18
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
1854
Okunma

Dün sosyal paylaşım sitelerinden birinde kırk saniyelik kısa bir film izledim. Videonun giriş cümlesi şuydu;
‘’Dünya sizin için yapılmış olabilir!’’
Film işlek bir caddeden görüntülerle başlıyor. Araç trafiği, insan trafiği alışık olduğumuz şekilde akıyor, yalnız bir farkla. Kaldırımdaki bütün insanlar engelli ve hemen hepsi ya tekerlekli sandalyelerle seyir halindeler ya da ellerinde bastonlarla özel yürüme bantlarında ilerliyorlar. Anneler, çocuklar, babalar, teyzeler, amcalar, öğrenciler… Sadece birkaç tane engelsiz insan var aralarında. Kaldırımlar, engelli insanlar rahatça gitmek istedikleri yere ulaşabilsinler diye gerek görülen yerlerde eğimli yapılmış. Ankesörlü telefonlar tekerlekli sandalyede oturmak zorunda kalanlara özel, onların ulaşabilecekleri yükseklikte ayarlanmış. İki büklüm eğilmiş, engelsiz genç bir adam oldukça zorlanıyor telefonla konuşurken. Trafik ışıkları, işaret ve uyarı levhaları onların görebileceği yükseklikte ayarlanmış. Hiçbir engeli olmayan genç kadın şaşkın, ne yapacağını bilmez durumda, elinde küçük bir kâğıt var, muhtemelen bir adres arıyor ve tekerlekli sandalyelerle sağından solundan hızla geçen insanlara adresi sormak istiyor. Kimse dönüp bakmıyor, o yokmuş gibi yollarına devam ediyorlar hatta o kadar dikkatsizler ki gelip geçerken kadıncağıza çarpıyorlar ve dönüp özür bile dilemiyorlar. Zavallı kadın öyle çaresiz ki, caddenin ortasında kalakalıyor. Üstelik hava yağmurlu ve eğimli kaldırımlarda yürümek neredeyse imkânsız, sık sık kayıp düşme tehlikesi geçiriyor engelsiz birkaç kişi.
Sonra sahne değişiyor, bir bankadayız bu kez, burada da durum sokaktan farklı değil. Gene tekerlekli sandalye ile rahatça girilip çıkılabilecek, bina içinde engellilerin kolaylıkla araçlarını hareket ettirebilecekleri alanların olduğu ve banka çalışanlarıyla rahatça iletişime geçebilecekleri şekilde tasarlanmış her şey. Engelliler bu durumdan oldukça memnun, hiç zorlanmadan binaya girip çıkıyor ve işlerini kolaylıkla hallediyorlar. Engelsiz genç bir hanım arkadaşımız geliyor bankaya ve yüzünde en tatlı tebessümüyle bir banka kartı almak istediğini söylüyor. Banka çalışanı işaret diliyle bir şeyler anlatıyor, hanımefendinin o yüzüne pek yakışan tebessümü donup kalıyor. Ne demek istediğini anlayamıyor çünkü karşısındaki görevlinin.
Ardından bir halk kütüphanesine düşüyor yolumuz. Duvardan duvara, içleri kitaplarla dolu raflar… Filmimizde azınlıkta olan engelsiz insanlardan biri giriyor kütüphaneye ve raflardan bir kitap çekip okumak istiyor ama o da ne kitap Braille alfabesi ile hazırlanmış ve doğal olarak arkadaşımızın okuması mümkün değil. Buna rağmen kütüphaneye girip çıkan görme engelli birçok insan durumdan çok memnun ve yüzleri gülüyor.
Bütün bu anlattığım sahneler kırk saniyelik kısacık bir zaman dilimine sığdırılmış. İşte bu kısacık filmi izlerken insan kendini birden şu an içinde bulunduğu dünyadan bambaşka bir dünyada buluveriyor. Neticede ister istemez empati kurmaya başlıyor ve kısacık bir anda da olsa engelli insanların yaşadıkları sorunlarla birebir karşı karşıya kalıveriyor. Kırk saniye uzadıkça uzuyor ama nihayetinde film bitiyor. Düşününce katlanılması nasıl da zor bir hayat değil mi? Size anlattıklarımı zihninizde canlandırınca kendinizi nasıl da azınlıkta, çaresiz ve mengeneye sıkışmış gibi hissettiniz değil mi? İçinizden şöyle bir feryat yükseldi ister istemez:
‘’ Biz de bu dünyada yaşıyoruz, hayatımızı kolaylaştıracak küçük ayrıntılar istiyoruz. Biz yokmuşuz gibi davranamazsınız! ’’ Değil mi?
Ülkemizde her yüz kişiden on ikisi ya doğuştan ya da sonrasında geçirdikleri hastalık ve kazalar nedeniyle maruz kaldıkları zihinsel, duyumsal ve bedensel engellerle hayatlarını sürdürmek zorundalar. Onların tek istedikleri, kendilerine toplum tarafından ikinci sınıf insan muamelesi yapılmaması ve kâğıt üzerinde sözde sahip oldukları hak ve yaşam standartlarına gerçekten sahip olmak…
Nedir bunlar? En önemlisi, onlara özel okullarda, onlara özel öğretmenler eşliğinde okuma ve yazma öğrenmek, eğitim almak, diğer insanlarla eşit şartlarda hayata hazırlanmak ve tabi ki iş imkânı ve sosyal güvence. Sonrasında, kimsenin yardımı olmadan onları gidecekleri yerlere ulaştıracak rampalı kaldırımlar, kendilerine rehberlik edecek özel yürüyüş yolları, toplu taşıma araçlarına rahatça binip inebilecekleri ayrıntılar, trafikte onları da uyarabilecek uyarı işaret ve levhaları ve daha da önemlisi kendilerini azınlıkta hissettiren davranış ve söylemlere maruz kalmamak.
Şöyle biraz düşününce aslında çok fazla şey değil istedikleri, sadece bizim nasiplendiğimiz bütün imkânlardan faydalanmak ve insan gibi bir yaşam sürmek; aşağılanmadan, alay edilmeden, küçümsenmeden, hor görülmeden, ötekileştirilmeden…
Biliyor musunuz şöyle acı bir gerçek daha var bizim ülkemizde. Her yıl çeşitli yaşlardaki yedi yüz yetmiş engelli öğrenci; sırf biz çocuklarımıza engelli arkadaşlarına nasıl davranmaları gerektiğini öğretmediğimiz için okulu bırakmak zorunda kalıyorlar. Lütfen kendimizden başlayarak çocuklarımızı da duyarlı ve vicdan sahibi birer insan olmak konusunda eğitelim.
Hayat çok acımasız, yarın başımıza gelecek bir felaket, en yakınlarımızın ya da bizim bundan sonraki hayatımızı engelli bir insan olarak sürdürmemize sebebiyet verebilir. Çevremize karşı duyarsız olabiliriz, bu işimize bile geliyor olabilir ama unutmayalım hepimiz birer engelli adayıyız ve bu dünya hepimizin. Öyle bir durumda kendimize ve sevdiklerimize nasıl davranılmasını istiyorsak karşımızdakilere de aynı şekilde davranalım ve onların zaten zor olan hayatlarını bir de biz zorlaştırmayalım. Engellilere bir engel de biz olmayalım.
İnsansak eğer, yüreğimiz varsa gerçekten ve sevgiyle atıyorsa o yürek; konuşmak için dile, duymak için kulağa, görmek için göze ihtiyacımız yok. İnsanları birbirinden ayıran en önemli özellik yürek pencerelerinden bakmayı becerip beceremedikleridir diye düşünüyor ve güzel bir anekdotla noktalamak istiyorum yazımı:
‘’Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa:
- Buraların yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler.
Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra:
- Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde.
Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez.
Çocuk:
- Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? Diye sormuş ve gülümsemiş. Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.
- İyi ama demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?
- Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk. Üstelik manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız.
Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, cebinden bir kâğıt para çıkartıp teşekkür ederken fark etmiş onun kör olduğunu. Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın körlüğünü fark ettiğini. Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:
- Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş, görmeyi o kadar çok özledim ki. Sizinkiler sağlam öyle değil mi?
Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:
- Artık emin değilim, demiş. Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür.
Küçük bir not: Konuyla alakalı olduğundan sizlere bir film önerisinde bulunmak istiyorum. Orijinal adı La Famille Bélier olan bir film. Film tanıtım afişinin üzerinde çok gülecek çok ağlayacaksınız yazıyor olmasına rağmen kahkahalarla güldüğümü söyleyemem ama çok düşünüp çok ağladığımı itiraf etmeliyim. Özellikle finale doğru siz de gözyaşlarınızı tutamayacaksınız ve bu gözyaşları kesinlikle sizi karamsarlığa iten, kopkoyu bir melankoli içine sokan bir duygu sağanağı olmayacak. Aksine yaşama sevinci veren, aile olmanın nasıl bir kavram olduğunu hatırlatan, mutluluğa giden yolun gerçekten sevgi ve sevgiye verilen emekten geçtiğini hissettiren yoğun bir huzur duygusunun girdabına kapılacaksınız. Sorumlulukların aile içinde adil olarak paylaşılması ile bir insanın kaderinin olumlu yönde nasıl değişebileceğinin filmi bu. İnsana hayat hakkında tüyolar veren, içinde bulunduğu durumdan şikâyet edenlerin isyanını şükre dönüştüren öyle anlamlı replikleri var ki; paylaşmak isterdim burada fakat filmi izlemenizi şiddetle arzuladığımdan ve merakınızı kamçılamak istediğimden not almış olmama rağmen bunu yapmayacağım.
Daha önce izlemediyseniz, lütfen izleyin, pişman olmayacaksınız.
Hicran Aydın Akçakaya