4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1182
Okunma

Plak kapağı görmeyeli ne kadar uzun zaman oldu. Babamın dokunmamı yasakladığı Deutsche Grammophon’un Beethoven senfonileri kutusu hala gözlerimin önünde: Önde siyahlar giymiş maestro Von Karajan ve arkada flu bir orkestra. Eskiden o resmin Beşinci Senfoni’yi çaldıkları ana ait olduğunu düşünürdüm. Şimdileri ise Dokuzuncu’nun açılışını yaptıklarını düşünüyorum. Her neyse, Beethoven gibi, Karajan’ın resmi de çocukluğumdan kalma bir anı oldu. Şimdi ikisi, yanlarına Berlin Filarmoni’yi de alarak, bir satırı işgal ediyorlar. Ne resim, ne de plakların kutusu; sadece bir satır:
Beethoven, Symphony #9, Berliner Philharmoniker, cond. H. von Karajan
Senfoninin ilk cümlesini mırıldanıyorum. Benim tek notadan söylediğim “Nı nı... Nı nı... Nını nın nın nı!” Valentina’nın dikkatini çekiyor.
“Nedir bu söylediğin? Cenaze marşı mı?”
İçim cız ediyor.
“Buraya kadarmış” diyorum, “solistlik kariyerimi tek cümleyle bitirdin.”
Yanıtını beklemeden bir sonraki satıra geçiyorum:
Bach, J.S., Brandenburg Concerto #2 in F major, Academy of St. Martin in the Fields, cond. N. Mariner
Daha sakin, uzayıp giden sesler peşindeyim. Belki pastoral bir eser...
“Belki de sessizliği tercih etsen iyi olur”.
Duymamazlıktan geliyorum. İşte aradığım burada: Shine on you crazy diamond...
İlk notalarla beraber Valentina’yla göz göze geliyoruz. Uzun siyah saçları hala toplu. Halbuki ben onun yerinde olsam salardım onları. Yerçekimsiz ortamda bir hale oluşturacaklardı başının arkasında. Ama Valentina hala yönetmeliğe uygun davranıyor, topuz yapıyordu.
“Kapat şunu.” diyor, cümlesinin sonuna ünlem getirmeden. “İçim sıkılıyor.”
“İçinin sıkıntısının sebebi başka” diye homurdanıyorum ve müziği kapatıyorum. Wright’ın klavyesi susuyor, müziğe girememiş Gilmour elinde gitarıyla kala kalıyor.
“Ne kadarlık kaldı?”
“Yaklaşık on sekiz saatlik”
On sekiz saat sonra yolculuğumuz bitiyor. Yanlış anlaşılmasın, gemimiz Kon-Tiki II hız kesmeden Jüpiter rotasına devam edecek ama on sekiz saat içinde bizim soluyacak oksijenimiz kalmayacak. Bunun sebebi de ne Valentina, ne Regina, ne de benim. Belki NASA’nın sözcüsü hiçbir zaman dile getiremeyecek ama hadi ben söyleyeyim: Her şey kör talihin bir oyunu. Kon-Tiki beklenmedik bir meteor yağmurunun içinden geçer ve atmosfer dönüşüm sistemlerini, yedekleriyle beraber, bir daha onarılmamacasına bozar. Bu da yetmiyormuş gibi meteorlar Regina’yı da hedef tahtasına oturturlar.
Delikleri tıkayıp, sızıntıların önüne geçtikten sonra Regina’dan geriye kalanları uzay elbisesinin içine kapattık. Meteorların üçüncü kurbanı elbiselerimizdi. Eğer sağlam kalsalardı onlardaki havayı da kullanıp belki kalan süremizi on sekizden yirmi dörde çıkartabilirdik. Ama olmadı.
...
Sanki yıllar geçmiş gibi bana “Yaklaşık on sekiz saatlik” demesi. Halbuki topu topu on iki saat geçmiş üzerinden. Çoğu meteor yağmuru sırasında hasar görmüş anteni çalışır hale getirmek üzere harcanan on iki saat... Her şeyden önce neler olup bittiğini bilmek NASA’nın hakkı. Dahası sevilenlere son bir söz söyleme, onlardan da bir yanıt alma isteği. Tüm dikkatimizi antenin tamirine veriyoruz. Sonunda da beceriyoruz. Önce NASA’ya olup biteni anlattığımız raporu aktarıyoruz. Devamında ailelerimize mesajlar yolluyoruz. Açıkçası benimki biraz da adet yerini bulsun diye yapılmış bir eylem. Ailemden kimse olmayınca ben de en yakın arkadaşım Zack’e gönderiyorum. Zaten NASA bu riskli göreve yeryüzünde bağlantıları pek kalmamış kişileri seçiyordu; ben de ideal adaydım. Valentina’nın ise hakkında pek konuşmadığı ama her hafta iletişim kurduğu bir babası var. Son mesajı da onaydı zaten.
“Yanıtı ne zaman gelecek?”
Niye cevabını bildiğim soruları soruyorum ki? Mesajımızın bulunduğumuz yerden dünyaya gitmesi üç buçuk saat kadar alıyor. Bir o kadar da gelen yanıtlar için. Babası uzay merkezinde hazır bulunsa bile...
“İyi olasılıkla T artı 1.2 saat sonra...”
“T”! Şu büyük harfle yazılan T. Her şeyin başı olmasa bile sonu olan T: Havamızın biteceği dakika olan T...
Valentina babasının cevabını hiç duymayacaktı.
...
Astronot olmanın en çekici yanı uzay gemisine binmek değil, astronot kıyafetine girmektir. Bir seri klik sesi içinde kıyafetin parçaları birbirine oturur, siz kolunuzdaki ekrandan son kontrolleri yapar ve en önemlisi olan güneş koruyucusunu indirirsiniz. Jüpiter’e bu kadar yakınken ona pek de gerek yoktur ama işin şanında bu var: Koruyucuyu indiriyorum. Hava geçirmez bölmeye girerken Valentina ne yaptığımı farkediyor ama onun için çok geç. Aramızdaki kapakçığı sabitliyorum. Diğer tarafımda ise uzaya açılan kapakçık var. Delikler içindeki elbisem pek dayanmayacak ama uzay gemisinde de durum farklı olmayacaktı. Hiç yoktan altı saat daha acı çekecektim. Halbuki şimdi Valentina benim yokluğumda bir on saat kadar kalabilir. Babasının cevabını dinleyebilir. Hatta son bir iki cümle daha gönderebilir. Ben ise Zack’ın ne diyeceğini merak bile etmiyorum: “Hep bir gün senin döneceğini, beraber bardan kız kaldıracağımızı düşünmüştüm”. Geçiniz Allah aşkına...