hiç mi hiç yakışmıyor.